Written by 02:01 Makaleler

Özel ve Kamusal Alan: Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Kayıt Yasaklama Genelgesi Üzerine

Savash Porgham yazdı.

Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından kolluk kuvvetlerine tebliğ edilen bir genelge, bir hayli tartışma yaratmış durumda. Genelgeyle birlikte; polisin görev yaptığı esnada görüntüsünün çekilmesi, ses kaydı yapılması ve bunların sosyal medyada yayınlanması yasaklanırken polise bu gibi durumlarda yurttaşlara müdahale etme, engelleme ve adli işlem yapma yetkisi veriliyor.

Konuyla ilgili tartışmalar Emniyet Genel Müdürlüğü genelgesinin Anayasa’ya aykırı olması ekseninde, yani hukuki yönünden yürütülüyor. Konunun hukuki boyutuna girmeyeceğim ancak genelge aslında iletişim bilimi açısından irdelenmesi gereken unsurları barındırıyor. Söz konusu genelge şöyle başlıyor:

Gelişen teknoloji ile birlikte akıllı telefon ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşması, günümüzde kişilerin ses ve görüntülerinin kayda alınmasını ve paylaşımını artırmıştır. İzinsiz olarak kişilerin ses ve görüntülerinin kayda alınmasının ve yayımlanmasının en temel kişilik haklarından olan özel hayatın gizliliğinin ihlali ve kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesi ve paylaşılması anlamına geleceği hususunda şüphe bulunmamaktadır.”

Genelgenin mahiyeti; sosyal medyanın gelişimiyle birlikte paylaşılan iletilerin niteliğinin nasıl değiştiği, profesyonel habercilik/gazetecilikte haber toplama, yazma ve paylaşma biçiminde ne gibi değişimler yaşandığı, yurttaş gazeteciliği (citizen journalism) kavramının ortaya çıkışı ve yükselişi, kamusal alan ve özel alan kavramlarının nasıl bir dönüşüm içinde olduğu gibi konularla doğrudan ilintili. Böylelikle iletişim bilimini direkt olarak ilgilendiriyor.

Profesyonel gazeteci/haberci olmayan ve gazetecilik eğitimi almamış yurttaşların dilediği her şeyi herhangi bir editoryal kaygı gözetmeksizin paylaşması pek çok olumsuz etkiyi de beraberinde getirdi.

Genelgenin konusu görüntü/ses kayıt alma ve paylaşma olunca, “yurttaş gazeteciliği” boyutu ve yurttaşların sansürlenmesi konuları öne çıkıyor. Profesyonel gazeteci/haberci olmayan ve gazetecilik eğitimi almamış yurttaşların dilediği her şeyi herhangi bir editoryal kaygı gözetmeksizin paylaşması; medyası siyasi iktidar tarafından kontrol edilen bir ülkede demokratik bağlamda önemli bir kazanım olsa da zaman içerisinde dezenformasyon, misenformasyon, manipülasyon, çarpıtma, nefret söylemi, ırkçılık, cinsiyetçi söylem gibi pek çok olumsuz etkiyi de beraberinde getirdi. Böylelikle içinde bulunduğumuz post-truth (hakikat ötesi) çağın da mihenk taşları bir biçimiyle döşenmiş oldu.

Ancak sosyal medyanın tüm bu olumsuz yönleri, yurttaş gazeteciliğinin önüne bir genelgeyle set çekilmeye çalışılmasına, özellikle de polis ve kolluk kuvvetlerinin “görev” esnasındaki uygulamalarının görüntü ve ses kaydının alınarak paylaşılmasının engellenmesine herhangi bir meşruiyet kazandırmaz. Yasal olarak meşru olmadığı gibi, günümüzün iletişim ve medya ekolojisi gözetildiğinde de engellenebilmesi zaten mümkün değil. Genelgenin temel amacı kişilerin özel hayatlarının gizliliği hakkını korumaktan ziyade, hem yurttaşları hem de medya profesyonellerini sansürlemek, polise adli işlem yapma yetkisi vererek yargılanma tehdidiyle otosansürü dayatmak ve kolluk kuvvetlerine bir nevi görünmezlik kalkanı yaratıp sokaklardaki her nevi toplantı, yürüyüş ve gösterilerde hareket serbestîsi kazandırmaktır.

Konusu “özel hayatın gizliliğini ihlal etmeyi önlemek” olarak aktarılan genelgenin meşruiyetini sorgularken “kamusal alan” ve “özel alan” kavramları en güçlü doneleri sunuyor.

Alman filozof, sosyolog ve siyaset bilimci Jurgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü (Strukturwandel der Öffentlichkeit, 1962) kitabında kamusal alanı özel bireylerin ortak olarak kullandıkları alanlar, hane veya ev dışındaki yer ve mekânların tümü, bireylerin özel alanlarından çıkarak eşit yurttaşlar olarak tartışmaya katılabildikleri, toplumsal, kültürel ve politik her türlü mesele üzerine söz söyleyebildikleri, özgür tartışmanın alanı olarak tanımlar.

Özel alan ise her bireyin şahsen belirlediği ve aşılmasını istemediği sınırları barındıran her nevi alandır. Günümüzde sosyal medyanın geldiği noktayla birlikte özel ve kamusal alanlar birbirleri içinde yoğrulmuş ve çizgileri belirsizleşmiş olsa da özel ve kamusal alan ayrımı hala geçerliliğini korumaktadır.

“Yurttaş gazeteciler” ve medya profesyonellerinin, polisin görevine dair yaptığı her nevi çekim ve kayıt özel alanda değil, kamusal alanda gerçekleşmektedir.

Kolluk kuvvetinin görüntüsünün çekilmesi ve yayınlanmasından endişe duyduğu yer insanların özel alanı değildir, kamusal alandır; çünkü “yurttaş gazeteciler” ve medya profesyonellerinin polisin görevine dair yaptığı her nevi çekim ve kayıt özel alanda değil, kamusal alanda gerçekleşmektedir. Böylelikle söz konusu genelgedeki “özel hayatın gizliliğini ihlal etmeyi önlemek” savı hem hukuki hem de iletişim bilimi yönüyle meşruiyetini yitiriyor ve konu “kolluk kuvvetlerinin keyfiyetini kayıt altına almamaya dair sansür” sınırları içerisinde kalıyor.

Amerika’nın Minneapolis kentinde beyaz polis memuru Derek Chauvin’in 46 yaşındaki siyah George Floyd’u, boğazına dizini bastırarak öldürmesinin halk tarafından öğrenilmesini sağlayan ve polisin jüri tarafından cinayet dâhil tüm suçlamalardan suçlu bulunmasının yolunu açan ilk görüntüler 14 yaşındaki bir çocuk tarafından kaydedilmişti.

Minneapolis kentinde beyaz polis memuru Derek Chauvin’in, 46 yaşındaki siyah George Floyd’u, boğazına dizini bastırarak öldürmesi 14 yaşındaki bir çocuk tarafından kaydedilmişti.

Özellikle ana akım medyanın siyasi iktidarın baskısı altında olduğu ve demokratik işlevlerini yerine getir(e)mediği ülkelerde ‘yurttaş gazeteciliği’nin varlığının, denetleme bağlamında hayati bir önemi var. Türkiye gibi medyanın neredeyse yüzde 95’inin siyasi iktidar tarafından kontrol edildiği ve polisin özellikle her nevi eylem ve protestoda -konjonktür gereği aldığı siyasi desteğe dayanarak- kendisini yasaların üzerinde görerek müdahalede bulunduğu bir ülkede, “özel hayatın gizliliğini ihlal etmeyi önlemek” savıyla, yasal dayanaktan yoksun tek bir genelgeyle yurttaşların ve alanda görev yapan basın mensuplarının sansürlenmesine göz yummamak gerekiyor. Polis kamusal alanda görev yapar ve kamusal alanda görüntü ve ses kaydı alınıp paylaşılması “özel hayatın gizliliğini ihlal etmek” gibi bir suçun unsurlarını kesinlikle oluşturmaz.

Sonuç olarak bir şeyi akıllardan çıkarmamak gerekiyor; yurttaşların anayasal haklarının ve basın mensuplarının olağan görevinin bir genelgeyle sınırlanmasının demokrasi bağlamındaki faturası son tahlilde yine ülkenin halkına kesilecektir.


Savash Porgham

1985 yılında İran’ın Urumiye şehrinde doğdu. Türk, Kürt ve Arap kökleri olan bir ailenin mensubu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır.

“Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Keskin Kılıcı: Haber” kitabının yazarlarından. “Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Uzmanlık Alanları” kitabının bölüm yazarı. 2012 yılı Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Araştırma/İnceleme Haberciliği ödülü sahibi. Ulusal ve Uluslararası basın mecralarında yayınlanmış haber, röportaj, makale ve çeviri çalışmaları bulunuyor.

(Visited 382 times, 1 visits today)
Close