2011 yılının haziran ayıydı. Arap halk ayaklanmaları Kuzey Afrika’yı alt üst etmiş ve son olarak Suriye’ye sıçramıştı. Ankara diken üstünde, başbakanın henüz birkaç ay önce 7 Mart’ta “kardeşim” diye seslendiği Suriye liderinin Deraa’daki ayaklanmaya yönelik tepkisini izliyordu. Suriye’de kurulu düzenin yıkılması, Libya’dan ve hatta Mısır’dan da farklı olarak Türkiye’de önemli sonuçlar doğurabilirdi. Tabii Esad’ın gitmesi halinde, bu iki ülkenin tarihsel kodlarıyla uyumlu (!) olarak Ankara (Ak Parti ideolojisi mi demeliyiz?) güdümlü bir iktidarın kurulması her türlü olumsuz senaryoyu ters yüz edebilirdi!
Cisr eş-Şuğur katliamı bu atmosferde işte gerçekleşti. İdlip’e bağlı Cisr eş-Şuğur’da 4-5-6 Haziran 2011’de yaşananlar dünya basınındaydı: Suriye Ordusu sivil halkı katletmişti. Bilanço: 120 ölü. Amerika Birleşik Devletleri’nin Batı kamuoyuna yönelik en güçlü propaganda aracı CNN Effect (bu olayda El Cezire, BBC Arapça, El Arabiyya efekt), işinin başındaydı. Sahi gerçekte katliamın arkasında kim vardı? Postanede, insanları tüplerle patlatarak katleden kimdi?
Anadolu Ajansı Şam muhabiri Hediye Levent’in görüntülediği Türkiye imalatı mermiler, El Cezire’nin göstermediği bir gerçeğe işaret ediyordu. Musa Özuğurlu’nun o dönem çalıştığı TRT Türk için Cisr eş-Şuğur halkıyla yaptığı röportajlar, çoğu şehir dışından taşınan silahlı muhaliflerin merkezi hükümet yanlısı halkı katlettiğini ve halkın Suriye Ordusu’nun kente girişini coşkuyla karşıladığını bildiriyordu. Musa Özuğurlu haberini yayımlatamadı. Hediye Levent’in işine kısa süre sonra son verildi. Ankara, Suriye krizi karşısında yeni politikasını belirlemiş ve bu doğrultuda çoktan harekete geçmişti.
Hikâyenin devamı hepimizin malumu: 9 yıla yaklaşan iç savaş, harap edilen tarihî kentler, topraksal olmayan bir terör devleti projesi olarak DEAŞ ve kalıntıları… Her safhası Türkiye’nin içinde de ayrı etkiler yaratan bu süreç, Suriye bağlantılı olarak Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör olaylarına da sahne oldu. Fakat Şam bir türlü düşmedi. Suriye halkı direndi. Suriye Ordusu, Rusya’nın silahlı muhaliflere yönelik şiddetli hava saldırıları ve İran destekli milis güçler; 2015’ten itibaren savaşın seyrini değiştirerek adım adım Esad yönetiminin hâkimiyet bölgesini genişlettiler. Bugün, rejime öncelikli tehdit oluşturmayan kuvvet PYD/YPG güçlerinin kontrolündeki bölgeler hariç tutulursa merkezî hükümetin kontrolü dışında kalan tek kent İdlip. Savaş, Cisr eş-Şuğur’daki o kırılma noktasının yaşandığı yerde ancak bu kez farklı güç dengeleriyle.
İdlip’te İki Karşılaşma
İdlip’te 2011’deki karşılaşma sırasında saflar şu şekildeydi: Bir yanda ABD öncülüğünde AB ve Türkiye ile desteklenen Suriye muhalefeti. Diğer yanda ise Rusya Federasyonu ve İran destekli olduğu halde, henüz sürecin ne yöne evrildiğini tam olarak idrak edememiş görünen Beşar Esad yönetimi. Bu karşılaşma aynı zamanda, Türk dış politikasının geleneksel çizgisinden koparak maceracı ve mezhepçi bir siyasal vizyonla Ortadoğu’da müdahaleciliği benimsediğini göstermekteydi.
İkinci karşılaşmada ise Türkiye’nin, Astana ve Soçi süreçleriyle açık bir şekilde Suriye toprak bütünlüğü lehine aldığı pozisyonu yeniden terk etmesiyle ilk bakışta benzer ancak siyaseten tamamen farklı bir tablo ortaya çıktı: Bir yanda İdlip’teki silahlı radikal güçlerin yegâne destekçisi olarak Türkiye ve bu konudaki pasif desteğine karşın artık güvenilmez ve öngörülemez ABD. Diğer yanda ülkenin en büyük ve stratejik kentlerinde yeniden düzeni tesis etmiş olan ve kuvvetli Rus ve Şia (İran) desteğini arkasına almış olan Suriye. Bu tabloda yanıtı bir türlü bulunamayan soru şu: Henüz birkaç ay öncesine kadar koşullar Ankara-Şam diyaloğunu kaçınılmaz hatta olası kılmışken bu yolu görmezden gelerek sahada askeri nüfuzu ile var olmayı tercih eden Ak Parti dış politikasının İdlip’ten muradı ne?
Ortadoğu’ya ilişkin bütün siyasi emelleri ve angajmanı Mısır’da ve Suriye’de hüsranla sonuçlanan iktidarın; krizler, kritik manevralar, kanlı terör saldırıları ile geçen 9 yılın ardından rasyonel bir seçim yapması beklenirken yerine getirilmeyen sözler, uygulanması mümkün olmayan mutabakatlar ile artık kangrene dönen İdlip şimdiden 13 askerimizin hayatına mâl oldu. Günaşırı 180 derece değişebilen Ankara; Rus gayrinizami harp yöntemleriyle boğulan ve Suriye Ordusu’nun ilerleyişiyle günden güne zayıflayan İdlip’teki ağır silahlı radikaller konusunda, daha fazla şehit vermek pahasına rasyonel bir manevraya yanaşmıyor. Bir buçuk yıl önceki İdlip mutabakatı koşullarına dönmek artık imkansız. Muhaliflerin silah bırakması ve kenti ağır silahlardan temizlemek ise Türkiye’nin kapasitesini aşıyor. Şimdiden yüz binlere ulaşan göç dalgası insani ve güvenlik açısından büyük riskler barındırıyor. Kasım Süleymani suikastı sonrası SETA’cıların kutlamaları, Rusya’yla Libya’da yaşanan yol ayrılığı da cabası. Türk dış politikası açısından Suriye krizi başladığı yerde, İdlip’te düğümlendi.