Written by 01:32 Röportaj

Selim Sezer’le İsrail’in İlhak Planı Üzerine

Dr. Selim Sezer’e İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak planını sorduk.

Modern Türkiye tarihi ve Ortadoğu araştırmacısı Dr. Selim Sezer ile İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak planını, İsrail siyasetindeki iç dinamikleri ve Yüzyılın Anlaşması’nı konuştuk.

İsrail’in Batı Şeria’daki yasa dışı yerleşim birimlerini ve Ürdün vadisini kapsayan ilhak planı ne anlama geliyor? Planın Donald Trump tarafından açıklanan “Yüzyılın Anlaşması” ile ilgisi var mı?

Bu soruya yanıt vermeden önce, İsrail’in Batı Şeria’da halihazırda devam eden varlığının tümüyle gayrimeşru ve uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurgulamak gerekir. Bilindiği gibi Haziran 1967’de gerçekleşen Altı Gün Savaşı esnasında İsrail; Gazze’yi, Batı Şeria’yı, Kudüs’ün doğu kısmını, Sina Yarımadası’nı ve Golan Tepeleri’ni işgal etmişti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aynı yılın kasım ayında aldığı 242 sayılı karar ise İsrail’in bu bölgelerden hemen çekilmesi gerektiğini söylüyordu. Bununla birlikte Sina’dan çekilme ancak 1979 yılındaki Camp David Antlaşması sonrasında gerçekleşirken Gazze’den çekilme 2005 yılını buldu. İsrail; Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Golan Tepeleri’nden ise hiçbir zaman çekilmedi ve yakın zamanda Trump yönetimi Suriye toprağı olan Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini resmen tanıdı. Keza bilindiği gibi Kudüs de (işgal altındaki doğu kısımları dahil) İsrail’in başkenti olarak kabul edildi ve ABD Büyükelçiliği Tel Aviv’den Kudüs’e taşındı.

Batı Şeria’da yarım asırdan beri devam eden askeri işgale ve kontrol noktalarına ilave olarak bir başka önemli uluslararası hukuk ihlali daha bulunuyor. Nitekim Dördüncü Cenevre Sözleşmesi hükümleri uyarınca bir devletin işgal ettiği topraklara kendi vatandaşlarını yerleştirmesi bir savaş suçudur. Yine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2334 sayılı kararı da özel olarak İsrail’in Batı Şeria’daki ve Kudüs’ün doğusundaki yerleşim birimlerini uluslararası hukukun açık ihlali olarak kabul etmiş ve bu yerleşim birimlerini yasa dışı addetmiştir. Buna karşın Batı Şeria’da halen dört yüz bine yakın yerleşimcinin yaşadığı yüzden fazla İsrail yerleşim birimi bulunuyor. Bu bölgelerde yaşayan yerleşimciler genellikle en fanatik görüşleri savunan kişiler oluyor. Çok sayıda örgütleri de var ve gerek bu örgütler, gerekse de tekil yerleşimciler bugüne kadar Filistinli yerli nüfusa karşı bir kısmı ölümle sonuçlanan, kayıtlara geçmiş on binden fazla saldırı düzenlediler.

Temelleri itibarıyla yerleşimci sömürgeciliği üzerine kurulan İsrail, şimdi bir adım daha ileriye gitmeye hazırlanıyor. Filistinlilerin önemli tarım arazilerinin ve su kaynaklarının da bulunduğu Ürdün Vadisi de dahil olmak üzere Batı Şeria’nın önemli bir kısmının ilhak edilerek “resmen” İsrail toprağı haline getirilmesi hedefleniyor. Bu elbette Trump yönetiminin -bazı Körfez Arap monarşilerinin de zımni, hatta bazı bakımlardan açık desteğiyle hazırladığı- “Yüzyılın Anlaşması”yla önemli ölçüde paralellik taşıyor. Bu planın açıklanmasının İsrail’i ilhak adımını atması için cesaretlendirdiğini de söyleyebiliriz. Nitekim söz konusu plan, Batı Şeria’nın bir kısmının ve/veya Batı Şeria’da bulunan İsrail yerleşim birimlerinin ilhak edilmesi karşılığında, Filistinlilerin elinde kalan küçük toprak parçalarında ordusuz bir “Filistin devleti” kurulmasını ve bu “devlete” bir miktar para verilmesini öngörüyordu. Bazı yönlerden muğlak ve karmaşık olan planı sanırım bu şekilde özetleyebiliriz.

Sıklıkla dillendirilen argümanlardan biri, “Yüzyılın Anlaşması”nın ve ilhak planının iki devletli çözüm ihtimalini yok edeceği yönünde. Ancak bu çözüm modelinin zaten yıllardır can çekiştiğini, son hamlelerin ise gerçekte iki devletli çözümün “tabutuna son çiviyi çakacağını” söylemek daha doğru olacaktır.   

Netanyahu ile Gantz arasında ilhak konusunda bir anlaşmazlığın olduğu söyleniyor. Mayıs ayında Sputnik Türkiye’ye yaptığınız açıklamalarda bu anlaşmazlıkların Filistin söz konusu olduğunda ortadan kalktığını ifade etmiştiniz. Ancak bu son haftalarda planın yürürlüğe konması konusunda yaşanan duraksama böyle bir anlaşmazlığın sonucu olabilir mi? İlhak planının 1 Temmuz’da Knesset’e sunulması bekleniyordu. Süreç şimdi hangi aşamada?

İsrail Komünist Partisi de dahil olmak üzere bu ülkedeki siyasi aktörlerin büyük çoğunluğu, benim “Siyonist toplumsal sözleşme” olarak adlandırdığım, İsrail’in kurucu temelleri ve rejimin karakteristik niteliklerine ilişkin temel çerçevenin sınırları içerisindedir. İçlerinden bazıları Gazze’ye yönelik hava saldırılarını kınayabilir, hatta ‘67 sınırlarına çekilmeyi savunabilir, ancak rejimin yapı taşları ciddi bir tartışmanın konusu olmaz. Benjamin Netanyahu’nun Likud Partisi ile Benny Gantz’ın Mavi-Beyaz İttifakı arasındaki ayrım çizgileri ise söz konusu işgal ve yerleşim politikaları olduğunda daha da dardır.  Nisan ayında da iki liderin ilhak konusunda uzlaşma içinde olduğu medyaya ve kamuoyuna yansımıştı. Bizim dışarıdan takip edebildiğimiz kadarıyla şu anda Netanyahu ve Gantz; ilhak planının bizatihi kendisi konusunda değil, sınırları ve kapsamı konusunda anlaşmazlık içinde. Daha somut olarak üç ihtilaf konusu öne çıkıyor: ilhak edilecek toprakların büyüklüğü, ilhak takvimi ve bu yönde atılacak adımların sırası. Ayrıca Gantz’ın kısmen daha “rasyonel” hareket ederek uluslararası tepkileri de dikkate almak istediği söyleniyor. Gantz özellikle de Mısır ve Ürdün gibi geçmişte İsrail’le barış anlaşması yapmış “dost” ve “komşu” Arap ülkelerinin rızası alınmadan harekete geçmemeyi savunuyor. 1 Temmuz için planlanan adımın henüz gerçekleşmemesi ve şu anda ufukta yeni bir somut tarihin de görülmemesi birinci sırada bu durumla açıklanabilir.

Tarihsel örnekleri pek umut verici olmasa da ABD dışında uluslararası kamuoyunun ilhak planına tepkili yaklaşımının sonuç verme ihtimali nedir? Uluslararası kurumların ya da diğer aktörlerin baskısı yoluyla planın hayata geçirilmesinin önlenmesini mümkün görüyor musunuz?

Uluslararası durumun, dengelerin ve tepkilerin ilhak planı üzerinde bir derece etkili olabileceğini düşünüyorum. Her ne kadar İsrail bugüne kadar Birleşmiş Milletler kararlarına ve uluslararası hukukun diğer gerekliliklerine riayet etmemiş olsa da her ne kadar bunlar için hiçbir yaptırımla karşılaşmamış olsa da her ne kadar Arap rejimleri İsrail’le normalleşmek için sıraya girse de ve uluslararası platformlarda İsrail’i en fazla eleştiren ülkelerden biri olan Türkiye İsrail’le olan ikili ticaret hacmini her geçen yıl biraz daha fazla arttırıyor olsa da İsrail’deki karar alıcıların uluslararası siyasette parya devlet konumuna düşme tehlikesini zaman zaman dikkate alıyor olduğunu düşünüyorum.

İsrail’in “rutinleşmiş” hak ihlalleri, örneğin Gazze’de işlenen savaş suçları, yerleşim faaliyetlerinin yoğunlaşması veya yerleşimci saldırılarının artması, özellikle Kudüs’te gerçekleşen ev ve arazi gaspları, Müslüman ve Hristiyanların mabetlerine düzenlenen saldırılar, mültecilerin geri dönüşünün önünün tıkanması gibi İsrail’le özdeşleşmiş birtakım uygulama ve politikaların her birinin uluslararası hukukun ve siyasetin konusu olması ve yaptırımlar üretmesi gerekir. Ne yazık ki bu, hemen hemen hiçbir zaman olmayan bir durum. Ancak tek taraflı ilhak ve toprak alma gibi majör bir ihlal, aynı tepkisizlikle karşılaşmayabilir.

Şu an içinde bulunduğumuz momentte İsrail’in en çok elini rahatlatan şey, ABD yönetiminin başında Donald Trump gibi ne istiyorlarsa veren bir başkanın bulunması. Fakat dört aydan az bir zaman sonra ABD’de seçim var ve Trump’ın yeniden seçilme ihtimali düşük. Her ne kadar tüm ABD başkanları şu ya da bu düzeyde İsrail yanlısı olsa da ve bu küresel emperyalist siyasetin “ayrılmaz” bir parçası olsa da Kasım ayından sonra Bill Clinton ve Barack Obama dönemlerinde olduğu gibi bazı yönlerden Tel Aviv’in frenlenmesi veya görece daha “dengeli” ve “uzlaşmacı” bir siyasetin izlenmesi söz konusu olabilir. Şu anda Trump’ın karşısındaki en güçlü aday konumunda olan Joe Biden, iki ay önce konuyla ilgili yaptığı bir açıklamada “tek taraflı ve barışın altını oyan adımlara” karşı olduğunu, kendisinin yönetiminde ilhaka yeşil ışık yakılmayacağını ve gerçekleşmiş olması durumunda ilhakın tanınmayacağını söylemişti. Bu durum şu anda İsrail’in karşı karşıya olduğu en önemli handikap olabilir. Hatta bir ihtimalle ilhak kararı ABD seçimleri sonrasına kadar ertelenebilir ancak bu, Biden’ın seçilmesi ve aynı çizgiyi sürdürmesi halinde planın tamamen rafa kalkması anlamına da gelebilir. Büyük bir ihtimalle, olası bir yönetim değişikliği halinde “Yüzyılın Anlaşması” da revize dahi edilmeyip çöpe atılacak ve tarihte Trump ve ekibinin saçmalıklarından biri olarak anılacaktır.    

İranlı General Kasım Süleymani’nin 2020 başında öldürülmesi ile birlikte başta Irak, Suriye, Lübnan, Yemen olmak üzere bütün coğrafyadaki İran yanlısı aktörlerin bir çözülme riskiyle karşı karşıya olduğu değerlendirmeleri yapılmıştı. Bu elbette İsrail’in manevra alanının da genişleyeceği anlamına geliyordu ki İran’daki gelişmeler sürecin hala devam ettiğini gösteriyor.

İran’ın Filistin’de desteklediği hareketleri de düşündüğümüzde 2020’nin ilk yarısında yaşanan gelişmelerin Filistin özelinde etkileri oldu mu?

Kasım Süleymani sadece İran Devrim Muhafızları Komutanı değildi; merkezi İran’da bulunan, bir ucu Yemen’e, diğer ucu Lübnan’a ve Filistin’e kadar uzanan, çok sayıda devleti, devlet dışı siyasi aktörü ve askeri örgütlenmeyi barındıran bir ağın temel bağlantı ve koordinasyon noktasıydı. Tam da bu yüzden hedef alındı ve öldürüldü. Suikastın hemen sonrasında bahsettiğimiz aktörlerde bir şok ve sarsıntının meydana geldiği görülebiliyordu. Ancak kısa süre sonra Irak’ta gerçekleşen gelişmelere, örneğin Irak parlamentosunun ülkedeki ABD askerlerinin varlığını yasa dışı ilan etme kararı almasına ve çeşitli milis gruplarının ABD unsurlarına karşı düzenledikleri eylemlere baktığımız zaman, pratikte önemli bir değişim yaşanmamış gibi görünüyor. Yemen’de Husiler Suudi işgaline karşı mücadelesini sürdürüyor ve karşılarındaki Körfez koalisyonu çatırdıyor. Lübnan’da bir dönem protestolar Hizbullah’ın silahsızlandırılması talebine doğru evrilmeye zorlansa da bu pek bir karşılık bulmadı. Benzer bir durumun Filistin için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Filistin direnişi bu süreçte herhangi bir şekilde güç kaybetmedi. Filistinli siyasi ve askeri hareketlerin en önemli sorunu, zaman zaman baş gösteren iç bölünmeler ve çatışmalar. Ancak İsrail’in ilhak planları karşısında bu iç bölünmeler de en azından bir süreliğine rafa kalkmış ve bir ulusal mutabakat sağlanmış gibi görünüyor.

(Visited 456 times, 1 visits today)
Close