İran, dün 13. dönem seçimleriyle İslam Devrimi’nden sonraki 8. Cumhurbaşkanını seçmek için sandığa gitti. Resmî sonuçlara göre; 59 milyon 310 bin 397 seçmenden sadece 28 milyon 933 bin 4 kişi sandığa gitti ve katılım oranı %48.8 seviyesinde kaldı. Anlaşılacağı üzere İran’da oy verme hakkına sahip seçmenlerin yarısından azı sandığa gitti. Resmî olarak katılım oranı %48.8 olarak açıklanmış olsa da dün gün boyunca bağımsız gözlemciler, yurttaş gazeteciler, farklı gurupların temsilcileri ve 500’e yakın akredite olmuş yabancı gözlemciler ve basın mensupları katılım oranının maksimum %35 ila %40 civarında olabileceğini aktardırlar. Binlerle ifade edilen pek çok seçim usulsüzlüğünün gün içerisinde İran İçişleri Bakanlığı’na aktarıldığı düşünüldüğünde, resmî seçim sonuçları üzerinde fazlaca soru işaretlerinin olduğu aşikârdır. Burada ironik olan şey; Rehber Ayetullah Hameneyi’nin daha önce görülmemiş biçimde seçim sürecinde üç kez konuşma yaparak halkı seçimlere katılmaya teşvik etmesiydi çünkü müesses nizamın en büyük korkusu seçimlere katılım oranının düşük kalmasıydı. Görülüğü üzere; Ayetullah Hameneyi’nin ısrarlı telkinleri halkı pek de ikna edememiş ve seçmenlerin yarısından azı sandığa rağbet göstermiş.
Adaylık Belirlemeden İbrahim Reisi’nin Seçilmesine
İran seçimlerinde adaylık başvurularının başlamasıyla birlikte pek çok tartışma da beraberinde geldi. Askerler (Devrim Muhafızları), istihbarat/güvenlik birimleri ve başını Rehber Ayetullah Ali Hameneyi’nin çektiği zirvedeki Ayetullahlardan oluşan müesses nizamın oligarkları, en başından beri İbrahim Reisi’nin seçilebilmesi üzerine bir seçim mühendisliği içine girdiler. Bu noktada; İran’daki seçimlere katılacak adayları belirleyen ve seçim sürecini yürüten Anayasayı Koruyucular Konseyi (Şura-e Negahban), Rehber Ayetullah Hameneyi’nin iradesi ışığında pek çok toplumsal kesimi temsil eden kişilerin adaylıklarını reddederek seçime katılmalarını engelledi. Belirlenen nihai adaylar da İbrahim Reisi’yi zorlamayacak ve O’nun lehine geri çekilecek bazı düşük profilli isimlerden oluşturuldu. Rehber Ayetullah Hameneyi’nin ilerlemiş yaşı ve kötü sağlık durumu da gözetildiğinde; amaç İbrahim Reisi’yi cumhurbaşkanı olarak seçtirerek O’nu gelecekte Hameneyi sonrası Rehberlik koltuğuna oturacak kişi olarak hazırlamaktır. Yani; İran müesses nizamının bu seçimlerde bir cumhurbaşkanı seçtirmekten çok daha öte hedefleri var.
Reformist kanattan pek çok ağır topun cumhurbaşkanlığı adaylıklarının reddedilmesi, bu cenahtan pek çok kişi ve grubun itirazını beraberinde getirdi. Reformist grupların arasında iki temel görüş vardı; bir grup seçimlerin adil ve sağlıklı olmadığı nedeniyle oy vermeme ve seçimlere katılmama eğilimindeydi. Diğer bir gurup ise “düzenin devamı ve düzen içinde reformların gerçekleşmesini zorlamak için” seçimlere katılma ve oy verme taraftarıydı.
İran devleti “cumhuriyet” ve “İslam” üzerine kurulu bir sistemdir. Seçimlerde adayların belirlenmesinden, radikal muhafazakâr İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı olarak “seçtirilmesine” gelinen süreçte, İran devletinin İslamcı kanadının güçlendiğini ve devletin cumhuriyet yanlısı kanadının zayıfladığı görülüyor. Bir gerçeği unutmamak gerekiyor; İran’da özgür bir seçim ve aday belirleme sistemi yoktur, sadece Rehberlik makamına mutlak bağlı bir devletin içindeki farklı güç odakları arasında yapılan bir ehven-i şer seçimi vardır.
İran Halkı Neden Cumhurbaşkanı Seçimine İlgisiz Kaldı?
Resmî sonuçlara göre; 59 milyon 310 bin 397 seçmenden sadece 28 milyon 933 bin 4 kişi sandığa gitti ve katılım oranı %48.8 seviyesinde kaldı. Yani; İran’da oy verme hakkına sahip seçmenin yarısından azı sandığa gitti. Peki; neden halk İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimine rağbet göstermedi? Bunun pek çok sebebi var ancak temel etkenlerini birkaç başlıkta özetlemek mümkün.
Öncelikle; İran seçim sistemi sürecin başlangıcıyla birlikte çoğulcu bir aday belirleme ve seçmeye izin vermiyor. Seçim sistemi zaten en baştan ülke nüfusunun büyük bir kısmını elemek üzere tasarlanmış durumda çünkü kadınlar cumhurbaşkanlığına aday olamıyorlar. Benzer şekilde, Şii mezhebine mensup olmayanlar ve Müslüman olmayanlar da cumhurbaşkanlığına aday olamıyorlar. Sistemin amacı halkın iradesiyle şekillenen bir süreci ortaya koymak değil, Rehberlik makamına mutlak bağlı olan, hâkim devlet oligarşisi ve müesses nizamın devamı için gereken her şeyi yapabilecek birinin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasını sağlamaktır. Böylelikle halk; kendi meşru temsilcilerinin yarışa giremediği bir seçim sisteminde oy kullanmaya sıcak bakmıyor.
Cumhurbaşkanı adaylarının yaptığı üç münazarada ve ortaya koydukları hedeflerde; halkın taleplerine önem verilmeksizin yürütülen cenahlar arası bir kavganın varlığı gün ışığına çıktı. Yani; toplumun farklı kesimlerinin eşit olarak temsil edilmediği, Rehber Ayetullah Hameneyi’nin başında olduğu bir müesses nizamdan hayatlarının iyileştirilmesine yönelik anlamlı herhangi bir değişimin olamayacağını gören halkın elbette seçimlere güçlü bir katılım sağlaması beklenemez.
İran, anayasal yürütme biçimi bağlamında kendine has özelliklere ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Yürütme erki bağlamında ülkenin en büyük yönetim paradokslarından biri seçilmiş cumhurbaşkanının üzerinde ömür boyu atanmış bir Dini Rehber’in bulunmasıdır ve bu paradoks ülkede yürütme yetkisinin seçilmiş cumhurbaşkanında mı, yoksa ömür boyu atanmış Rehber’de mi olduğu çelişkisini her alanda ortaya koyuyor. Seçilmiş cumhurbaşkanının anayasal yetkileri ömür boyu atanmış Rehber tarafından pek çok alanda sınırlandığından; tek patronun Rehber olduğu bir sistemde bir cumhurbaşkanı seçmek halk nazarında anlamını yitiriyor.
İran’ın bugününe baktığımızda; halk yoksulluktan ambargolara, devlet destekli ağır yolsuzluklardan gelir adaletsizliği uçurumuna, her alanda nüfuz eden nepotizmden liyakat erozyonuna, ağır ekonomik krizden bir türlü bastırılamayan ekonomik temelli sokak ayaklanmalarına varıncaya kadar, kangren olmuş pek çok ağır buhranla karşı karşıya bulunuyor. Koronavirüsün yarattığı ağır iklim de cabası. Böyle bir sistemde halk; seçilmiş bir cumhurbaşkanının ömür boyu atanmış bir Rehber’e rağmen çözüm üretebilmesini mümkün görmüyor. Çünkü böylesi bir sistem bekasını sürdürdükçe; halk nazarında kişilerin ve grupların derin yapısal sorunları çözebileceğine inanç yitirilmiş durumda ve bu durum halkın seçimlere katılım eğilimini zayıflatıyor.
İran’ın 8. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi Kimdir?
İbrahim Reisi’nin isminin Ayetullah Hameneyi sonrasındaki en güçlü Rehber adayı olarak da geçiyor olması elbette tesadüf değil. İbrahim Reisi’nin Yargı Erki Başkanlığı’na atanması ve ardından rakip devlet kanatlarına yönelik geniş yolsuzluk operasyonları başlatılması da imaj düzeltme çalışmasının bir parçasıydı. İbrahim Reisi 1988’de cezaevlerindeki binlerce muhalifin idamını İmam Humeyni’nin emriyle onaylayan dört kişilik “Ölüm Konseyi” veya “İdam Konseyi” üyelerinden biriydi. İdam edilen muhaliflerin bazılarının cezası bitmiş veya bitmek üzereydi ve pek çoğu da önceden idam cezasına çarptırılmamış kişilerdi. O dönem İmam Humeyni’nin vekili ve İran’ın en güçlü isimlerinden olan Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri, verilen idam kararlarından dolayı İbrahim Reisi’nin yüzüne “sizler tarihin yazacağı en büyük caniler ve katiller arasında olacaksınız” demişti.
İbrahim Reisi, klasik anlamda sadece 6 sınıf okumuş, sonrasında eğitimini dini olarak medresede (Havza-i İlmiye) geçirmiş, yüksek lisans ve doktora alması da tartışmalı olan biridir. Yapılan münazaralarda diğer adaylar Reisi’nin yetersiz eğitimi olduğunu ve seçilmesi durumunda eğitimsiz bir cumhurbaşkanı olacağını gündeme getirmişti. İbrahim Reisi, hiçbir hukuk fakültesinde eğitim almamış olmasına rağmen henüz 20 yaşında İran Yargı Erki’ne savcı olarak girmiş, başsavcılığa yükselmiş, hâkimliğe yükselmiş, İran yargısının en kilit yerleri ve yüksek yargı organlarında başkanlık yapmış, 1988’de bizzat İmam Humeyni tarafından muhaliflerin idam sürecini yönetmesi için dört kişilik “Ölüm Konseyi” üyeliğine atanmış, geçmişi pek çok insan hakları ihlalleriyle dolu olan biridir. Ayrıca; İran İslam Devleti’nin müesses nizamındaki pek çok kişi ve grupla yıllar içerisinde akrabalık ilişkileri geliştirmiştir.
İbrahim Reisi, yaptığı insan hakları ihlallerinden dolayı 2011’de Avrupa Birliği’nin ve 2019’da Amerika’nın ambargo listesine alındı. Bu noktada en büyük tartışmalardan biri de İbrahim Reisi’nin İran’ın cumhurbaşkanı olarak Avrupa ve Amerika’daki uluslararası toplantı ve ziyaretlere nasıl gideceği meselesidir. Reisi’nin bir cumhurbaşkanı olarak diplomatik dokunulmazlık kazanmış olsa da, içinde bulunduğu insan hakları ihlalleri yüzünden uluslararası toplum ve ülke liderleri tarafından ne denli muhatap alınacağı gelecekte İran açısından en önemli paradokslardan biri olacak.
Evet; İran böylesi bir yeni cumhurbaşkanı profiliyle karşı karşıya. İbrahim Reisi’nin iç ve dış politika mevzileri, İran müesses nizamında yaratabileceği güven ve meşruiyet krizleri ve bunun İran sokaklarına olası yansımaları başka bir yazının konusu olacak, izlemeye devam edeceğiz…