Written by 01:52 Makaleler

Osmanlıdan Günümüze Türkiye’de Kadın Hareketleri – III

Ekin Bayur yazdı.

Cumhuriyetin kurulmasından 1930’ların sonuna kadar kadın hareketleri, merkezlerine oy verme hakkını almışlardı. Kadınların oy verebilmelerinin ve milletvekili, muhtar, belediye başkanı seçilebilmelerinin önü açılınca bu hareketler de “artık ihtiyaç olmadığı” kanaatiyle dağıtıldı veya etkisini kaybetti. 1940’lardan 1980 darbesine kadar olan süreçte temel konusunu kadın ve kadının toplum ve ailedeki rolü olarak belirleyen herhangi bir büyük kadın hareketi oluşmadı. 1980 darbesinin ardından ve 1983’te ülkenin liberalleşme dönemine girmesiyle kadın hareketleri ve feministler için ikinci dalga başlamış oldu.

1980 sonrasında Turgut Özal ile başlayan liberalleşme ve globalleşme trendiyle birlikte kısıtlı sayıda da olsa kadın örgütleri kurulmaya başladı[i]. Bu dönemin en büyük özelliği dünyada “ikinci dalga feminizm” olarak adlandırılan tartışmaların geç de olsa Türkiye’ye gelmiş olmasıdır. Kadın erkek eşitsizliği, aile, iş yeri ve toplumda kadına yüklenen roller ve bu rollerin kadınlar üzerinde yarattığı baskı gibi konuların tartışılmaya başlandığı bu dönemde örgüt sayıları çok büyük bir hızla arttı ve ilk kadın protestoları da başlamış oldu.

Kadınlara önemli haklar tanıdığı için oldukça desteklenen Medeni Kanun’un, erkeği ailenin temeli ve kadını erkeğe bağlı olarak tanımladığı için eleştirilmeye başlanması[ii], aile içi şiddetin ve patriyarkal normların tartışılması ve devletten buna yönelik adımlar talep edilmesi bu dönemin kadın hareketi için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Tarihsel olarak baktığımızda, feministlerin darbe sonrası örgütlenmek için attıkları ilk somut adım, 1982 yılında düzenlenen Yazko Kadın Sorunları Sempozyumu diyebiliriz. 1983 yılında ise “Somut” isimli feminist dergi yayınlanmaya başladı ve çok uzun bir süre yayın hayatına devam etti. Darbe sonrası sivil toplumun oldukça devlet kontrolünde ve kısıtlı olduğu, liberalleşme sürecinin daha tam başlayamadığı bu dönemde kadınlar çözümü 8 Mart 1984’te “Kadın Çevresi” isimli danışmanlık şirketini kurmakta buldu[iii]. Özel bir şirket kurarak yayınlarında devlet kontrolünü minimuma indirmeyi amaçlayan feministler bu şirketi “ev içinde ve dışında, ücretli ve ücretsiz kadınlar için…” olarak tanımladı. Şirketin kurulumunda dahi Medeni Kanun nedeniyle eşlerinden izin almak zorunda kalan kadınlar, çok geçmeden, 1985 yılında Medeni Kanun’un kadın-erkek eşitsizliğine sebep olan maddelerinin değiştirilmesi için kamusal bir talep oluşturmaya başladılar. Lakin bu değişiklik ancak 2001’de gerçekleştirildi.

1986 yılında ise Ceza Kanunu’nun (yine Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınlar için kazanım sayılan bir kanun) fahişeye tecavüzde indirim sağlayan 438. maddesi tartışmalara konu oldu ve kaldırılması için bir toplumsal talep oluştu.[iv] Antalya’da dört kişi tarafından tecavüze uğrayan kadının, bir erkekle nikahsız olarak aynı evde yaşadığı için “fahişe” olduğu iddia edilerek faillerin cezaları 2/3 oranında azaltıldı[v]. Fahişeliğin bir meslek olduğunu ve yasanın “iffetli-iffetsiz” ayrımı yapmasının mümkün olmadığını söyleyerek yasa değişikliği ve kararın bozulmasını talep edildi, ancak Anayasa Mahkemesi’nin 11 erkek üyesinin çoğunluğu “iffetli ve iffetsiz kadına tecavüzün aynı olmadığını” öne sürerek bu değişikliği reddetti. Bu maddenin değişimi ise 1990 yılında uzun bir kamusal örgütlü hareket sonunda mümkün oldu.

1987 yılında geldiğimizde bu dönemin ilk örgütlü kadın protestosu, kadın hareketinin daha organize bir hale geldiğini gösterdi. Çankırı’da şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanmak isteyen bir kadının boşanma talebinin hakim tarafından “kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” diyerek reddedilmesi, kadın çevrelerinde tepki uyandırdı. Öncelikle birçok dilekçe verildi, sonrasında ise 17 Mayıs 1987’de İstanbul’da “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” gerçekleştirildi. Yaklaşık 2500 kadının katıldığı bu yürüyüş bir dönüm noktası oldu, şiddete maruz kalmış kadınlar için danışmanlık ve sığınma yeri sağlanması amacıyla birçok kampanya başlatıldı.

1987’deki protestoyla birlikte şiddet, dört duvar arasındaki bir konu olmaktan çıkıp toplumsal bir sorun olarak tartışılmaya başladı.[vi] Bu protestoyu kadınların Ankara’da ve başka şehirlerdeki küçük çaplı protestoları takip etti[vii]. Gerçekleşen toplumsal hareketlerin içerisinde ise daha çok orta sınıf ve orta yaşlı diyebileceğimiz kadınlar vardı.[viii] “Somut” dergisinde toplanan bu kadınlardan daha radikal ve daha genç olan bir grup 1987 yılında ayrılarak “Feminist” isimli dergiyi kurarken kendini sosyalist feminist olarak tanımlayan bir diğer grup ise 1988 yılında “Kaktüs”le yayın hayatına başladı. Feminist örgütlerin gruplara ayrılması ve çoğalması, protestolar ve toplumsal talepler söz konusu olduğunda birleşmelerine engel olmadı, 1989 yılında ilk Kadın Kütüphanesi açıldı. Aynı yıl Cinsel Tacize Karşı Protesto ile yine bu dergiler çevresinde örgütlenmiş kadınlar taleplerini toplu bir şekilde gösterdiler. Mor İğne kampanyası ile “Susma haykır, iğneyi batır” diyerek özellikle toplumsal alanlardaki kadın tacizi için öz savunmayı teşvik ettiler.

1990’lı yıllarda feminist hareket büyüdüğü kadar bölündü de denebilir. Temeline eşitsizlik ve şiddeti almış bu hareketler, farklı kimliklerin daha az temsili gibi problemlerle bölünmekle kalmadı, yer yer karşı karşıya geldikleri de oldu. Bu dönemdeki en çarpıcı ayrımlar ise Kürt kadınlar ve Müslüman kadınların örgütlenmeleri ile oluştu.

90’larda özellikle Kürtlere ve İslami çevrelere yönelik baskı ve şiddetin kadın hareketlerini de etkilemesi kaçınılmazdı.  Daha çok seküler ve Kemalist bir çizgide ilerleyen ana-akım kadın örgütleri, Kürt kadınların ve Müslüman kadınların sorunlarını anlamadıkları ve programlarına dahil etmedikleri için eleştirildiler. Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve SSCB’nin dağılmasıyla zayıflayan sosyalist ideoloji de sosyalist kadın örgütlerinin azalmasına neden oldu. 90’lı yıllarda böylece temelde 4 ana grup kadın örgütü oluşmuş oldu: Kemalist, radikal, Kürt ve Müslüman feministler.

İslami kadın hareketlerinin daha çok Refah Partisi kadın kollarında örgütlendiğini söylemek mümkün. Sibel Eraslan gibi kendini inançlı feminist olarak tanımlayan kadınlar da Türkiye’de Müslüman kadınlara yönelik eğitim, iş ve kamusal alanlardaki eşitsizliği tartışmaya başladılar.[ix] Dönem dönem parti içi kadın erkek eşitsizliği, İslam’da ve Türkiye’deki İslami hareketlerde kadının yeri gibi konuları da tartışan bu grup, 2000’lere geldiğimizde birikim ve kişi sayısı bakımından Türkiye’deki önemli gruplardan biri oldu.

Kürt kadınlar da özellikle Kürt oldukları için yaşadıkları ayrımcılıklar, ana dilde eğitim, eğitime ulaşım ve devlet şiddeti gibi konuları merkezlerine aldılar. Kemalist feministlerin belli bir sınıf ve çevreyle kısıtlı kalmasını eleştiren bu grup, Güneydoğu’daki kadınları ve bu bölgenin kadınlarının sorunlarını da tartıştılar. Bu ayrılmalar 2000’lerde feminizmin kapsayıcılığı ve kesişimsel feminizm tartışmasına da ön ayak oldu.

Genel olarak 1980-2000 yılları arası Türkiye’de feminizmin ve feminist hareketin büyüdüğü, geliştiği, öğrendiği ve örgütlendiği bir dönemdi. Uçan Süpürge’nin verilerine göre Türkiye’de 1973-1982 arası 10’a yakın kadın örgütü varken bu sayı 1982-2004 yılı arası 64’ü buluyor.[x] Bu dönemdeki taleplerin bir kısmı karşılık buldu, bir kısmı yasal olarak karşılık bulsa da toplumsal olarak uygulanma konusunda çok geride. Ancak 2004 yılı itibariyle örgüt sayısının 350’nin üzerine çıkması, özellikle 2000-2010 yılları arasında birçok talebin karşılık bulması ve toplumsal olarak da dönüşüm yaşanması göz önüne alındığında gelecek için umutsuz olmak için hiçbir sebep yok. Deniz Kandiyoti’nin dediği gibi “Türkiye’de kadınlar kurtarılmıştır, ancak özgürleşmemiştir.” Özgürleşmeyi sağlayan ve sağlamakta olan da bizler olacağız.


[i] Os, Nicole. “Ottoman Muslim and Turkish women in an international context.” European Review, 13 no. 3 (2005): 459-479. doi:10.1017/S1062798705000578

[ii] See the report of Şirin Tekeli, “The Turkish Women’s Movement: A Brief History of Success” https://www.iemed.org/publicacions/quaderns/14/qm14_pdf/19.pdf

[iii] Ayrıntılı bilgi: https://www.catlakzemin.com/27-mart-1984-ikinci-dalga-turkiyede-kadin-cevresi/

[iv] See the report of Şirin Tekeli, “The Turkish Women’s Movement: A Brief History of Success” https://www.iemed.org/publicacions/quaderns/14/qm14_pdf/19.pdf

[v] Arat, Yeşim. “From Emancipation To Liberation: The Changing Role of Women in Turkey’s Public Realm.” Journal of International Affairs 54, no. 1 (2000): 107-23. Accessed November 23, 2020.

[vi] Diner, Cagla and Sule Toktas. “Waves of feminism in Turkey: Kemalist, Islamist and Kurdish women’s movements in an era of globalization”. Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 12, no 1 (2010): 41-57. DOI: 10.1080/19448950903507388

[vii] [vii] Sirman, Nükhet. “Feminism in Turkey: A Short History.” New Perspectives on Turkey 3 (1989): 1–34. doi:10.15184/S0896634600000704.

[viii] Arat, Yeşim. “Toward a democratic society: The women’s movement in Turkey in the 1980s.” Women’s Studies International Forum, 17, no 2–3 (1994): 241-248. Accessed November 23, 2020.

[ix] Arat, Yeşim. “Toward a democratic society: The women’s movement in Turkey in the 1980s.” Women’s Studies International Forum, 17, no 2–3 (1994): 241-248. Accessed November 23, 2020.

[x] Diner, Cagla and Sule Toktas. “Waves of feminism in Turkey: Kemalist, Islamist and Kurdish women’s movements in an era of globalization”. Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 12, no 1 (2010): 41-57. DOI: 10.1080/19448950903507388

(Visited 4.159 times, 2 visits today)
Close