Written by 11:17 Röportaj

Gazeteci Bissane El-Cheikh ile Lübnan’daki protestolar üzerine konuştuk

Gergedan Röportajda bu hafta: İrem Doğanışık, bağımsız gazeteci Bissane El-Cheikh ile Lübnan’da yaşanan protestolar üzerine konuştu.

Protestolar nasıl başladı? İnsanları sokağa çıkaran temel motivasyon neydi?

17 Ekim Devrimi, İletişim Bakanlığı’nın Whatsapp’a vergi uygulamaya karar vermesinin ardından başladı. Bu oldukça yüksek bir vergiydi Whatsapp kullanıcıları için. Ama tabii bu küçük olay aysbergin sadece görünen yüzü. Bence insanlar kendilerini hakarete uğramış gibi hissettiler. Bu sadece daha çok vergi vermekle ilgili değildi çünkü Lübnanlılar zaten temel hizmetlere dahi çok fazla para veriyorlar. Ama Whatsapp ücretsiz olan tek hizmetti ki aslında kötü bir internet servisi için oldukça yüklü bir miktar para ödüyor Lübnanlılar. Bu bağlamda Whatsapp hem diaspora ile iletişimde kalmak için hem de işlerini yürütmek için bir bağlantı merkeziydi. Herkes Whatsapp kullanıyordu çünkü ücretsiz tek servisti. Bu nedenle böyle bir vergi koymak sadece bir saçmalık olarak görülmemeli bu aynı zamanda mevcut gerginliğe tuz biber ekti.

Yalnızca bir hafta önce yıkıcı yangınlar meydana gelmişti tüm ülkede. Bu noktada Lübnan hükümeti hiçbir şey yapmadı. Esasında insanlar, sivil toplum ve bireysel inisiyatifler yangınları söndürmeye çalıştılar. Kalan yeşil alanları kurtaran şey insanların bu çabası oldu. Bu yüzden insanlar çok öfkelilerdi. Evet, ülkede siyasi bir felaket olduğunu biliyorlardı ama doğal bir felaket esnasında buna cevap verecek kimsenin olmadığını fark ettiler.

Sosyal medyada büyük bir mizah dalgası ortaya çıktı, insanlar çok sinirliydi ve durumu eleştirerek hükümetle alay etmeye başladılar. Yetkililerse özür dilemek yerine sosyal medyada yazan kişileri bulup sorguya aldılar. Bu durum, insanların öfkesini daha da körükledi. Bunun dışında parasal bir kriz zaten mevcuttu. Bankaya gittiğinizde döviz vermiyorlar ülkedeki döviz eksikliğinden dolayı. Bu çok büyük bir problem çünkü Lübnan’da insanlar yalnızca Lübnan lirasına değil ancak dövize de bel bağlamış durumdalar.

Bununla birlikte daha genel çerçevede, son 7-8 yıldır ülkede bir ekonomik kriz söz konusu. İşsizlik çok daha fazla, mezunlar artık seyahat edemiyorlar. Lübnan’da orta sınıf, üniversiteye gidip iyi eğitim alır ve sonrasında farklı ülkelere gidip ailelerini desteklerdi. Bu orta sınıf yığın artık bir yere gidemiyor. Özellikle Körfez ülkelerine giderlerdi, Dubai’ye, Suudi Arabistan’a ve diğer Arap ülkelerine. Ama bu kapı da Avrupa kapısı gibi kapandı. Bu nedenle öfke uzun yıllardır arttı.

Bir de bütün bölgenin durumu söz konusu. Suriye’deki savaş ve tüm siyasi olaylar. Bunların üzerine Whatsapp vergisi gelince olaylar patlak verdi. Bu, “Artık yeter!” denilen nokta gibiydi. 17 Ekim hareketinin bağlamı genel olarak böyle.

Aslında siz de bahsettiniz işsizlikten. Bir de eşitsizlikler ve açlıktan bahsediliyor.

Sosyal eşitsizliklerden bahsediyorsunuz. Evet, bu yeni değil. Lübnan’da orta sınıf gittikçe küçülürken çok küçük bir kesim son derece zengin hale geldi. Fakirler gittikçe fakirleşti. Bu nedenle ekonomik durum ve gündelik yaşam da zorlaştı. Lübnan’da her şey için para ödersiniz, elektrik için ayrı jeneratör için ayrı. Su için ayrı su deposu için ayrı çünkü su yok. Hem sosyal güvenlik için hem de sigorta şirketleri için ödeme yaparsınız. Sağlık ve eğitim için de benzer bir şekilde, özel sektör devreye giriyor. İnsanları için oldukça pahalı bir ülke Lübnan. Aynı zamanda ödediğiniz hizmetleri alamamanız da söz konusu. Mesela bugün başkent Beyrut’ta bile elektrik kesintileri mevcut. Bu durum uzun yıllardır böyle. Oysa biz en pahalı elektriği ödüyoruz. Bu durumda nasıl yatırım gelmesini beklersiniz ki? Kim elektriğin, internetin, altyapının olmadığı bir yerde parasını ortaya koyar ve yatırım yapar? Bu ülke mucizevi bir şekilde hayatta kalıyor. Hayatta kalmak için herhangi bir kurumu yok.

Dünyada da benzer protestolara rastlıyoruz, örneğin Şili’de. Sizce derdimiz ortak mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şu anda Sudan’da, Cezayir’de, Lübnan’da ve Irak’ta yaşananlar ikinci dalga protestolar. İlk dalga 2011’de Mısır’da, Suriye’de, Libya’da, Tunus’ta Arap Baharı ile gerçekleşmişti. Şu anki bunun ikinci dalgası gibi. Talepler neredeyse aynı. İnsanlar kendi ülkelerinde onurlu bir şekilde yaşamak istiyorlar. Ve bugün 2011 yılından çok daha fazla insan, temel insani hizmetleri istiyor. Siyasal iktidardan çok daha fazlası istedikleri. Tabii bu nihayetinde politik bir şey. Çünkü yıllardır işlemeyen bir hükümetiniz olduğunda elektrik faturanız işlemeyen politikalarla ilgili oluyor.

Protestocuların profili nasıldı? Kimler sokaklardaydı?

Bu önemli bir nokta. En önemli şey ise bu insanların partizan olmaması. Siyasi partiler yok burada. Ikinci önemli nokta ise bu insanların mensup oldukları dinin dışında yaşamaları. Şiiler ilk kez Hizbullah’a karşı gösteri düzenliyorlar. Bu 1980’lerde de gerçekleşmişti ama bu kadar büyük bir skalada değil. Her zaman mezhepçi ve dar görüşlü olmayan insanlar vardı ama tüm toplulukların kendi liderlerini protesto etmeleri, işte bu çok yeni bir şey.

Bununla birlikte protestocuların yaşları da bir diğer önemli nokta. Protestoları başlatanlar esasen çok genç insanlar. Hepimizi şaşırttılar. Biliyorsun, gençler tembel, hiçbir şey yapmıyorlar, ellerindeki telefonlara gömülmüş haldeler deniyor. Ama birden bütün bir jenerasyon sokakları tuttular, bir ajandaları vardı, ödevlerini yapmışlardı, anayasayı biliyorlardı,  kanunlara ve ekonomik verilere hakimlerdi, bir gündemleri vardı. Bu yüzden bu çok yeni bir durum. Yaşça büyük kuşak onları takip etti. En başında, anneler babalar katılmak istemediler çünkü bu eski jenerasyon savaşa tanıklık etmişti. Bu eski jenerasyon hep savaşın geri geleceğinden korkuyor. Ama genç kuşak ne bu savaşa tanıklık etti ne de barıştan yararlanabildi. Barış yılları dediğim, 92’den bugüne olan süreç. Bu yeni kuşak herhangi bir savaş görmedi ama barış süreci de yolsuzluk, yozlaşma ve mezhepçilikle geçti. İşe girmek istiyorsanız siyasi liderinizle konuşmak zorundasınız. Yalnızca kendi özelliklerinizle bir işe giremezsiniz. Bu, bütünüyle hayal kırıklığına uğratan bir barış deneyimi oldu.

Protestocularla ilgili bir diğer önemli mesele, bunun aşikar bir şekilde feminist bir devrim olması. Lübnan’da kadınlar her zaman gösterilerde yer alır hatta orduya dahi katıldılar savaş süresince. Ama bu sefer yalnızca katılımcı olmadılar, yalnızca rakamsal olarak katılımcı sayısını artırmadılar. Bu kez kendi gündemleri var. Lübnan gelişen, ilerici bir ülke. Ancak kanunları aynı ölçüde ilerici değil. Örneğin kadınlar mini etek giyerler ancak bir şeyleri böyle ölçemezsiniz. Kanunlar oldukça patriyarkal, toplum patriyarkal. Bu nedenle kadınlar sokaklara kadın hakları için de çıktılar, kadınlar olarak sokakları tuttular. Kendi feminist ajandalarıyla yurttaşlar olarak geldiler, eşit vatandaşlık hakkı vurgusuyla. Bu, oldukça güçlü ve daha önce görülmemiş bir tutumdu.

Protestocuların çoğunlukla gençlerden oluştuğunu söylediniz. Bu gençlere dair bazı iddialar da mevcut. Bu gençlerin savaşa, mezhep savaşlarına tanıklık etmedikleri için bunlara dair hafızalarının olmadığı ve bu nedenle kolayca bir araya gelebildikleri söyleniyor. Bir araya gelebilmelerinin sırrı bu mu? Siz katılıyor musunuz?

Evet, onlar askeri olarak bir savaşı deneyimlemediler ama ekonomik ve politik mezhep savaşlarını deneyimlediler. Daha önce de belirttiğim gibi 92’den günümüze kadar olan barış yıllarında barış, mezhepsel kotalar üzerine inşa edildi. Ama gençler başka bir şeyi hak ettiklerini görüyorlar. Ebeveynlerinin savaşın geri gelmesi korkusu altında kabul ettikleri şeyi istemiyorlar. Bu yaşadıkları da savaşa benzer bir durum. Mezhep çatışmalarını biliyorlar ancak bu iç savaş gibi değil tabii.

Şu an yurtsever bir kimlik oluşturuyorlar; bu, gösterilerde de görülüyor. Her şehirde ve her küçük köyde gösteriler mevcut. Genelde bir şeyi protesto etmek istiyorsanız Beyrut’a gelirdiniz ama şu an insanlar her yerde gösteri yapıyorlar. Milli bir huzursuzluk ve öfke dalgası mevcut. İnsanlar şunu söylüyorlar: “Kendi mezhebimin siyasi lideri benim için ne yaptı? Hiçbir şey yapmadı, paramı aldı, aslında beni soydu ve ne için? İş bile bulamıyorum. Temel insani hizmetlere dahi ulaşamıyorum. Neden ona saygı duyayım?”

Bir de oligarşik yapılanma hakkında bir sorusu var Gergedan ekibinden bir arkadaşımızın. Nepotik  politikalarla toplumu, siyaseti ve ekonomiyi kontrol eden bu yapı nasıl ortaya çıktı?

Bu çok geniş bir konu. Umarım anlatabilirim. Lübnan her zaman bulunduğu bölgeye kıyasla daha liberal ekonomik politikalara sahip oldu. Güçlü bir banka sistemimiz vardı, yalnızca Lübnan’dan değil tüm bölgeden adeta bir magnet gibi yatırım ve para çeken. Zenginler paralarını Lübnan’a getirirlerdi. Lübnan için “Doğu’nun İsviçre’si” demelerinin nedeni sevimli bir ülke olması değil ancak İsviçre’deki banka sisteminin aynısına sahip olması. İsviçre gibi bir vergi cenneti Lübnan. Paranızı koyarsınız ve vergi ödemezsiniz. Bu bankalar ekonominin başlıca sinirini oluşturuyordu. Banka krizine kadar insanlar birikim yapmak için paralarını bankalara koyarlardı. Bankalar da bu paraları projelere yatırım için kullanırdı. Bu projeler kime aitti? Siyasetçilere. Siyasetçiler bizim paramızla para kazandılar, para çok küçük bir alanda dolaşıyordu.

Fakir halkın birikim için bankaya koyacak parası yok, çok zenginler de ya Lübnan’da ya da İsviçre’de tutuyorlar paralarını. Bu banka krizinden en çok etkilenen orta sınıf oldu. Maaşı olan, hayat sigortası olan, çocuklarının eğitimi için birikim yapan insanlar. İşte bugün en çok bu insanlar etkileniyorlar. Onlar küçük ve orta ölçekteki yatırımcılar, zenginlerin büyük projeleri için paralarını kullandığı insanlar aslında. Ve şu anda paramızı bloke ettiler ve bankaya gittiğimizde paramızı vermiyorlar.

Siyasi figürlerden biraz bahsettik ama kimler protestocuları destekliyor kimler onlara karşı merak ediyorum.

En başında, siyasetçiler akıllıca hareket etmek istediler ve protestocuların yanında olduklarını söylediler. Ancak protestocular siyasetçileri gördüklerinde onları kovdular. Protestolarda iki ana slogan vardı: “all of them without no exception” yani, “istisnasız hepsi”. Bir diğeri ise doğrudan Dışişleri Bakanını hedef alıyordu, “aşağılık herif” benzeri bir slogan, yani hakaret içeriyordu. Bu devrim birçok aşağılamayı içinde barındırıyordu. Bu nedenle en başında yetkililer bu sloganı söyleyenleri hapse atacaklarını söylediler. Ancak birdenbire tüm sokaklarda, tüm ülkede ve sosyal medyada insanlar aynı sloganı söylemeye başladılar. Kısacası denediler ama başarılı olamadılar. Şu anda bu gösterilerin liderini arıyorlar. Lideriniz kim oturup tartışmak istiyoruz diyorlar. Ama göstericiler liderleri olmadığını söylüyor. Bu doğrultuda hepsi aynalarla sokağa çıkıp “Bu devrimin lideri benim.” sloganını attılar. İnsanlar fotoğraflarını çekip gönderiyor, milyonlarca kişi “Bu devrimin lideri benim, davet edin de tartışalım” diyor. Bu, çok yaratıcı bir devrimdi ve bu anlamda oldukça yeniydi çünkü yetkililer bununla nasıl baş edeceklerini bilmiyorlar. Onların siyasi partilerle mücadele etme yöntemleri var, mezhepçi gösterilerle baş etmeyi biliyorlar ama bu, onların hayal gücünün çok ötesinde. Bununla nasıl baş edeceklerini bilmiyorlar. Attıkları her yeni adımda, protestocular daha yaratıcı adımlarla geldiler.

Bunların yanı sıra, bir Arap milliyetçiliği görüyoruz ama bu geniş kapsamlı bir Arap milliyetçiliğinden ziyade sanki daha çok teritoryal bir yapıya sahip. Ne düşünüyorsunuz?

Kesinlikle öyle. Biliyorsunuz İngiliz ve Fransızlara karşı kazanılan bağımsızlıktan sonra pan-Arabizm hakimdi. Bu doğrultuda bir Arap dünyası içinde aynı olduğumuz kabulü vardı. Şu an ise yerel bir milliyetçilik söz konusu. Lübnanlılar Lübnan’ın sorunlarıyla ilgileniyorlar, Iraklılar Irak’ın sorunları ile. Yurtsever bir bilinç söz konusu. Tabii Irak ve Lübnan’daki gösteriler birbirine benziyor, neredeyse aynı motto ve sloganlara rastlıyoruz. Hatta birbirlerine destek mesajları da gönderiyorlar. Ama nihayetinde Iraklılar Irak için, Lübnanlılar Lübnan için protestolar düzenliyor. Bu önceden farklıydı. Bugünkü ikinci dalga çok daha yerel. Her ülke kendi işiyle meşgul. “İzin ver önce kendi sorunlarımı bitireyim” demek gibi bu. Bu bize iki şeyi anlatıyor aslında: son on yılımızı mahveden ekonomik sistemle ilgili. Serbest piyasa, her şeyi özel sektöre bırakalım’cı tavır, devletin hiçbir sorumluluğu üstlenmemesi. Öte yandan, bu sözde pan-Arabizm de zayıfladı. Neden umursayayım? Elbette, bir insan olarak Libya’da yaşananları umursuyorum ama Lübnanlı bir yurttaş olarak günlük yaşam ve Lübnan ile daha çok ilgiliyim. Sonrasında Libya’daki, Şili’deki ya da herhangi başka bir yerdeki bir şeyleri destekleyebilirim insanlığın gündeminin bir parçası olarak. Ama Arap olduğum için değil.

Bununla birlikte Pan-Arabizm’in diğer tüm bileşenleri ekarte ettiğini de unutmamak gerek. Bu bölge yalnızca Arap değil ki Libya’da Emeviler var, Irak’ta Kürtler. Birçok bileşene sahip. Kim tüm bunları Arap olarak tanımlayabilir? Ayrıca Arap denince ilk önce ne geliyor? Arapça mı konuşuyorsunuz? Peki, dünyanın yarısı İspanyolca konuşuyor. Bu düşünce insanları yönetmek ve iktidarda kalmak için sürdürülüyor onlarca yıldır. Ve şu an insanlar gözünü açıyorlar.

Lübnan’a dair bir argüman daha var, ortada Lübnanlı kimliğinin olmadığına dair. Bazıları protestolarda yer alan gençlerin Arapçadan ziyade İngilizce ya da Fransızca konuştuğunu söylüyorlar. Ancak bu gençlerin bir araya gelmesinin Lübnanlı kimliğini oluşturabileceği de söyleniyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Evet, bu benim de daha önce değindiğim bir nokta. Lübnan’da hep birçok dil konuşuyorduk ve bence bu iyi bir şey. Bununla birlikte evet, Lübnanlı kimliğinin ortaya çıkması söz konusu. Bu, yeni başlayan bir şey. Bu insanların mezheplerini bir kenara koyup yurttaş olmayı talep etmelerinden dolayı gerçekleşen bir durum.  On sekiz resmi mezhebe sahibiz, hayal edebiliyor musunuz? Dört milyonluk bir ülkeden bahsediyoruz. İnsanlar kiliselerin ya da camilerin değil bu ülkenin bir parçası olmak istiyorlar. Bu, gösterilerde de görülüyor. İlk kez gösterilerde Lübnan bayrağını taşıyor insanlar. Lübnan bayrağı genelde Bağımsızlık Günü’nde okullarda asılır folklor olarak. Bayrağı görmeleri insanlara pek bir şey ifade etmiyordu. Biliyorum bu, Türkiye’de pek sık rastlanan bir durum değil. Ama insanlar Lübnan bayrağını balkonlarına asmaya başladılar, gösterilerde ellerinde tutuyorlar ve başka bir bayrağa rastlamıyorsunuz. Eskiden siyasi partilerin bayrakları olurdu. Bu doğrultuda bu başka bir milli kimlik inşa etme şekli olarak görülebilir. Şu an ne olursa olsun ve gördüğüm kadarıyla iyi bir yere varacak gibi değil ancak son üç aydır gerçekleşenler azımsanmaması gereken şeyler.

Bu, çok ilginç bir şey. Ben de daha önce milliyetçilikle ilgili çalışmalarla ilgilenmiştim ve Türkiye örneğini biliyorum, Türkiye’deki insanların tutumlarını ve bunun nasıl gerçekleştiğini biliyorum. Ama 2020 yılındayız ve bu, Lübnan için yeni bir fikir.

Lübnan’ın dışında yaşayan Lübnanlılar, yani diaspora oldukça milliyetçidir. Birbirlerine sahip çıkarlar, toplanırlar. Bu da bir çeşit milli bir dayanışma örneği. Ama 1970’lerdeki milli sorunlara ilişkin gösterilerde dahi mesele daha çok solun, sosyalistlerin, komünistlerin perspektifindendi ve yerel değildi.

Daha çok ideolojikti yani.

Evet.

Bir başka soru da yine Gergedan ekibinden bir arkadaşa ait. Lübnan’daki protestoların Arap dünyasındaki diğer protestolardan farklı olduğuna dair. Diğer ülkelerde otoriter devlet protesto edilirken Lübnan’daki protestolar devletin yokluğundan kaynaklı olarak görülüyor. Sizce de böyle mi?

Aslında bu oldukça doğru. Çünkü Lübnan’da devlet, bu oyunun en güçsüzü konumunda. Aynı şeyi Irak’ta da görüyorsunuz. Siyaset, klientelist bir sistem kurmuş durumda. Örneğin şu an bankalar anayasaya aykırı bir karar aldılar ve tüketici haklarını korumakla yükümlü devlet kurumları hiçbir şey yapmıyor. Bu kurumların krizde insanları savunmaları gerekirken özel bankaların hükümetten daha güçlü olduğunu görüyoruz. Bu diğer alanlarda da benzer şekilde. Hizbullah’ın ordusu Lübnan ordusundan daha güçlü mesela. Evet, bu nedenle insanlar siyasi düzene karşı protestolar gerçekleştiriyorlar, devlete karşı değil. Çünkü devlet esasen güçsüz.

Son sorum, aslında siz yine bahsettiniz ama. Bu yaşananlara Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin devamı deniyor. Böyle görebilir miyiz?

Bir şekilde evet. Bu bölge uzun senelerdir adil bir siyasal sistem görmedi. Adalet yoksa, yolsuzluk varsa, elektrik talep ediyorsanız ama bunun için mücadele etmeniz gerekiyorsa… Çünkü buna ihtiyacınız var, yaşamaya ihtiyacınız var. İşleyen bir siyasal sisteminiz olmadığı sürece devrimin dalgaları söz konusu olur. Evet, bahsedilen süreç 2011’de başladı ama Lübnan’da bu 2005’te başlamıştı. Hariri’nin öldürülmesinin ardından insanlar sokaklara çıkmıştı Suriye ordusunu kovmak için. 2005’e kadar sokaklarda Suriye denetim noktaları mevcuttu, Hafız Esad’ın Beşşar Esad’ın yansımalarını görüyordunuz. Düşünebiliyor musunuz? Bu 30 yıl öncesi değil, yalnızca birkaç yıl öncesi. İşlemeyen hükümetler ve diktatörlükler olduğu sürece, sokaklara çıkacak insanlarınız ve kuşaklarınız da olacak. Bu yalnızca normal.

Sanırım bu kadarı yeterli. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Röportajın İngilizcesi: https://gergedan.press/bissane-el-cheikh-tells-us-the-lebanese-protests-it-was-like-enough-is-enough-6619/?_thumbnail_id=6617


İrem Doğanışık

1996’da Bursa’da doğdu. Bursa Anadolu Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Türkiye’nin ilk doğruluk kontrolü projesi Doğruluk Payı’nda bir yıl kadar fact-checker olarak çalıştı.

Galatasaray Üniversitesi Stratejik İletişim Yönetimi programında yüksek lisans yapmaktadır. İlgilendiği konular arasında toplumsal cinsiyet çalışmaları, medya-siyaset ilişkisi, post-truth ve kent hakkı bulunmaktadır.

(Visited 569 times, 1 visits today)
Close