Ayşen Arıkazan, Slavoj Zizek’in 19 Mart 2020 tarihinde Welt’te yayımlanan “Barbarism with a Human Face” başlıklı yazısını çevirdi.
Koronavirüs ile mücadele eden toplum en temel etik değerlerinden olmak üzere. Bu sırada Donald Trump, Sovyet tipi “savaş komünizmini” geri getiriyor. Yeni bir dünya düzeni nasıl hayat buluyor…
Bugünlerde ara sıra kendimi virüsü kapmış olmayı dilerken buluyorum – kapmış olsam en azından bu yorucu belirsizlik biterdi… Anksiyetemin arttığının en açık göstergelerinden biri uykuyla ilişkim. Bir hafta öncesine kadar akşam olmasını iple çekiyordum: sonunda uykuya sığınıp günlük hayatımın korkularını unutabilirdim… Şimdiyse durum neredeyse tam tersi: uykuya dalmaktan korkuyorum çünkü kabuslar peşimi bırakmıyor ve geceleri beni panik içinde uyandırıyor -beni bekleyen gerçeklikle ilgili kabuslar.
Hangi gerçeklik? Süregiden epidemilerin sonuçlarıyla gerçekten başa çıkmak istiyorsak radikal sosyal değişimlere ihtiyaç olduğunu bu ara sık sık duyuyoruz (bu mantrayı yayanlardan biri de bizzat benim) – ama radikal değişimler zaten gerçekleşiyor. Koronavirüs epidemileri, bizi imkansız sandığımız bir şeyle yüzleştiriyor: günlük hayatımızda böyle bir şeyin olmasını hayal edemezdik – bildiğimiz dünya dönmeyi bıraktı, ülkeler tecritte, çoğumuz dairelerimizde mahsuruz (ya bu en basit önlemi de alamayacak durumda olanlar?), çoğumuz hayatta kalacak olsak bile ekonomik bir mega-krizle yüzleşeceğimiz, belirsiz bir geleceği bekliyoruz… Bu şu anlama geliyor: bu duruma vereceğimiz reaksiyon da imkansızı yapmak olmalı -mevcut dünya düzeninde imkansız görünen şeyi yani. Bir imkansız yaşandı, dünyamız durdu, ÜSTÜNE ÜSTLÜK en kötü sonuçtan kaçınmak için yapmamız gereken şey de imkansız, en kötü sonuç ne peki?
En büyük tehdidin açık bir barbarlığa, toplum düzeninin bozulduğu ve panikten lince başvurulan bir hayatta kalma odaklı vahşi şiddete, gerilemek olduğunu düşünmüyorum (yine de sağlık ve bazı diğer kamu hizmetlerinin çökme ihtimaliyle bu da muhtemel bir senaryo olabilir). Böyle apaçık bir barbarlıktan ziyade beni asıl korkutan şey, insani yüzlü barbarlık – esefle hatta anlayışla uygulanan sert, gaddar ama uzman görüşleriyle mazur gösterilen önlemler. Dikkatli bir gözlemci, iktidarda olanların bize hitabet tavırlarının nasıl değiştiğini kolayca fark edebilir: yalnızca sakinlik ve güven izlenimi yaratmıyor, aynı zamanda sıkça vahim tahminlerde bulunuyorlar – pandeminin seyrini sürdürmesi yaklaşık iki yıl alacak gibi duruyor ve virüs önünde sonunda küresel nüfusun %60-70 kadarını etkileyecek, milyonları öldürecek… Kısacası, asıl mesajları sosyal etiğimizin ana ön kabulünden, yaşlı ve zayıfların bakımından taviz vermemiz gerekeceği (İtalya şimdiden, işler kötüleşirse 80 yaş üstünde veya ağır hastalıkları olanların ölüme terk edileceğini açıkladı). Bu tür bir “doğal seleksiyon” mantığının benimsenmesinin askeri ahlakın bile en temel ilkesini, muharebeden sonra kurtulma şansı az olsa bile ağır yaralılarla ilgilenilmesini, ihlal ettiğini göz önünde bulundurmak gerek (Ancak daha yakından bakınca bu durum bizi şaşırtmamalı: hastaneler zaten kanser hastalarına aynı muameleyi yapıyor.) Yanlış anlaşılmak istemem, konuya son derece realist bakıyorum – hatta ölümcül hastalığı olanların gereksiz yere acı çekmelerini önlemek için ilaçlar planlanılması gerektiğini düşünüyorum. Ancak yine de ilk adımımız ekonomi yapmak değil, yardıma ihtiyacı olanların hayatta kalabilmeleri için onlara koşulsuz, masrafa bakmaksızın yardım sağlamak olmalı.
Bu yüzden içinde bulunduğumuz krizi yorumlarken “toplumumuz artık çıplak hayat dışında hiçbir şeye inanmıyor” diyen Giorgio Agamben’e saygıyla katılmıyorum. İtalyanların hastalanma riskinden korunmak adına her şeyden – hayatın normal koşullarından, sosyal ilişkilerden, işten, hatta arkadaşlıklardan, şefkatten ve dini ya da politik inançlarından – taviz vermeye hazır oldukları çok açık. Çıplak hayat– ve onu kaybetme tehlikesi – insanları birleştiren bir şey değil, tersine onları körleştiren ve ayıran bir şey. Durumlar çok daha muğlak: ayrıca bu durum insanları birleştiriyor – bedensel mesafeyi korumak karşıdakine saygıdan geliyor, zira ben de taşıyıcı olabilirim. Oğullarım şimdi benden kaçınıyorlar çünkü bana virüsü bulaştırmaktan korkuyorlar (onlar için geçici olan bir hastalık benim için ölümcül olabilir).
Son günlerde hepimizin bireysel olarak sorumlu olduğumuzu ve yeni kurallara uymamız gerektiğini tekrar tekrar duyuyoruz. Medya, uygunsuz davranarak kendilerini ve başkalarını tehlikeye atanların hikayeleriyle dolu (bir mağazaya girip öksürmeye başlayan adam vb.) – buradaki problem, ekolojik sorunlarda olduğu gibi medyanın tekrar tekrar kişisel sorumluluklarımızın altını çizmesi (gazetelerinizi geri dönüşüme attınız mı, vb.). Bireysel sorumluluğa bu denli odaklanılması -gerekli olsa da- bütün ekonomik ve sosyal sistemimizi nasıl değiştireceğimiz sorusuna perde çekmek için kullanıldığı anda ideoloji görevi görmeye başlıyor. Koronavirüsle mücadele yalnızca ideolojik aldatmacalarla mücadele ile birlikte ve genel bir ekolojik mücadele ile birlikte verilebilir. Kate Jones’un yazdığı gibi, hastalığın yabani hayvanlardan insanlara geçişi “insanların ekonomik gelişmesinin gizli bir sonucu. Her alanda eskisine göre çok daha fazla varız. Çoğunlukla örselenmemiş alanlara giriyoruz ve çok daha fazla şeye maruz kalıyoruz. Virüslerin daha kolay geçtiği habitatlar yaratıyoruz, sonra yeni virüslerle karşılaşınca şaşırıyoruz.”
Bu nedenle insanlar için birtakım küresel sağlık hizmetlerini bir araya getirmek yeterli değil, işin içine doğa da katılmalı – virüsler aynı zamanda temel gıda kaynağımız olan bitkilere, örneğin patates, buğday ve zeytine de saldırıyor. İçinde yaşadığımız dünyanın küresel suretini, beraberinde getirdiği tüm paradokslarla birlikte her zaman aklımızda bulundurmamız gerekiyor. Örnek olarak Çin’de koronavirüsten kaynaklanan karantinanın, virüsten ölenlerin sayısından çok sayıda hayat kurtarmış olması verilebilir: “Çevresel kaynaklar ekonomisti Marshall Burke, kötü hava kalitesiyle bu havayı solumaya bağlı erken ölümler arasında kanıtlanmış bir bağ olduğunu söylüyor. ‘Bunu göz önünde bulundurursak doğal – itiraf etmek gerekirse biraz da garip- bir soru da COVID-19’un yarattığı ekonomik bozulmanın bir sonucu olarak azalan hava kirliliği sayesinde kurtulan hayatların, virüsün kendisinin yarattığı ölü sayısını geçip geçmediği.’ ‘Varsayımlarımızda çok tutucu olsak bile kanımca cevap net bir ‘evet’. Burke, kirlilik düzeylerindeki yalnızca iki aylık düşüşün, muhtemelen sadece Çin’de beş yaşın altındaki 4 bin çocuğun ve yetmiş yaş üzerindeki 73 bin yetişkinin hayatını kurtarmış olduğunu söylüyor.”
Üçlü bir krizin içindeyiz: tıbbi (epidemilerin kendisi), ekonomik (epidemilerin sonucu ne olursa olsun sert sonuçları olacak), artı (yabana atılmaması gereken) akıl sağlığı krizi – milyonlarca insanın yaşam dünyasının temel koordinatları paramparça oluyor ve değişimler uçakla tatile gitmekten tutun günlük bedensel temaslara kadar her şeyi etkileyecek. Borsa ve karın koordinatları dışında düşünmeyi öğrenmemiz ve gerekli kaynakları üretmek ve tahsis etmek için yeni bir yöntem bulmamız lazım. Örneğin yetkili makamlar bir şirketin satmak için doğru zamanı beklediği milyonlarca maskeyi elinde tuttuğunu öğrendiğinde, bu şirketle hiçbir müzakere yapılmamalı- maskelere direkt el konulmalı.
Medyada Trump’ın Tübingen merkezli biyofarmakoloji firması CureVac’e “yalnızca ABD için” olması koşuluyla ürettikleri aşı için 1 milyar dolar teklif ettiği haberleştirildi. Alman Sağlık Bakanı Jens Spahn, Trump hükümetinin CureVac’i devralmasının “ihtimal dışı” olduğunu söyledi: CureVac yalnızca “ belli ülkeler için değil, tüm dünya için” aşı üretecek. Burada barbarlık ile medeniyet arasındaki mücadeleye örnek niteliğinde bir vaka görüyoruz. Ama aynı Trump, özel sektörün acil tıbbi malzeme üretebilmesini sağlamak için Savunma Üretim Yasası’nı devreye sokmak zorunda kaldı: “Trump özel sektörü devralma teklifini duyurdu. Associated Press, ABD başkanının pandemiye bir önlem olarak hükümete özel sektörü yönlendirme hakkını veren bir hükmü hayata geçireceğini bildirdi. Trump, ‘ihtiyaç olması durumunda’ kendisine ülkenin endüstriyel üretimini yönetme yetkisini veren bir bildiriyi imzalayacağını söyledi.”
Birkaç hafta önce “komünizm” kelimesini kullandığımda alay konusu olmuştum ama şimdi “Trump özel sektörü devralma teklifini duyuruyor” – yalnızca bir hafta önce böyle bir manşeti hayal dahi edebilir miydik? Ve bu sadece başlangıç – bunun ardından birçok adım gelecek, ayrıca devletin sağlık sistemi fazla stres altına girerse toplumun yerel olarak kendini organize etmesi gerekecek. Kendimizi izole etmemiz ve hayatta kalmamız yeterli değil – bazılarımızın bunu yapabilmesi için temel kamu hizmetlerinin işlevini koruması gerekiyor: elektrik, yiyecek ve ilaç tedariği… (Yakında hastalığı atlatan ve bir süreliğine de olsa bağışıklık kazanmış olanların bir listesine ihtiyaç duyacağız, acil ve elzem kamu görevleri için seferber edebilmek için.) Bu ütopik komünist bir vizyon değil, sadece hayatta kalmak için elzem olan gerekliliklerin zorunda kıldığı bir komünizm. Maalesef ki Sovyetler Birliği’nin 1918’de “savaş komünizmi” olarak adlandırdığı şeyin bir versiyonu.
O ünlü söz gibi, kriz zamanı hepimiz sosyalistiz – Trump bile bir tür temel gelir politikasını değerlendiriyor – her yetişkin vatandaşa 1000 dolarlık bir çek. Piyasa kurallarını ihlal ederek trilyonlar harcanacak – ama nasıl, nereye, kim için? Bu mecburi sosyalizm zenginler için sosyalizm mi olacak (2008’de milyonlarca sıradan insan küçük birikimlerini kaybederken bankaların kurtarılmasını hatırlıyor musunuz)? Epidemiler, Naomi Klein’ın “felaket kapitalizmi” dediği şeyin uzun, hüzünlü hikayesinde yeni bir bölüme mi indirgenecek yoksa yeni (belki daha mütevazı ama aynı şekilde daha dengeli) bir dünya düzenine mi evrilecek?