Written by 00:10 Çeviri

Joan Robinson’dan Keynesyen İktisat Dersleri II: Yatırım ve Tasarruf

Oktay Özden derledi…

Terminoloji

Yatırım, reel sermayeye yapılan bir eklemedir. Yeni evlerin, binaların, fabrikaların, demiryollarının inşa edilmesi veya hammaddenin stoklara girmesi yeni yapılan yatırımı ifade eder. Kelimenin bu kullanımı, günlük kullanımdan oldukça farklıdır. Örnek vermek gerekirse günlük hayatta “Arçelik’e 50 bin TL yatırım yaptım.” diyen biri, var olan fiziki sermaye stoğunu (hammade, makine veya teçhizat) artırmış olmaz. Yani bir kişinin hisse senedi satın almasıyla sermaye stoğunun genişlediği söylenemez. Bu girişim ile yeni ev, bina, fabrika yapılmasına neden olunuyorsa bir sermaye yatırımından bahsetmek mümkündür.

Diğer yandan tasarruf, günlük kullanımdaki manasına uygun olarak toplam gelir ile harcamaların farkını ifade eder. Gelir, satılmış olan mal ve hizmetlerden elde edilir. Çalışarak elde edilen ücretler, özel bir mülkün kirası, çıktıya katkı sağlayan makine ve teçhizat, borç verilen para; gelirin başlıca kaynaklarıdır. Gelirin iki şekilde kullanımı vardır: İlki tüketim, ikinci ise servet birikimi veya yatırımdır. Sermaye mallarının onarımı ve yenilenmesi çalışmaları, en iyi haliyle tüketim malını üretme sürecinin bir parçası olarak görülür ve bu tür faaliyetlerden ele edilen gelirler, yatırım gelirleri olarak düşünülmemelidir.

Yatırım ve Tasarruf Eşitliği

Bireylerin servetlerini tasarruf yaparak yani gelirlerinden daha az harcayarak artırması, reel sermaye üretiminin genişleyeceği anlamına gelmez. Daha açıkça söylemek gerekirse tasarruflar, kendi içinde yatırımların gerçekleşmesine neden olmaz. Fakat kolaylıkla görülebileceği üzere iktisat camiası, bir bütün olarak tasarruf oranının yatırım oranına eşit olması gerektiğini söyler. İktisatçıların ağzından eksilmeyen “yatırımlar istenildiği seviyede değil çünkü yeteri kadar tasarruf etmiyoruz” söylemi bu temele dayanır.

Ekonomideki bütün gelirler, ya tüketim mallarının üretilmesinden ya da yatırım mallarının üretilmesinden elde edilir. Ve ayrıca bütün gelirler aynı zamanda ya tüketim mallarına harcanır ya da tasarruf edilir. Dolayısıyla tüketim malı üretmekten elde edilen gelir, onlar için harcanan paraya eşittir. Böylece tasarruf edilen miktar, yatırım mallarının üretiminden elde edilen gelirin miktarına eşittir. Kısacası tasarruf oranı, yatırıma eşittir.

Şimdi aynı şeye bir de şu pencereden bakalım: Tasarruf eden her birey servetini artırırken, gelirinden daha fazlasını harcayan herhangi bir birey -yani, eldeki birikimini de harcayarak- geçmiş birikiminin bir kısmını tüketir veya borcunu artırarak servetini azaltır. Bütün bireylerin tasarruflarının toplamı, toplumun refah düzeyini gösterirken bu refahın artışı, dönemler arası yatırımların artmasına bağlıdır.

Fakat tasarruflar yatırımlarla aynı değildir. Tasarruf oranının yatırım oranına eşit olduğunu söylemek, bir bütün haldeki bireyler için, her bir bireyin tasarruf etme eyleminin yatırımı tetikleyeceği anlamına gelmez. Elbette her birey harcamada veya tasarruf etmede özgürdür. Bireylerin tasarruf etme motivasyonu, onların sağduyuları, aile duyguları ve onurlarıyla yakından ilişkilidir. Ya da bu motivasyon, kişilerin yeni harcama yapma düşüncelerinin yetersiz olması durumundan da etkilenir. Diğer yandan her bir yatırımcı, kâr umuduyla ne kadar sermaye yatırımı yapacağı konusunda da özgürdür. Tasarruf kararı ve yatırım kararı açıktır ki birbirinden bağımsızdır ve farklı sınıf motivasyonları içerir.

İçinde yaşadığımız kapitalist üretim tarzından farklı üretim tarzlarında tasarruf ve yatırım kararları birbirlerine bağlı olabilir. Bürokratik bir sosyalist sistemde devlet ne kadar yatırım yapılacağına karar vererek ne kadar tasarruf yapılacağını da kontrol edebilir. Borç almanın ve paranın olmadığı daha ilkel bir üretim biçiminde tasarruflar, tekil aile mülkiyetinde bulunan gıda ve mal stoklarına eklenen fazlalık biçiminde bulunabilir. Bir aile daha fazla tasarruf yapmak istediğinde mahsullerinden daha az az tüketip ellerinde bulunan stoğu artırmak ister.

Fakat içinde yaşadığımız kapitalist üretim tarzında tasarruf kararı ile yatırım kararları birbirlerine bağlanamaz ve bu kararların ardındaki motivasyonlar birbirinden tamamıyla farklıdır.

Yatırımlar arttığında ne olur?

Genel bir işsizliğin olduğu zamanda bireylerin tasarruf etme eğilimleri sabit kalırken kapitalistlerin yatırımlarını normalin ötesinde genişlettiğini düşünelim. Bu durumda sermaye malları endüstrilerindeki aktivitenin artmasını bekleriz. Dolayısıyla gelir düzeyi de yükselir; geliri olmayan işsiz insanlar ücretli olarak çalışmaya başlarken kârlarda yükselir. Yaratılan bu gelirin bir kısmı harcanırken, tüketim malları endüstrilerinde de canlanma görülür ve bu sonraki gelir artışının gerçekleşmesine bir işarettir.

Daha yüksek bir gelir düzeyinde, tasarruf eden insan sayısı da artar. Acil ihtiyaçlar giderilirken ve hayat standardı yükselirken, mal ve hizmetlerin şu anki tüketiminin önemi servet sahibi olmanın avantajlarına kıyasla azalmaya başlar. Böylece tasarrufların gelirlerin artışıyla yükseldiğini, genel bir kural olarak söylemek gerekir.

Tasarruflar, gelirlere bağlıdır. Gelirler ise üretilen yatırım mallarının düzeyine bağlıdır. Herkes istediği kadar tasarruf etmekte özgürdür ama ne kadar tasarruf edilebileceği gelir düzeyine ve o geliri var eden kapitalistlerin sermaye yatırımlarının düzeyine bağlıdır. Tasarruflar yatırımlara eşittir. Çünkü yatırımlar, tasarruf etmek isteyen insanların koşullarını belirler. Yatırımlar artarsa o koşullar iyileşir. Yatırımlar, yatırım oranlarına eşit düzeyde tasarruf etmeyi gerektirecek miktarı, geliri yaratır.

Tasarruflar artarsa ne olur?

Bir önceki bölümde bahsettiğimiz gibi yatırımların gelirlere neden olması ve dolayısıyla tasarrufları yaratması argümanı tersine işlemez. Tasarruf etme eğilimi, yatırımları tetiklemez. Örneğin bireylerin tasarruf etme eğilimlerinin yükseldiğini varsayalım. Bu durumda gelir içerisindeki tasarruf miktarı artar. Diğer yandan kapitalistlerin bir önceki dönemde gerçekleştirdiği yatırım düzeyinin sabit olduğunu düşünelim. Bireylerin daha az harcaması, tüketim malları piyasasındaki aktiviteyi düşürür. Dolayısıyla bir sonraki dönemde bu piyasadaki yatırımların tıkanmasıyla bu piyasadaki gelir düzeyinin düşmesine neden olurlar. Buradan da görüldüğü üzere, bir insanın harcaması aynı zamanda diğerinin geliridir. Bu yüzden biri daha az harcarsa diğeri daha az kazanır. Gelirler, bireylerin tasarruf etme eğilimindeki artış miktarı kadar düşerken ve bir bütün olarak toplumun geliri düşerken şu anki tasarruf oranı, yatırım oranını aşamaz.

Bireyin tasarrufu, yatırım oranlarını doğrudan etkilemez. Kapitalist, piyasada herhangi bir sektöre yapacağı yatırımda kâr kokusunu almışsa o yatırımı gerçekleştirir. Eğer kârlılık yoksa toplumdaki tasarruf düzeyi yüksek olsa da yatırım gerçekleşmez. Buradaki inisiyatif tamamıyla kapitaliste bağlı olup tasarruflar ile ilişkisizdir. Eğer ki bireylerin tasarruf etme eğilimi artarsa ve kapitalistlerin yeni sermaye yatırımları artmazsa sonraki dönemde toplam tasarruf oranında herhangi bir artış olmaz ve tasarruf etme dürtüsü gereksiz bir israfa yol açar. Tüketim düşer ve gelir düzeyi tüketimdeki düşüş kadar düşer. Böylece tasarruf etme dürtüsü, bir sonraki dönem gelirlerinde ve dolayısıyla tasarruflarında düşüşe neden olarak topluma herhangi bir maddi katkı sağlamaz.

Kısacası ekonomideki tasarruf etme eyleminin ve kararlarının yatırımlara doğrudan bir etkisi yoktur. Tasarruf etme eğilimi ancak mevcut tüketim seviyesini, tüketim mallarının mevcut çıktısını ve dolayısıyla gelir seviyesini doğrudan etkileyebilir.

İstifleme veya Yastık Altı Yanılsaması

İktisatçılar arasında bir önceki bölümlerde anlatılan görüşün reddedildiği görülür. Bu gruptaki iktisatçılar tasarrufları hisse senedi vb. menkul kıymetlerle ilişkilendirir ve bu görüşe göre tasarruflar artarsa hisse senetlerine olan talep de artar. Dolayısıyla yatırımların finansmanı için yeni hisse senetleri piyasaya sürülür ve artan tasarruflar yatırımların artmasına neden olur.

Bu argüman henüz başlangıç aşamasında geçerliliğini yitirir. Bir bireyin tasarruf düzeyini yükseltmesi, diğerinin tasarrufu için düşüş demektir. Dolayısıyla bireysel olarak tasarruf düzeyini artıran kişi, ekonomideki tasarruf düzeyinin artmasına herhangi bir katkıda bulunmamış olur ve ayrıca bu durum hisse senedi talebinde herhangi bir artışı da neden olmaz. Bu ilk aşamadaki hata ileride daha komplike sorunlara yol açar. Eğer ki tasarrufların artması doğrudan yatırımların artmasına neden olsaydı, işsizliğin ortada açıkça gözükmesi oldukça zor olurdu. Fakat bu gruptaki iktisatçılar, bu noktada işsizliğe bir açıklama getirmek için genellikle istifleme/yastık altı kavramına başvururlar. Bu açıklamaya göre bireyler tasarruf eder ve hisse senedi satın alırsa yatırımlar doğrudan artar. Fakat tasarruf etmeyi düşündükleri parasal geliri ceplerinde tutar veya yastık altı yaparlarsa böyle bir durumda yatırımlar artmaz.

Bu açıklama çok basit bir hatayı içerir. Her iki durumda da bireylerin tasarrufları yatırımların nedeni değildir. Bireylerin servet olarak biriktirdikleri tasarrufların (ister yeni tasarruf edilmiş olsun isterse de daha önceki dönemlere ait tasarruflar olsun), hisse senedi yerine para formunda bulunması, faiz oranları üzerinden yatırım oranına etki etmede önemli rol oynar. Fakat bu etki dolaylı ve oldukça komplikedir. Bireyin tasarrufu, hisse senedi alsın veya almasın, yatırım oranlarına doğrudan etkide bulunmaz. Birey tasarruf edeceği miktar ile dilerse hisse senedi alır, dilerse miktarı nakit para olarak yastık altı yapar. Fakat bu girişim, diğer bireyin daha az tasarruf edeceği anlamına gelir. Çünkü bir kişinin tasarruf düzeyini artırması, tüketimini kısması anlamına gelir. Kısılan tüketim ise bir başkasının gelirini etkiler. Kısılan tüketim diğer bir insanın gelirini kaybetmesine (örneğin işsiz kalmasına) neden olarak toplanık haldeki tasarruflara etki etmez. Servetin para ya da menkul kıymet olarak tutulması, yatırımlar ve tasarruflar arası etkileşimle ufak bir bağlantıya sahiptir.

İstifleme/yastık altı yapma düşüncesindeki hata kuşkusuz ortadan kaybolan tasarrufların nereye gittiğini bulma arzusudur. Bireylerin tasarruf etme arzusu artmış ancak kapitalistlerin yatırımları artmamışsa, açıktır ki daha sonra mevcut tasarruflar artmazken eksik tasarrufların (artmayan miktarının) menkul kıymetler yerine bir şekilde paraya yani yastık altına giderek kaybolduğu söylenebilir. Fakat bu makul bir açıklama değildir. Tasarruflar ortadan kaybolmuştur. Çünkü bir işçinin harcamalarını kısarak tasarrufunu bireysel olarak hızlı bir şekilde artırması, diğer işçinin gelirini kaybetmesine ve yapabileceği tasarrufu yapamamasına neden olur. Ortadan kaybolan bu tasarrufu yastık altında veya başka bir yerde aramanın mantığı yoktur.

Sonuç Yerine

Özetle yatırımların artması (tasarrufların yatırımlarla denkleşeceği noktada), gelir düzeyi artışına neden olur. Fakat tasarruf eğilimindeki artış, gelir düzeyinde düşüşe neden olarak genel tasarruf düzeyini önceki düzeyinin üzerinde bir noktaya ulaştırmaz. Gelirdeki değişim üzerinden yatırımlar ve tasarruflar arası denklik korunur. Böylece gelir düzeyinin, yatırım oranları ve tasarruf eğilimi tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz. Tasarruf eğilimi sabitken gelir düzeyi, yatırım oranlarındaki artıştan pozitif yönde etkilenir.  Yatırım oranları sabitken gelir düzeyi, tasarruf eğilimindeki artıştan negatif etkilenir.

Artık kaynakların atıl halde nasıl boşa harcanabileceği hakkında geçiçi bir açıklamaya sahibiz. Kapitalistlerin verili koşullarda yapmak isteyeceği yatırım miktarı, kaynakların tam tesisini gerektiren gelir düzeyi üzerinden işçilerin yaptığı tasarruf miktarından düşüktür. Dolayısıyla tam istihdam sağlanamaz ve açıktır ki gelir düzeyi olması gerektiği gibi, yani tam istihdamın elde edilebileceği düzeyin gerisindedir. Bu duruma şu pencereden de bakabiliriz: Kapitalistlerin gelecekteki kâr beklentileri ile yatırım kararları aldığını düşünelim. Mevcut yatırım düzeyi sabitken bireylerin mevcut tüketim harcamalarını kısarak tasarruf yaptığını düşünürsek yatırım oranları ile toplam gelir düzeyi arasındaki fark bize tam istihdamın sağlanamayacağı gerçeğini verir.

Böylece popüler işsizlik tanımı “bolluk içinde yoksulluk”, hakikatin büyük unsurlarını içerir. Bazı bireylerin gelir düzeyleri harcayabileceklerinin ötesinde o denli yüksektir ki bu gelirin büyük bir kısmını tasarruf ederek veya harcamalarını kısarak piyasadaki kârlılığı tesis edecek hasıla miktarının (ki bu hasıla düzeyi kapitalist için yeniden yatırım, işçi için iş demektir) gerçekleşmemesine neden olur.

Bu haliyle argümanımız ilerleyen derslerde netleşecek olan meselelerin geçici bir açıklamasıdır.

Sonraki Bölüm: Çarpan

Not: Joan Robinson’ın “Introduction to the Theory of Employment” kitabının ikinci bölümünden çevrilip derlenmiştir.

(Visited 1.597 times, 1 visits today)
Close