Written by 06:00 Makaleler

#EvdeKalTürkiye Zaten Pek de Alternatifin Yok

İrem Doğanışık yazdı…

2019’un Aralık ayında Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve Ocak 2020’de yeni tip bir koronavirüsten kaynaklandığı anlaşılan COVID-19, haftalardır tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Salgının küresel bir halk sağlığı krizi olduğu aşikar ancak etkileri bununla sınırlı değil. Örneğin şu an tam 102 ülkede eğitime ara verildi, birçok ulusal ve uluslararası kültür, sanat ve spor organizasyonu ertelendi ve birçok ülkede kısmi karantina uygulamaları ile sosyal yaşam neredeyse tamamen durdu. Tüm bu yaşananlarla birlikte, bu süreçte yine yeniden alenen su yüzüne çıkan kaçınılmaz bir gerçek var: mevcut sistemin sürdürülemezliği.

Kapitalist sistemin çıkmazları, krizleri ve gitgide nasıl daha dayanılmaz bir hale büründüğü; uzun yıllardır kaleme alınıyor. Sistemin maruz bıraktığı politik, ekonomik ve sosyal ilişkiler bütününün halkların belli kesimlerine hizmet ettiği ve kalanları gittikçe daha da yaşanmaz hayatlara savurduğu da malum. Bu ilişkiler bütününün kişisel hayatlarımızda psikolojik dönütlerini de ayrıca deneyimliyoruz. Bu nedenle tüm bunları az çok görenler olarak hali hazırda zaten bir mücadele içindeydik. Peki, bu virüs illetini atlattığımızda nerede olacağız?

Mavi yaka olsun beyaz yaka olsun, bütün işçiler ile sığınmacılar ve kadınlar gibi mevcut sistemin dezavantajlı gruplarının hem çalışma hem yaşam koşulları epeydir dilimizde. Tabiri caizse üç kuruşluk hayatlar yaşayan bizler; bizim olmayan kentlerde, kendimize yabancı işlerde, kendi isteklerimiz doğrultusunda sürdüremediğimiz hayatlara sıkışıp kaldık. Borç ile hayat standartlarını yükseltmeye çalışmış bir neslin, borç harç içinde okuyan, çalışan ve bir hayat inşa etmeye çalışan çocuklarıyız. Bu nedenle bugünün prekaryası olarak da nitelenen biz gençlerin yeni bir düzen arayışı da bu bağlamda şaşırtıcı değil.

Kendi düzen arayışımı kent ekseninde kurmaya ve umudumu yine kent ekseninde yeşertmeye çalışırken son günlerde başımıza gelenlerle birlikte koca bir anlamsızlığa sürüklendim. Kent çalışmaya dair hevesimi artıran yerel yönetim gelişmeleri, koronavirüs kriziyle bir anda gündemimden çıktı. “Dünya başımıza yıkılıyor, ne kenti ne kentsel yönetimi?” diye kendime kızmaya başlamıştım ki denk geldiğim bir tivit, kentin bugünkü krizde de ne denli büyük bir yeri olduğunu bana hatırlattı.

Bu nedenle tam da bu noktada beni bu makaleyi yazmaya iten soru beliriyor: Biz bu salgının eşiğinde ya da belki de tam içinde bulunurken kent bu krizin neresinde kalıyor?

Bugün bilim insanları ve sağlık örgütleri başta olmak üzere koronavirüs konusunda biraz olsun bilinçli herkes, #evdekal çağrısında bulunuyor. Küresel ölçekte yayılmış ve insanlığın yeni kabusu haline gelmiş salgını ancak bu şekilde durdurabileceğimiz söyleniyor. Bu nedenle sosyal mesafemize dikkat etmek, kendimizi sosyal hayatımızda sınırlandırmak ve bunun için olabildiğince evde kalmak bize düşen en büyük görev. Peki, bu salgının haftalarca sürmesi halinde evde delirmemeyi nasıl başaracağız?

Az önce sözünü ettiğim tivitte Aysuda Kölemen, bu süreçte Almanya’da parklara gitmenin işe gitmek gibi tehlikeli olmadığını ve bu nedenle insanların bu alanlara halen gidebildiğini söylüyor.

Virüsün damlacık yoluyla yayıldığına ilişkin bilgiler mevcut. Bununla birlikte söz konusu taneciklerin ağır olmasından dolayı sadece belli bir mesafeye kadar yayılabildikleri de dile getiriliyor. Tam da bu nedenle 1-2 metre arası bir mesafeyi korumanın hayati olduğu vurgulanıyor. Hal böyle olunca insan da düşünmeden edemiyor: “Bu mesafeyi koruyarak dışarı çıkmak mümkün mü?” Küçücük evlerde uzun süre hapsolmak oldukça zor, her birimiz son günlerde bunu daha iyi anladık. Peki, bu süreçte parklara/bahçelere çıkabilir miyiz? İşte bu soru, Türkiye’de bazılarımızın inisiyatifinde değil gibi duruyor. Ben de Kölemen’in tivitlerinde bahsettiği bu durumu biraz açmak istiyorum.

Türkiye’de Yeşil mi Alanlar?

Parka, bahçeye çıkabilmek için parkımızın, bahçemizin olması gerektiği ortada. Peki, bizim kendimizi güvenle atabileceğimiz böyle yeşil alanlarımız var mı?

Yeşil alan verilerine dair derli toplu bir ulusal istatistiğe ulaşmak mümkün değil. Bu nedenle inceleyebileceğimiz şehir sayısı oldukça kısıtlı olacak. Ama salgının özellikle büyük kentlerde yayılmasının çok daha kolay olduğunu göz önünde bulundurursak birkaç büyük kente bakmak da bize fikir verecektir.

Türkiye’de yeşil alan bilgisine erişemediğimizi belirttim. Ancak bazı akademik çalışmalarda ve yerel yönetimlerin paylaştığı istatistiklerde bu verilere rastlayabiliyoruz. Bununla birlikte söz konusu verilerde yeşil alanlar, pasif ve aktif olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Aktif yeşil alan, yurttaşların kullanımına açık kamusal yeşil alanları kapsıyor. Pasif yeşil alanlar ise yurttaşlar tarafından kullanılmayan ormanlar gibi alanlardan oluşuyor. Yani bizim soluk alabileceğimiz park ve bahçeler “aktif yeşil alan” grubunda yer alıyor. Bu nedenle değerlendirmemizde kıstasımız, aktif yeşil alanlar olacak.

Birçok akademik çalışmada belirtildiği üzere yeşil alan standartları konusunda, yerleşim yerlerinin yeşil dokusunun büyüklüğü ve nüfusu gibi bazı belirleyici etmenler söz konusu. Bu nedenle konunun uzmanları, ortak bir standart belirlemekten ziyade her yerleşim yerinin kendi yapısal özellikleri hesaba katılarak planlama yapılması gerektiğini dile getiriyor. Bununla birlikte Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyesi, kent sakinlerinin evlerine beş dakika yürüme mesafesinde ve herkesin kullanımına açık aktif yeşil alanların olması yönünde.

Bunun yanında, pratiğe baktığımızda ise kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarı için ülkelerin farklı standartları olduğunu görüyoruz. Örneğin İngiltere’de bu alan kişi başına 40-48 m2 iken ABD’de kişi başına 42-88 m2 olarak belirlenmiş. Türkiye’de ise ulusal standarda göre kişi başına düşmesi gereken aktif yeşil alan 10 m2 kadar.

Buraya bir dipnot düşmem gerekiyor: Bu konuda yalnızca yeşil alan oranına ve kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarına bakmak yeterli değil. Bu alanların kent içindeki iskan bölgelerine dağılımı da miktarı kadar önemli. Yani, mevzu yeşil alan miktarıyla bitmiyor. Kimin ve nasıl o yeşil alana eriştiği de madalyonun öteki yüzü.

Peki, hali hazırda zaten düşük bir standarda sahip ülkemizde payımıza ne kadar aktif yeşil alan düşüyor?

İstanbul

World Cities Culture Forum’un yayınladığı en güncel veriler, 2018 yılına ait. Bu verilere göre, incelenen dünya kentleri arasında yeşil alan oranı en düşük şehir, İstanbul. İstanbul’un yalnızca %2,2’si yeşil alanlardan oluşuyor. Bu haliyle insana “hiç olmasaymış” dedirtiyor.

Kaynak: World Culture Forum 2018

Bunun yanı sıra İBB’nin Ocak 2020’de yayınladığı verilere göre yaklaşık 16 milyon kişinin yaşadığı İstanbul’da kişi başına düşen aktif yeşil alan, 7,04 m2. Yani, ulusal standardı karşılamıyor. Bunun dışında Kölemen’in de bahsettiği ve İstanbulluların da bildiği üzere, İstanbul’da evinden çıkıp yürüyerek bir parka ulaşabilenler oldukça şanslı sayılır. Toplu taşıma kullanmadan bir parka ulaşmanız, İstanbul’da pek de mümkün değil.

Ankara

Ankara’ya baktığımızda, aktif yeşil alan bilgisine ulaşamıyoruz. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin resmi web sitesinde en son 2016 yılında kişi başına düşen yeşil alan miktarı, 19,85 m2 olarak belirtilmiş. Ancak bu miktar, pasif alanları da içerdiği için doğru bir değerlendirmede bulunmak mümkün değil.  Bununla birlikte internette gezinirken 2,35 m2’lik aktif yeşil alanıyla Çankaya’nın yeşil alan zengini olduğuna dair eski bir habere denk gelebiliyorsunuz…

İzmir

İzmir ili için ne merkezi ne de yerel yönetimin yayımladığı istatistiklere ulaşabiliyoruz. Bununla birlikte basına yansıdığı kadarıyla 2012 yılında İzmir’de kişi başına düşen yeşil alanın 5,13 m2 olduğunu ve bu rakamın 2015 yılında 13 m2’ye ulaştığını okuyoruz. Ancak bahsi geçen alanların yurttaşların kullanamadığı pasif alanları da kapsadığının ve bu nedenle kıstasımız olan aktif yeşil alan miktarını yansıtmadığının altını çizelim.

Bursa

Bursa’ya bakacak olursak 2018 yılında yayımlanmış bir çalışmada yer aldığı üzere, kişi başına düşen yeşil alan miktarı 5,37 m2 iken aktif yeşil alan miktarı yalnızca 2 m2 olarak hesaplanmış. Bir başka ifadeyle Yeşil Bursa’mızda bulunabileceğimiz yeşil alanlar, bizi virüsten korumak için yeterli değil.

Hal böyleyken “Şöyle bir hava alıp dönecektim, sosyal mesafeyi koruyarak dolaşacağım.” diyerek kendimizi parklara, bahçelere vurmak bu şartlarda pek de gerçekçi görünmüyor.

#EvdeKalTürkiye Zaten Pek de Alternatifin Yok

Kent çalışmalarında neoliberal politikalarla kamusal alanların yok edildiğinden ve kentin metalaşması sürecinde AVM’lerin şehirleri işgal ettiğinden bahsedilir. Bugün yine koronavirüs krizi dolayısıyla aktif yeşil alanlar başta olmak üzere kamusal alanın halk sağlığı için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz.

Elbet bu günler geçici, bilim insanları bu virüs belasını defedecekler. Biz de el birliğiyle dayanışma içinde sağlık çalışanlarına ve birbirimize destek olacağız. Ancak kente ilişkin taleplerimiz, ne dün ile sınırlı kalabildi ne de sadece bugünkü krize özgü. Olağan ya da olağanüstü her durumda insanca yaşayabilmek için kent hakkının ne denli değerli olduğunu idrak etmek mecburiyetindeyiz.

Kaynakça:

http://www.worldcitiescultureforum.com/data/of-public-green-space-parks-and-gardens

http://88.255.149.215/xmlui/bitstream/handle/11467/1430/M00689.pdf?sequence=1&isAllowed=y

http://www.euro.who.int/__data/assets/pdf_file/0010/342289/Urban-Green-Spaces_EN_WHO_web3.pdf?ua=1

https://data.ibb.gov.tr/dataset/2019-yili-park-bahce-ve-yesil-alan-verileri

https://www.ankara.bel.tr/genel-sekreter/genel-sekreter-yardimcisi2/cevre-koruma-ve-kontrol-dairesi-baskanligi/yesil-alanlar-sube-mudurlugu/kisi-basina-dusen-yesil-alan-miktari?web=1

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/598951

https://www.ntv.com.tr/turkiye/en-az-yesil-alan-izmirde,orCpWy08JE2ZJkU5EKjb6w

http://www.egepostasi.com/haber/hala-yesil-alan-fakiriyiz-ha-mogadisu-ha-izmir/113478https://www.sabah.com.tr/egeli/2017/05/08/kent-park-geliyor

http://www.ilgazetesi.com.tr/cankaya-yesil-alan-zengini-61456h.htm


İrem Doğanışık

1996’da Bursa’da doğdu. Bursa Anadolu Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Türkiye’nin ilk doğruluk kontrolü projesi Doğruluk Payı’nda bir yıl kadar fact-checker olarak çalıştı.

Galatasaray Üniversitesi Stratejik İletişim Yönetimi programında yüksek lisans yapmaktadır. İlgilendiği konular arasında toplumsal cinsiyet çalışmaları, medya-siyaset ilişkisi, post-truth ve kent hakkı bulunmaktadır.

(Visited 583 times, 1 visits today)
Close