“Tutunamayanlar” serisinin bu dördüncü söyleşisinde, hukuk fakültesi mezunu stajyer avukat Esra ile konuştuk. Tutunamayanlar’ın hikayelerini kendi seslerinden dinlemek için spotify, souncloud ve apple podcasts hesaplarımızı ziyaret edebilirsiniz.
Esra merhaba. Söyleşi davetimizi kabul ettiğin için teşekkür ediyoruz. Seninle bugün Gergedan Dergi’nin genç işsizlik dosyası için hazırladığımız “tutunamayanlar” serisi için birlikteyiz. Kendini bize tanıtabilir misin biraz? Buradan başlayalım.
Öncelikle merhaba ben de teşekkür ederim. 23 yaşındayım ve hukuk fakültesi mezunuyum. İstanbul’da kardeşimle birlikte yaşıyorum.
Hangi okulda okumuştun?
Marmara Üniversitesi’nden 2018 eylül ayında mezun oldum.
Mezun olalı bir seneden fazla olmuş…
Evet. Zaten mezun olduktan sonra bir sene boyunca zorunlu stajımız var eğer avukat olmak istiyorsak. Fakat ben o dönemi birazcık uzattım. Mezun olduktan hemen sonra stajımı başlatmadım. Altı aylık bir boşluk vardı.
Peki lisanstayken veya mezun olup boşta kaldığın bu altı aylık süreçte yapmak istediğin işle alakalı bir işte çalıştın mı?
Teknik olarak lisans sürecinde ve mezun olduğum süreçte avukatlıkla ilgili herhangi bir işte çalışmadım. Ama zaten fakültedeyken de kamu hukukuna yönelik daha çok sosyal hukuk alanında etkinliklerde bulundum. Bu altı aylık boşluk olan dönemde mülteci hakları merkezinde staj yaptım. Bunların dışında kendi mesleğime yönelik bir faaliyetim olmadı.
Anladım. Avukatlık yapmak istiyor musun peki?
Hala daha staj dönemindeyim ve bu soruyu ben de hala soruyorum kendime. Henüz karar verebilmiş değilim.
Stajını başlatalı sanırım sekiz ay kadar oldu. Bu süreçte farklı yerlerde miydin yoksa hep aynı yerde mi?
Şöyle ki zaten ilk altı ayda adliyede duruşmaları izlemeniz, hakim ve savcılarla birlikte adliyedeki sürece dahil olmanız sonraki altı ayda bir avukatın yanında staj yapmamız gerekiyor. Ben adliye stajı döneminde herhangi bir hukuk bürosunda çalışmadım, genelde herkes stajını başlattıktan sonra bir hukuk bürosunda çalışmaya başlıyor. Sonraki dönemde ise birkaç yer değiştirdim. Yani her zaman daha iyi bir yer aradım.
Adliye stajı döneminde herhangi bir yerde çalışmamış mı oluyorsun?
Zaten şöyle avukatlık kanununa göre staj döneminde sigortalı olarak herhangi bir yerde çalışamıyorsun. Bu dönemde adliyede çeşitli mahkemelerde duruşma takip edip işleyişin nasıl yürüdüğüne dair hakim ve savcılarla çalışmamız gerekiyor fakat işler her ne kadar teoride böyle olsa da pratikte tabi ki de böyle değil. Sadece hakimin yanına gidip imza atıp çıkıyorsunuz. Ve bu ilk altı aylık dönemde ben çalışmak istemiyordum ve iş aramıyordum. Ama ikinci altı aylık dönem benim için iş arama ve bulma konusunda asıl problemli olan dönemdi.
Anladım. Bu ikinci altı aylık dönemdeki iş arama sürecinden bahseder misin?
Aslında ilk altı aylık staj döneminde bir yerde iş bulmuş olmanız gerekiyor. Daha büyük çaplı ofislerde ise bu süreç daha başka işliyor ki mezun olmadan önce buralarla görüşmelere başlamış olmanız gerekiyor. Çok kurumsal olmayan yerlerde ise iki ay öncesinden aramaya başlamış olmanız gerekiyor. Benim de ikinci altı aylık stajıma başlamadan önce iş arama sürecim bir buçuk ila iki ay kadar sürdü. Ve birçok ilana başvurdum ki zaten baronun ilan sayfasından müracaat edebiliyoruz. Çok fazla ilan var fakat beğenerek cv gönderebileceğim yer sayısı çok az.
Bize biraz da iş görüşmelerinde yaşadıklarından bahsedebilirsin. Sana neler soruyorlar? Senin beklentilerin neler? Ve aynı zamanda işveren senden ne istiyor?
Daha önce de söylediğim gibi barolar avukatlara yanlarında çalışan stajyerlerine herhangi bir ödeme yapma yükümlülüğü getirmiyor ve tabi ki avukatlar ödememeyi tercih ediyor. İstanbul gibi bir yerde hiç para almadan çalışarak hayatına devam edebilmek mümkün olmadığı için genelde İstanbul’daki bürolarda bu durum farklı işlese de çok parlak bir durum söz konusu değil. Bu durumda siz asla para kazanamadığınız bir senelik bekleme durumuna geçiyorsunuz.
Bu zaten en baştan sorunlu bir durum değil mi? Üniversiteden yeni mezun olmuş on binlerce hukukçuyu para kazanma ihtimali olmayan bir şekilde ortaya bırakıyorsunuz. Hepsi zamanını stajıyla bağlamak zorunda orada bulunmak zorunda. Ama herhangi asgari geçimini sağlayabileceği bir ödeme yapmıyorsunuz. Doğru mu anlıyorum?
İlk altı aylık adliye stajında eğer herhangi bir büroda çalışmıyorsan sadece duruyorsun ve bekliyorsun çünkü adliyeye stajını görmeye gittiğinde sana ‘gelme!’ diyorlar. Çünkü adliyeler çok yoğun. En fazla başka işler yapabilirsin kayıtsız bir şekilde herhangi bir sosyal güvencen olmadan cüzi maaşlarla. Tüm yeni mezun işsizlerin maruz kaldıklarının üzerine şöyle şeylerle karşılaşıyorsun. ‘sen şartları biliyorsun ve ben sana bilgi ve deneyim aktarıyorum ve bunu kabul etmek zorundasın!’ Bir iş görüşmesinde şunu yaşadım; haftada altı gün çalışıyoruz ve sabah dokuz akşam yedi mesai saatlerimiz. Daha çok icra yapıyoruz ki bu bir avukat ya da avukat adayı için çok karanlık bir durum. Ve aylık teklif edilen ücret dokuz yüz lira. “Buna uygun musun?” gibi bir soruyla karşılaştım. Ben de bu noktada hayal kırıklığına uğramadan önce öfkeleniyorum. Ben dört sene emek verdim ve mezun oldum ve en nihayetinde karşılığı bu mu olmalıydı? Bu beni öfkelendiriyordu. İş görüşmesindeki kadının bana cevabı ise “biz sana köklü bir bilgi aktarımı sağlayacağız, o yüzden şartlarımız bu şekilde.” olmuştu. Ama burada yok saydıkları şey benim haftanın altı günü ortaya koyduğum emek. Ve alternatifimiz de çok oluyor, çok fazla hukuk mezunu var.
Ben dört sene emek verdim ve mezun oldum ve en nihayetinde karşılığı bu mu olmalıydı?
İş görüşmesi öncesinde gönderilen formlarda veya iş görüşmelerinde hala şaşırtıcı sorularla karşılaşıyoruz. Bazı formlarda cinsiyetiniz sorusu var ve seçenekler şu şekilde; erkek veya bayan. Ya da “babanızın mesleği nedir?” diye sorulduğunda aklıma şu geliyor; bu benim alanımdaki yeterliliğimi ölçecek bir kıstas mı? Bu saçma sorulara birkaç örnek daha var; “nerelisiniz?”. Bu soru da beni sinirlendiriyor. Benim nerde doğduğumun yapacak olduğum işle ne alakası var? Bu beni gerçekten rahatsız ediyor. Ya da şöyle; bir süredir Almanca öğreniyorum ama mesleki kaygılarla değil. Biraz keyfi bir durum ama yine de cv’mde bulunuyor. Bir iş görüşmesinde de ‘Almanca çok gereksiz olmuş.’ Şeklinde bir yorum almıştım ve bu beni yine çok şaşırtmıştı. Yani bu söylenmeli miydi bir iş görüşmesinde ya da böyle mi söylenmeliydi? Bu tarz şeylerle karşılaşıyoruz genelde.
Evet bu durumla başka sektörlerde de karşılaşıyoruz. Ben de bir iş görüşmesinde senin Almanca özelinde yaşadığın durumu Fransızca ve Arapça için yaşamıştım ve bana “Arapça ne zaman benim işime yarayacak?” demişlerdi. Orada şunu diyemiyoruz; “senin için değil kendim için çalışıyorum ve öğreniyorum.”
Özgeçmişinde bulunan hobiler işe başlamadan önce ise hoşlarına gidiyor; fakat işe girdiğinde devam etmeni istemiyorlar.
Evet burada da şu var; onun işine yaramayan herhangi bir şey tamamen gereksizdir ve sen o işe başvurarak onun işini görmeye yarayacak bir makinadan ibaretsin sadece. Ben lisanstayken birkaç arkadaşımla insan hakları özelinde bir çalışma yürütüyordum ve iş görüşmesinde bu dikkat çekiyor ama sonrasında gelen soru şu oluyor; “proje hala devam ediyor mu?”. Çünkü devam etmesi onlar için olumsuz bir durum, sen işinin dışında herhangi bir şeyle meşgul olmamalısın ve enerjini iş dışında bir yere aktarmamalısın. Sadece işe odaklanmalısın. Bu ve bunun gibi cv’nde bulunan hobiler işe başlamadan önce hoşlarına gidiyor fakat işe girdiğinde devam etmeni istemiyorlar.
Haha! Peki iş arayışın şu an devam ediyor mu?
Evet şu an iş arayışım devam ediyor. Hala daha mesleki olarak kendimi tatmin edebildiğim ve gerçekten üretebildiğim, verimli olabildiğim bir çalışma ortamında hissetmiyorum kendimi. Ve iş arayışım mütemadiyen devam etmekte.
Şimdiye kadar çelişen beklentilerden bahsettin. Biraz eskiye dönüp karşılaştırmanı istiyorum senden. Mezun olmadan önce mezun olmuş Esra imajın neydi gözünde? Bugün o noktada mısın? O noktaya ne kadar uzaksın? Ve o dönemde bunları yaşayabileceğini öngörebilir miydin? Bunlar üzerine biraz bahsedebilir misin?
Okula ilk girdiğimizde direkt işsiz kalacağız gibi bir düşüncemiz olmuyordu ama şöyle bir durum var belli bir alanda özelleşip o alanda çalışmak istiyorsanız eğer işsizlik serüveni hukuk alanında o zaman başlıyor. Ama çok ihtiyacınız varsa çalışmaya birçok şeyden feragat edip çalışabiliyorsunuz. Fakat kendinizi üretken hissettiğiniz bir alanda çalışmak istiyorsanız, iş yok. Üniversitenin başında bunun böyle olabileceğini düşünmüyordum. Problemlerin olabileceği illa ki aklıma geliyordu ama bunu da kendimi geliştirerek aşabileceğimi düşünüyordum. Tam olarak bunu yaşayacağımı düşünmüyordum. Üst dönemden yeni mezun olanların böyle karanlık dönemler yaşadığını gördükçe ve mezun olmaya yaklaştıkça bu karamsarlık hali tabi ki bende de oluştu. Bir yandan da çok fazla hukuk fakültesi ve mezunu olması buna bir sebep. Ama ne kadar nitelikli hukuk mezunu var bu tartışılır.
Kurduğun şu cümle dikkatimi çekti; “çok ihtiyacınız varsa çalışmaya birçok şeyden feragat edip hayatınızı hiçe sayarsanız çalışabiliyorsunuz.” Bu cümleyi düşündüğümüzde taviz verdiğimiz noktalar; sosyal güvencemiz, kendi kişisel yaşamımız, çoğu zaman kendi karakterimiz, dünya görüşümüz, ilkelerimiz, ideolojilerimiz. Hepsinden taviz vermemiz gerekiyor. Tüm bunlardan sonrası ise artık avukatlık ya da işçilik değil de kölelik oluyor sanki.
Hepimiz üniversiteyi biraz da bizden taviz vermemiz beklenen bu alanları daraltabilmek için, daha nitelikli bir çalışma ortamı için okumuyor muyuz zaten? Bunun için uğraşıyoruz ve çabalıyoruz ama karşılaştığımız şey; “altından kalkabileceksen iş budur ve maaşın da şu kadar ayrıca sana bilgilerimi/deneyimlerimi de vereceğim.” Bu noktada işi istemeyen ben oluyorum ve ironik olan da bu. İşi istememek verebileceğim en doğal tepki bu noktada. Çünkü ben sömürülmek istemiyorum. İşi istemediğim noktada da yanlışı ben yapmış oluyorum. Çünkü onlar için seçenek çok fazla.
İş mi beğenmiyorsun diye soracaktım ama cevap vermiş oldun.
Evet evet. İşi beğenmemek çok normal çünkü istediğim işi yapabilmek için üniversiteyi okudum. İstediğim şartlarda çalışmak için okudum. İşi beğenmediğimi söyleyebilmek elimde olmalıydı. Ama bu noktada alnı ak olan işverenlerken ben yanlış yapan ve iş beğenmeyen oluyorum.
Nitelikli olarak en yüksek verimle çalışabileceğin işi yapak istediğini söylüyorsun. Bunun üzerine aslında çok fazla tartışma var. Sen de hakimsindir diye düşünüyorum. Hukuk fakültelerinde sence doğru bir hukuk eğitimi veriliyor mu? Yoksa yalnızca avukatlık özelinde bir meslek yüksek okuluymuşçasına bir eğitim mi veriliyor?
Ben Marmara Üniversitesi mezunuyum. Görece en iyi devlet okullarından birisi hukuk özelinde. Hocalarımdan memnundum. Aldığım eğitimden de kısmen memnunum. En başında dediğim gibi ‘avukat’ yetiştirmek üzere bir eğitim veriliyor olması rahatsız edici. Ve benim şikayet ettiğim işverenler de bu okullardan mezun. Ve hepsi sadece ‘avukat’ olmuşlar hukuk fakültesinden mezun olarak. Çoğu etik değerlerden yoksun, iletişim kurabilmekten yoksun. İletişim konusunda bu kadar zayıf olmaları ve aslında anormal olan şeyleri normalleştiriyor olmaları benim asıl canımı sıkan nokta. Hala daha “bayanlar için uygun bir meslektir avukatlık.” gibi söylemler üretebilen avukatların var oluyor olması beni gerçekten hayrete düşürüyor. Bu şekilde mesleklerini icra ediyor olmaları gerçekten şaşırtıcı.
Bizim de parçası olduğumuz bu hukuk sistemi birilerinin keyfine göre değişebilen mesai kavramı olmasın, ortada insanca, insana yaraşır bir kural olsun ve uygulansın diye yok mudur aynı zamanda?
Hukuk fakültelerinin sadece avukat yetiştirdiği noktada şöyle bir çıkmaza giriyoruz ve iş görüşmesinde bir işveren bana “benim için mesai kavramı çok mühim değildir, avukatlık böyle bir meslek değildir.” diyebiliyor. Ama zaten içinde bulunduğumuz, bizim de parçası olduğumuz bu hukuk sistemi birilerinin keyfine göre değişebilen mesai kavramı olmasın, ortada insanca, insana yaraşır bir kural olsun ve uygulansın diye yok mudur aynı zamanda? O zaman biz bunun aksini mi üretiyoruz kendi alanımız için. Tabiki mesai kavramı olmalıdır. Ve bunu istemek ‘lüks’ olmamalıdır. İş görüşmesinde “stajyerler de ilk olarak mesai saatlerini soruyorlar!” gibi bir cümleyle karşılaşmıştım. Çalışacağım aralığı bilmek en doğal hakkım. Bunu sormalıyım ve bu noktada gerçekten bir açmazla karşı karşıya kalıyoruz. Neden sorun çıkartıyormuşuz gibi bir muameleye maruz kalıyoruz?
Evet. Neden burada bütün stajyerler aynı soruyu soruyor? Neden bütün işverenler stajyerlere kölelik statüsünde bir iş vadediyor? Esnek çalışma saatleri diye bir zırva var zaten, bu saçma kelime yüzünden insanlar tüm sektörlerde gece 23.00’lara kadar işyerinde rehin tutuluyorlar. Hiçbir katma değeri olmayan kağıt işlerini yapmak için mi? Belki de tüm bunlarla alakalı olarak Türkiye özelinde bir çıkarım yapılabilir. İnsanlar neden mutlu değiller belki de gereken değeri görmedikleri için ve kendi niteliğinde iş yapamadığı için.
Bu şartlarda çalışan kişinin ortaya koyduğu şeyin değeri de tartışılır bir noktada. Hiçbirimiz makine değiliz, belli sınırlarımız ve ihtiyaçlarımız var.
Tüm bu bize anlattığın hikayenden sonra üniversiteye girdiğin andan itibaren geçen süreç: hayal kırıklıkların, karşılaştığın zorluklar, işsizlik kaygısı, gelecek kaygısı, güvencesizlik… Bütün bunların, bu ülkede yaşayan genç işsiz ve kadın bir birey olarak senin için bedeli nedir?
Bu mesleğin ve bazı kavramların; bu mesleği icra edenler tarafından, gerek barolar gerek üniversitedeki hocalar tarafından, anlamsız yüceltilip içinin boşaltılması sebebiyle biz hukuk fakültesi mezunları ve stajyer avukatlar olarak çok büyük, istismara açık bir alanda kalıyoruz bir noktada. Çünkü ne bizden hizmet alan insanlar bize saygı duyuyor ne de biz yaptığımız işi inanarak ya da severek yapabiliyoruz. Çok az zamanda ve alanda kendi potansiyelimizi ortaya koyabiliyoruz. Bunun bendeki yansıması ise şu şekilde: Ben bu mesleği yapmak istiyor muyum? Çünkü belli ki burada ben “esnek çalışma saatlerine onay vermeliyim, az maaş almalıyım ya da maaşım farklı da olsa sigortam asgari ücretten yatmalı”. Bu kabullerin içerisinde geleceğe dair umutlarımın şu noktaya evrildiğini görüyorum: “Evet bu böyle ilerliyor, ben de artık bunu kabul etmeliyim. Etmiyorsam da başka bir iş bulmalıyım kendime” diye düşünüyorum ve bu en başında benim gerçekten üretmek istediğim yapmak istediğim şeyi yapmama da engel oluyor; çünkü karşılığını alamayacaksam o şeyi yapmak istemiyorum. Nihayetinde de yaptığı işi sevmeyen bir insana dönüşmüşmüş oluyorum ki en son ihtiyacımız olan şey bu bence.
Yine sen konuşurken fark ettim. Türkiye’de bu kadar çok üniversite ve hukuk fakültesi açılmasının sebeplerinden biri bu olabilir. Belli olayları değerlendirirken “bu uzun vadede kime yarar?” diye düşünmek bazen zihin açıcı oluyor. Hukuk fakültesi mezunlarının sayısının bu kadar çok olması günün sonunda kime yaradı diye düşünüyorum da galiba yine o güçlü olanların, üst sınıfların, büyük büroların işine yaradı bu iş. Böylece karşılarında kendi hayatından bütün tavizleri vermeye hazır, çaresiz güvencesiz ve dayanacak hiçbir şeyi olmayan belki bir hayali bile olmayan gençler bulabiliyorlar. Bu insanları da senin burada anlattığın koşullarda çalıştırabiliyorlar.
Bu söylediğin şeyle ilgili çok kısa bir şey anlatacağım. Bir tatildeyken otostop çektim ve arkadaşımla birlikte iki avukatın aracına bindik. Avukat olduklarını anladım ve benim de stajyer avukat olduğumdan bahsettim. Adam bana dedi ki “avukatlık çok güzel bir meslek, dünyaya tekrar gelsem yine avukat olmak isterdim, harika bir meslek. İlk yılları çok zor ama sonrasında durup ‘bu kadar parayı nasıl kazanıyorum’ diye düşünüyorum.” Ben hayretle dinliyorum tabi, ilerleyen dakikalarda bana ofisinde çalışan stajyerlerden bahsetti. Biri Kartal Adliyesi’nde öbürü Çağlayan’da çalışıyormuş. Onlara aylık bin lira verdiğinden ve kaç saat çalıştırdığından bahsetti. Ben o noktada “bu kadar parayı nasıl kazandığına şaşırmamak gerek” diye düşündüm. Başka insanların emeklerini sömürerek kazanıyor. Gerçekten en çok kimin işine yarıyor? Emeği sömürme eğiliminde olan kişilerin işine yarıyor, onun dışındakiler sadece kendilerini, etik değerlerini sorguluyorlar. Seçimlerini sorguluyorlar.
Çok teşekkür ederiz. Çok keyifli oldu seninle sohbet etmek.
Ben teşekkür ederim.