Written by 09:55 Röportaj

Dr. Gökhan Çınkara ile Ortadoğu’da Siyasal ve Toplumsal Dönüşüm

Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve siyasal analist Gökhan Çınkara, Ortadoğu’da değişen toplumsal dinamikler üzerine Oğul Tuna’nın sorularını yanıtladı.


Trump sonrası Ortadoğu’da olası jeopolitik durum nasıl şekillenmektedir?

Bu soruya verilecek cevap birkaç noktada kendini göstermektedir. Başkan Trump‘ın dış politika vizyonu Ortadoğu’nun iç işlerine doğrudan müdahale olmamak üzerine kuruluydu. Trump en yalın haliyle izolasyonistti. Bölgeye yönelik bu duruşa ve yaklaşıma karşıt süreç 1991 Körfez Savaşı’nda başlamıştı. Amerikan Birleşik Devletleri silahlı kuvvetleri masif bir şekilde Ortadoğu’ya yerleşmiş sonrasında ise bölgenin mevcut etnik, mezhepsel ve kültürel yarılmaları yönetilemeyecek şekilde görünür hale gelmişti. Trump Doktrini, Ortadoğu’ya yaklaşımda 1991’de başlayan ve ara ara devamlılık gösteren jeopolitiğin anti-tezidir.

Diğer bir husus 1991 Körfez Savaşı ile yaratılan düzende ABD ile Arap ülkeleriyle kurulacak ilişkinin İran tarafından jeopolitik derinleşmeye popüler malzeme sağlamasıdır. İran rejimin siyasal niteliğinin bürokratik kurumlarda daha fazla kendisini göstermesiyle toplumsal formasyonu zor yoluyla inşa etti. İran İslam rejiminin kurulmasındaki bu zor hali İran ve Irak arasında sekiz yıl süren savaşla travmatik bir hal aldı. İran kimliğinin jeopolitik bağımlılığı Şiiliği ajitasyona iterken İran milliyetçiliğini ise baskıladı. İranlı elitler rejimin kapasitesini içeride derinleşmeye değil teritoryal nüfuz genişlemesine öncelik vererek krizi ötelemeye çalıştılar.

1980’lerde Saddam üzerinden yaratılan antogonizma şimdi kendini 2000’lerde DEAŞ üzerinden gösteriyor. Saddam’da Iraklılık ve ona eklemlenmiş Sünnilik temel meydan okuma dinamiği olarak görülürken DEAŞ’da bu tamamen uluslarüstü muhayyel dar, dışlayıcı ve vahşi Selefi kimlikte kendini göstermekte.

Bu durum kendisini bariz şekilde 2001 Dünya Ticaret Merkezi saldırılarında açığa çıkardı. Arap dünyasının karşısında gün geçtikçe genişleyen genç nüfusun nasıl idare edileceği temel soru olarak öne çıktı. 11 Eylül terör saldırılarını düzenleyen kişiler içinde gençlerin yer alması önemli bir uyarıcıydı. Diğer bir etki 2011 Arap baharı toplumsal mobilizasyonun genç nüfus üzerinde yükseldiğinin en berrak şekilde Arap liderlerine göstermesi açısından önemlidir.

Buna bağlı olarak Arap dünyası 2011 sonrası Körfez merkezli yeni bir iç siyasi ayarlamaya yöneldi. Bu sadece nüfusun yönetimini değil daha geniş ve derin çaplı bir dizi reformu içermektedir.

İslam öncesi sembollerle yapılan vurgu kendisine en son yapılan Körfez İşbirliği Konseyi (GCC) toplantısında gösterdi. Körfezin kendi içerisinde siyasi reformlara girişmesi dış müdahaleyi anlamsız kıldı. Özellikle son aylarda İsrail’le yapılan Abraham Mutabakatları yeni vizyonu ortaya koyması açısından önem taşımaktadır.

Ortadoğu’da siyasetin ve toplumsallığın yeni formasyonu nasıl olabilir?

Ortadoğu’ya baktığımızda birbiriyle tutarlı ideolojik sistemlerden ve inanç değerlerinden bahsedemeyiz. Bilakis Ortadoğu’da major toplumsallıklar (Fars, Yahudi, Arap ve Türk) antagonistik (uzlaşmaz çelişkiler) ilişki içerisindedir. Bu durum bazen dinsel güdüleri kabartırken çoğunlukla ulusal kimliği öne çıkarır. Bu açıdan Ortadoğu’da kimlik formasyonu din ve ulusal aidiyet etrafından düşünülmesi gerekmektedir. Şu an Ortadoğu’da bir takım eğilimler benzeşmektedir. Bunların başında demografi geliyor. Kanaatimce demografinin niteliği bu süreçte kimliği de yeni bir rotaya sokacak. Ortadoğu’nun Z Kuşağı 2000’lerin yoğun internet kullanımıyla mekansal aidiyetlerini, yerel kimliklerini ve daha da ötesi ideal olanı yeniden ele alma imkanı yakaladı.

İnternetin bu işlevine ek olarak geniş uluslararası eğitim süreçlerini de eklemem gerekir. Körfez ülkelerinde birçok genç yurtdışında eğitim gördü. Yeni yönetici ulusal elit kozmopolit ağlara hiç olmadığı kadar yakın görünüyor. Ben bunu Körfez’in “Neo-Tanzimat Nesli” diyorum. Körfez şu an yeni bir uyanış içerisinde bu açıdan. Bu uyanış tarih, kimlik ve teknik işlerde kendini gösteriyor. Körfez kadim Arap tarihine dönüyor. Körfez kimliği benimsenerek kimliğe coğrafi aidiyet ve sınırlama getiriliyor. Petrol merkezli ekonomi yerini teknoloji yoğun şirketlere bırakıyor. Tüm bu eğilimler Arap dünyasının kalbinin ne Kahire’de ne de Bağdat’ta atacağını merkezin Körfez olacağının ipuçlarını veriyor.

Küresel sistem bu sürece ne ölçüde katkı verebilir veya engel çıkarabilir?

Küresel sistem esasında iki büyük iç içe geçmiş siyasal birimden oluşuyor. Birincisi uluslararası sistem diğeri de ulus-devletler. Ulus-devletler için ayırıcı bir kimlik, korunaklı sınırlar ve istikrarlı bir ekonomik yapı olmazsa olmaz. Uluslararası sistem ise ticaretin, kaynakların ve değerlerin akışını ve yerleşmesini önemsiyor. Kaynakları finansal araçlarla değer kazandırırken/değerlendirirken kurumsal araçlar vasıtasıyla ilkeleri ve siyasayı normalize ediyor.

Körfez yönetici elitleri ise üç meydan okumayı dengelemek zorundalar: İran, uluslararası sistem ve toplumun muhafazakar sektörleri.

Her dengelemenin ayrı bir strateji farklı bir siyasal pratik üreteceğini gözden kaçırmamak gerekir. Bu yanıtların doğal olarak iç siyasete yani içeriye de etkileri olacaktır. Örneğin İran’a yönelik strateji onu çevrelemeye ve bölgedeki uzantılarını engellemeye yöneliktir. Körfez İran’a yaklaşımında yeni toplumsam gerçekliğiyle de tutarlı olarak “Sünnici” bir ittifak oluşturmaktan kaçındı. Hatta oldukça seküler nitelikte İsrail’e yeni bir işbirliği stratejisiyle yaklaştı. Körfez yönetici elitleri uluslararası sistemden gelebilecek ekonomik değişimler ve siyasal normlara ise gündemi içeride reform stratejisiyle açıklıyorlar. Körfezin toplumun muhafazakar ve eski yerleşiklerine yönelik uyguladıkları stil ise genel itibariyle kapatma olarak özetlenebilir.

En nihayetinde üç meydan okumaya üç yanıt üretildi: coğrafyayla sınırlandırılmış milliyetçilik; çeşitlendirilmiş ekonomi; ulusal çıkarı esas alan ve görünürleşen yeni jeopolitik kültür.

(Visited 826 times, 1 visits today)
Close