Written by 11:35 Çeviri

Edgar Morin: Politik düşünme şeklimizi değiştirmezsek insanlığın krizi kötüleşecek

“Koronavirüs bize, tüm insanlığın neoliberal doktrini bırakıp ekolojik, sosyal bir New Deal siyasetine varacak yeni bir yol araması gerektiğini şiddetle söylüyor.”

Ayşen Arıkazan ve Oğul Tuna, Fransız düşünür Edgar Morin’in koronavirüs salgını konusunda L’OBS gazetesine verdiği “Le confinement peut nous aider à commencer une détoxification de notre mode de vie” başlıklı söyleşiyi çevirdiler.

Şu aşamada koronavirüs salgınından çıkarabileceğimiz birinci ders nedir?

Bu kriz bize küreselleşmenin dayanışmasız bir bağımlılık ilişkisi demek olduğunu gösterdi. Kürselleşme hareketi şüphesiz gezegenin teknolojik ve ekonomik yönden birleşmesini sağladı; fakat halklar arasında karşılıklı anlayışı geliştirmedi. Küreselleşmenin başladığı 1990’lı yıllardan bugüne savaşlar ve finansal krizler ortalığı kırdı geçirdi. Gezegeni tehdit eden ekoloji, nükleer silah, düzensiz ekonomi gibi sorunlar insanlar için bir kader topluluğu meydana getirdi; fakat hâlâ kimse bunun bilincinde değil. Bugün virüs, bu kader topluluğunu acil ve trajik bir biçimde gözler önüne seriyor. Peki biz bunun farkında mıyız? Uluslararası dayanışmanın ve müşterek kuruluşların pandemiye karşı önlem almada hata yapmaları yüzünden ulusların bencilce dışarıya kapanmalarına tanık oluyoruz. Cumhurbaşkanı Macron konuşmasında bir tür “milliyetçi geri çekilme” tehdidinden söz ediyor. Cumhurbaşkanının konuşması ilk defa doğru. Mesele sadece ekonomi ve işletmelerin meselesi değil; aynı zamanda hastaların ve sağlıkçıların, kısmî işsizliğe (chômage partiel) zorlanan tüm Fransızların meselesi. Cumhurbaşkanının değiştirilmesi gereken kalkınma modeline yönelik yaptığı ima sadece bir başlangıç. Bununla beraber, milliyetçi geri çekilmeye yanıt Avrupa’nın geri gelmesi değildir; çünkü Avrupa bu noktada birleşmekten aciz. Milliyetçi geri çekilmenin karşısında bütün kıtalardaki hekimlerin ve araştırmacıların başlattığı uluslararası dayanışma duruyor.

Milliyetçi geri çekilmenin karşısında bütün kıtalardaki hekimlerin ve araştırmacıların başlattığı uluslararası dayanışma duruyor.

Sizce neleri değiştirmek gerekiyor?

Koronavirüs bize, tüm insanlığın neoliberal doktrini bırakıp ekolojik, sosyal bir New Deal siyasetine varacak yeni bir yol araması gerektiğini şiddetle söylüyor. Bu yeni yol, hastaneler gibi Avrupa’da yıllarca ve çılgınca azaltılan kamu hizmetlerini kurtaracak ve güçlendirecektir. Yeni yol, temel özerklikleri kurtaracak küreselsizleşme [İngilizce deglobalization, Fransızca démondialisation] alanları yaratarak küreselleştirmenin etkilerini düzeltecektir.

Peki bu “temel özerklikler” nelerdir?

En başta gıda özerkliği. Alman işgali döneminde, Alman açgözlülüğüne rağmen tüm nüfusu kıtlıktan koruyan ve çeşitli bir tarımımız vardı. Bugün tarımsal üretimi yeniden çeşitlendirmemiz gerekiyor. İkinci olarak sağlıkta özerklik. Günümüzde pek çok ilaç Hindistan ve Çin’de üretiliyor ve bu durum, ilaç kıtlığıyla karşı karşıya kalma riskini taşıyor. Bir ulus için hayatî olan şeyi yeniden taşımamız lazım.

Küreselleşme, sağlık krizini genel bir krize mi dönüştürüyor?

Şu anki durum bu. Putin Rus petrol üretimini aynı seviyede tutmaya karar verdiğinde Suudi Arabistan’da ve ABD’de fiyatlar düşüyor. Teksas’ta ciddi sıkıntılar yaşanmasına ve belki de Trump’ın başkanlık seçimini kaybetmesine sebep olabiliyor… Yaşanan panik finansçıları da etkileyip borsanın çökmesine yol açıyor. Kendimizi bu zincirleme reaksiyonlar konusunda eğitmiş değiliz. Virüsten doğan kriz, kontrolün tamamını göz ardı eden güçlerin neden olduğu genel krizi ağırlaştırıyor. 1918-1919 yıllarında etkisini gösteren ve resmi mercilerin üzerine sessizlik yemini ettiği İspanyol gribi ile bir karşılaştırma yapacak olursak, günümüz yöneticilerinin transparanlığa oynadığını görebiliriz…

Bu küreselleşmenin olumlu bir sonucu değil mi?

İspanyol gribi sırasında insanların, özellikle de muhariplerin yaşanan felaketten haberdar olması istenmiyordu. Bugün bu opaklığı sağlamak imkansız olurdu. Çin rejimi bile ilk uyarıyı yapan kahramanı cezalandırarak da olsa bilginin yayılmasını engelleyemedi. Bilgi ağları sayesinde pandeminin ilerleyişinden ülke ülke haberimiz olabildi. Ancak, bu durum daha yüksek seviyelerde işbirliğini tetikleyemedi. Tek sonucu spontan olarak gelişen, doktorlar ve araştırmacılar arasındaki işbirliği oldu. Ne DSÖ ne de BM, en yoksun ülkelere direniş adına bir yardım sağlayamadı.

“Savaş zamanlarına döndük”: bu cümle İtalya ve Fransa’daki durumu betimlemek için sıkça kullanılıyor. Bu zamanı yaşadınız. Bu mukayese sizde nasıl bir izlenim bırakıyor?

Bugünle o günler arasındaki büyük fark, savaş sırasında izolasyon önlemlerini düşmanın dayatması, bugünse önlemlerin düşmana, yani virüse karşı dayatılıyor olması.

İşgal altındayken hapsedilme, izolasyon gibi uygulamalar vardı, gettolar vardı… Ancak bugünle o günler arasındaki büyük fark, savaş sırasında izolasyon önlemlerini düşmanın dayatması, bugünse önlemlerin düşmana, yani virüse karşı dayatılıyor olması. Birkaç aylık Alman işgalinden sonra, erzak kısıtlamaları getirilmeye başlandı. Bir miktar panik başlamış olsa da, bugün bu noktada değiliz. Fakat bu kriz devam ederse, uluslararası düzeyde mal taşımacılığının da azalmasıyla birlikte, tayınlamanın dönüşünü öngörebiliriz. Mukayese burada bitiyor. Aynı türden bir savaşta değiliz. 1940’dan beri ilk defa okullar ve üniversiteler kapatıldı… Evet, ama o zaman kapanmalar çok geçiciydi. Fransa’nın hezimeti Haziran’da, yani yaz tatilinin başında oldu. Ekim’de okullar tekrar açıldı.

İzolasyondan beklentimiz ne olabilir? Korku? Bireyler arasında güvensizlik? Ya da tam tersine, başkalarıyla yeni ilişkiler kurulması?

Geleneksel dayanışma strüktürlerinin bozulduğu bir toplumda yaşıyoruz. En büyük meselelerden biri komşular arası, işçiler arası, vatandaşlar arası dayanışmanın tekrar oluşturulması… Yaşadığımız kısıtlamalarla beraber, okula gitmeyen çocuklar ve ebeveynleri arasında, komşular arasında dayanışma pekişecek. Tüketim alışkanlıklarımız ciddi bir darbe alacak ve bu fırsattan yararlanarak tüketimciliği, başka şekilde ifade etmek gerekirse bağımlılığı, “uyuşturucu etkisi altında tüketimi”, gerçek bir kullanım alanı olmayan ürünlerin bizde yarattığı sarhoşluğu tekrar düşünmeliyiz ve bizi nicelikten ziyade niteliğe önem vermeye yönlendirmesine izin vermeliyiz.

Gerçek bir kullanım alanı olmayan ürünlerin bizde yarattığı sarhoşluğu tekrar düşünmeliyiz ve bizi nicelikten ziyade niteliğe önem vermeye yönlendirmesine izin vermeliyiz.

Muhtemelen zamanla olan ilişkimiz de değişecek. Evet, izolasyon sayesinde, artık bölünmeyen ve süresi tutulmayan zaman, métro-boulot-dodo’dan[1] kaçırabildiğimiz bu zaman sayesinde kendimizi tekrar bulabilir, temel ihtiyaçlarımızın ne olduğunu görebiliriz, demek istediğim aşk, dostluk, hassasiyet, dayanışma, hayatın şiirselliği… İzolasyon bize hayat tarzımızda bir detoksifikasyona başlamamıza ve iyi yaşamanın “ben”i geliştirmek, ancak her zaman muhtelif “biz”ler çerçevesinde geliştirmek olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir.

Son olarak, bu kriz çelişkili bir biçimde yararlı olabilir mi?

Balkonlarında Fratelli d’Italia[2] şarkısını, bu kardeşlik marşını söyleyen İtalyan kadınları gördüğümde çok etkilendim. Ulusal dayanışma bulmalıyız, kapalı ve bencil değil, “dünyevi” kader ortağı bir topluluğa açık bir dayanışma. Virüsün ortaya çıkmasından önce her kıtadaki insanların sorunları aynıydı: biyosferin gördüğü zarar, nükleer silahların yaygınlaşması, eşitsizliği artıran kontrolsüz ekonomi… Bu kader ortağı toplum mevcut, ama zihinler endişeli olduğundan, insanlar bunu fark etmektense ulusal ya da dini bencilliğe sığınıyorlar. Tabii ki ulusal dayanışma elzem, ancak insanlık kaderinin genel bir farkındalığına ihtiyacımız olduğunu anlamazsak, dayanışma konusunda ilerleme sağlamazsak, politik düşünme şeklimizi değiştirmezsek, insanlığın krizi kötüleşecek. Virüsün mesajı net. Duymak istemezsek vah halimize.


[1] Şair Pierre Béarn’ın bir dizesinden gelen ve popülerleşen tabir. Şehir insanının günlük rutinini, işe gidişi, çalışmayı ve uyumayı betimliyor.

[2] İtalya’nın Kardeşleri


Oğul Tuna

1995 yılında Adana’da doğdu. 2019’da Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Master eğitimini hâlen Fransa’da Lille Siyasal Çalışmalar Enstitüsü’nde (Sciences Po Lille) sürdürmektedir.

Siyasî tarih ve karşılaştırmalı siyaset çalışan Tuna Türkiye, İran ve Rusya üzerine yoğunlaşmaktadır.

(Visited 1.135 times, 1 visits today)
Close