Written by 17:59 Makaleler

İran, Devrim, Sanat, Ambargo ve Çıkar Çatışmaları…

Shahzadeh N. İgual yazdı.

“1979 devrimi yaşandı ülkemde. Yaşanması uygun görüldü! Binlerce yıllık bir kültürün torunu olan bir neslin kanıyla, binlerce yıllık bir düzenin yıkılmasını, sayfalarının içine sığdırdı tarih.

Sol ve sağın tüm kesimlerinin, sanatçıların, bilim adamlarının, öğrencilerin, eğitimcilerin, tüccarların, çiftçilerin ve fundamentalistlerin tek yumruk olup Şahenşah Pehlevi’yi devirmelerinin üzerinden yaklaşık bir yıl sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu coğrafyasına meşhur ‘müdahaleci’ çomağının sokulmasıyla birlikte Saddam’ın ordusu bir gecede İran’ın güneybatısındaki şehirlere doğru saldırıya geçti. Kimi aydınlara göre teslimiyetçi, kimi tarihçilere göre oyuna getirilmiş İngiliz sempatizanı Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesine yardımcı olan, saman altından su yürüten ve bu alanda yabana atılmayacak kadar sabıkaya sahip Amerika, yakın tarihin kabul edilen en acı insanlık trajedilerinin yaşandığı sekiz yıllık savaşın müsebbibi olarak gösterildi. Jimmy Carter’ın düğmeye basmasıyla başladığı kabul edilen menfur Irak-İran Savaşı’nın ilk iki yılı, İran’ın devrim nekahetinde sürdürdüğü iç politika nedeniyle meydana gelmiş vahamet sonucu Irak’ın lehine ilerledi. İran, monarşinin yerine geçen rejimin taban tabana zıtlığının getirdiği afallama sürecini dahi yaşayamadan, vatan toprağının derdine düşürülmüş, inkılap ortağı solcular, liberaller, cumhuriyetçiler, İslamcılar ve radikal İslamcılar iç davalarını daha sonra çözmek üzere orta yere bırakarak, sınır harekâtına akın etmeye başlamışlardı. Artık mesele, “memleket toprağı” meselesiydi. Toprakların işgali, beş benzemez cenahtan devrim öncülerini zaruretle bir araya toplamıştı. Şahın geriye bıraktığı ordunun kısmen dağılmış olması da sınır savunmalarını zorlaştırmış, hatta tehlikeye sokmuştu. Nitekim Irak ordusu İran’ın en mühim sınır şehirlerini işgal altına alarak, toprak tecavüzlerine soluksuz devam ediyordu…”

Tahran’ın Kırmızı Sirenleri, Shahzadeh İgual

Robin Wright’ın yüzyılın en büyük üçüncü devrimi olarak kabul ettiği İran Devrimi elbette ki savaşla birleşince geriye telafisi güç hadiseler bıraktı. Hakkında kitaplar dolusu yazılıp günler boyu konuşulabilen derin yıkımlar, değişimler… Ortadoğu halkı olarak emperyalist zorbalıklar hakkında fasiküllere sığmaz feryatlarımız var. Lakin ben İran’ı, İranlıları zorlayan Amerikan ambargosu ve Devrim sonrası sanat hakkında kısaca yazmak istedim.

Ortadoğu halkı olarak emperyalist zorbalıklar hakkında fasiküllere sığmaz feryatlarımız var.

Devrim ve sanat…

Devrimin yönü mühim değil, devrimler her zaman sanatı besler. Devrimler biriken öfkeyle ve akabinde isyanlarla vuku bulduğundan her daim sanatı, yaratıcılığı tetiklemiştir. Rock müziğinin çıkış noktası neresiyse, protest edebiyatın, özellikle de protest şiirin de doğuşu tam o noktadır.

Devrimlerin sanatı beslemesi gerçeği İran’da da değişmedi. Bilhassa sinema, devrim sonrası hem İran’da hem dünya genelinde hiç de küçümsenmeyecek başarılara ulaştı. Aynı yükselişin müzik için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Batı müziği ile harmanlanmış İran geleneksel musikisi, İran edebiyatının klasik döneminden güftelerle bezendi. İspanya’dan Kanada’ya, İsviçre’den İtalya’ya, Fransa’dan Hollanda’ya pek çok ülkede konserler verildi; müzikal işbirlikleri kuruldu. Doğu müziği bir kez daha Batı’nın kulağını okşadı. İran sahnelerinde tiyatro, müzikal, opera gibi performans sanatları kategorisinde, dünya klasiklerinin seyircinin beğenisine sunulmasının yanı sıra İran yapımı operalar, müzikaller, tiyatro oyunları sahnelendi, büyük ilgi çekti. Örneğin Oliver Twist Müzikali de sahnelendi, Firdevsi’nin Şehnamesi de. Anton Çehov’un, Victor Hugo’nun eserleriyle de perde açıldı, İranlı oyun yazarlarının oyunları da kapalı gişe oynandı. Mahler, Liszt de yorumlandı senfoni orkestralarıyla, İranlı klasik müzik bestecilerinin eserleri de.

Hayyam’ın, Hafız-ı Şirazi’nin, Mevlana’nın gazelleri, beyitleri, rock, caz, blues ile birlikte senfonilerle de buluştu mesela. Şehirlerin duvarlarını yine İran klasik dönem edebi metinlerinden hikayelerin anlatıldığı desenler, grafitiler süsledi. Galerilerde minyatür gibi İran’ın kadim sanatının yanı sıra modern resim, heykel sergileri de art arda açıldı. Savaş yıllarında çoğunlukla devrim ve Irak-İran Savaşı’nı konu alan sinema filmleri çekildi. Ancak zamanla, uluslararası platformda yüksek başarıya ulaşan sosyolojik içerikli filmler beyaz perdeyle buluşarak İran Sineması’na sayısız ödül kazandırdı.

Peki ya ambargo?

40 yılı aşkındır İran’a uygulanan Amerikan ambargosu ülkenin sadece ekonomisine değil kültürüne, sanatına hatta belki “iyi şeyler de oluyor” dedirten haberlerine de uygulanıyor. Evet, kendisine uygulanan ambargo bir ülkenin iç üretimini tetikler fakat sosyo-ekonomik açıdan bakarsanız ciddi eksiklere neden olur, boşluklar ve hatta yaralar açar. Kırk senelik ambargo sürecinde İran’ın neredeyse tükettiği her şeyi üretebilen bir ülke haline geleceğini emperyal güçlerin hesaba katmadığı, kattıysa da neticesinden memnun olmadığı ve bu sebeple İran’ı daha da sert ablukalarla kıskaca almaya gayret ettiği bir gerçektir. Ambargonun günbegün sertleşmesinin altında yatan başka ve belki de en önemli saikse, İran halkının yeniden ayaklanmasını sağlamaktır. İktisadi baskının teşdit edilmesinin sebebi, sıradan halkın sınırlarını zorlamak ve olası bir düzen değişikliğine yol açmaktır. Oysa 1953’te Musaddık’ı hedef alan CIA destekli darbe de 1979 Devrimi de ABD’nin hesap-kitap ve planlarının dışına çıktı. Yani Sam Amca’nın hesabı arzuladığı gibi çarşıya uymadı. Yakın tarihte 12 yıllık müzakere ve münakaşadan sonra imzalanan 5+1 anlaşması, yalnız bırakılmaya çalışılan İran’ı yaklaşık yarım asırdan sonra yeniden dış dünyaya taşıyacak bir umuttu. Devrimden bu yana Amerika Birleşik Devletleri ile İran mabeyninde ilk kez bu denli “yakın” bir diplomatik ilişki kurulmuş, neticeye ulaşmasına ramak kalmıştı ki Trump başa geldi. Deli Bekir kıvamında, diplomatik sağduyudan yoksun, bürokrasi ve hiyerarşi cahili Donald Amca, gayet mafyavari ve gayrı kanuni bir şekilde, “Ver bilyelerimi, al gazoz kapaklarını” zihniyetine benzer argümanlarıyla 5+1 anlaşmasını tanımadığını dünyaya duyurdu ve tabii bu da İran’ın, İran halkının meşakkatli geçen dört koca yılına mal oldu. Trump’ın bu “Ben oynamıyorum” kanunsuzluğu, İran’ın dış ticaretine ve dolayısıyla ekonomisine ciddi darbeler vurdu. Dediğim gibi, ambargolar çoğunlukla ve mecburen ’kendi kendine kifayet’i getirse de sosyolojik açıdan zorlu süreçlere gebedir.

İran haberleri uluslararası basında görülmüyor, klasik müzik kanalları Tahran Senfoni Orkestrası’nın kadın şeflerle, sopranoların solistliğinde kapalı gişe icra edilip dakikalarca ayakta alkışlanan konserlerini yayınlamıyor.

İran; bu zor zamanlarda kendisine ortak ararken kader birliği ettiği Anti-Amerikancı Küba gibi, Rusya ve Çin ile de yakın ilişkiler içine girdi. Her ne kadar Amerika’nın sabotajlarıyla karşılaşılsa da Avrupa’nın aykırı olmak peşindeki lokomotifi Fransa’nın, AB’nin şamar oğlanı İspanya’nın ve Avrupa ekonomisinin lideri Almanya’nın büyük yatırımlarının mıknatısı oldu. Sadece dış ticarette değil sınır geçişlerinde dahi büyük sorunlar yaşadığı Türkiye’nin paydaşı olduğu Nabucco Projesi’nin havada bırakılması gibi bu yatırımların bir kısmı da ciddi zararlar gördü.

İran beynelmilel anlaşmalardan cayan tarafın kendisi olmadığını anlatmakta güçlük çekiyor, İran haberleri uluslararası basında görülmüyor, klasik müzik kanalları Tahran Senfoni Orkestrası’nın kadın şeflerle, sopranoların solistliğinde kapalı gişe icra edilip dakikalarca ayakta alkışlanan konserlerini yayınlamıyor. Büyük çabalar sonucu geliştirdiği ve her yıl yüz binlerce Amerikalı, Fransız, Çinli, Rus, Alman, İtalyan ve on binlerce Türk turistin evlerine kocaman bir tebessümle, harikulade anılarla ve önyargılarını yıkarak dönmesini sağlayan dış turizm; İran’ın imajını olsa olsa her sene prestijli festivallerden büyük ödüllerle dönen İran sinemacıları kadar etkileyebiliyor.

Hâsılı kelam 1979 Devrimi de akabinde yaşanan Irak-İran Savaşı ve Amerikan ambargosu da 40 küsur yıldır süregelen bir komşu gerçeği. Gerek İran gerekse Türkiye, içine itildikleri onurlu yalnızlıkta birbirlerinin külüne muhtaç. Mesele, küresel ateşte kavrulmalarını engelleyecek sağduyu ve dayanışmayı komşuca devreye sokmak. Her iki komşunun da düşünmesi gerek: yanmaları kimin çıkarına?


Shahzadeh N. İgual

Tahran’da doğdu. İran-Irak Savaşına, Tahran’da ilköğretim çağında bir çocuğun gözüyle tanıklık etti. 1990’lı yılların başında annesi ve kız kardeşleriyle Türkiye’ye geldi. Öğrenim hayatını İzmir’de tamamladıktan sonra dünyayı gezmeye başladı. Kahvenin yetiştiği pek çok ülkeye ayak bastı ve İpek Yolu’nda uzun bir yolculuğa çıktı. İran kültürü ve kahve ile ilgili makale ve yayınlara imza attı. İran sinemasından Farsça eserleri Türkçeye tercüme ettiği gibi, Osmanlıcadan Türkçeye de çeviriler yaptı.

“İran’ın Dünü ve Bugünü” ve “İran’ı Bir İranlı ile Tanımak” adlı orijinal seminer konseptleriyle, İran’ın tarihi ve aktüalitesi üzerine sosyoloji, etnografya, gelenekler, kültür ve tarih mi- rası, edebiyat ve yolculuklar üzerinden İran’ı dinleyicilerine tanıtıyor. İgual saygın seyahat acentelerinin kültür turlarında seçkin gruplara İranlı bir konuşmacı olarak eşlik ediyor, anavatanının en önemli değerlerini gezginlerle paylaşı- yor, konuklarını memleketinde ev sahibi olarak ağırlamanın keyfini yaşıyor, onlar için İran’da edebiyat söyleşileri ve özel etkinlikler düzenliyor. “İran Edebiyat Turu” konseptini de tasarlayıp ilk kez gerçekleştirmenin gururunu yaşayan İgual, “İran’da Edebiyat ve Sanat Buluşmaları” dizisini Türk Edebiyatının önemli yazarları ile yolculuk ederek hayata geçirdi. İgual Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi, İstanbul’da yaşıyor, yeni romanları, tiyatro oyunları ve başka projeleri üzerinde çalışıyor.

(Visited 812 times, 1 visits today)
Close