Written by 16:20 Dosya

“Belarus’ta Derin Kriz, Muğlak Gelecek”

Doğu Avrupa’nın kalbindeki Belarus, tarihindeki en büyük siyasî harekete tanıklık ediyor. 26 yıldır iktidarda olan Aleksandr Lukaşenko’nun otoriter yönetimine karşı muhalefet, 9 Ağustos’ta düzenlenen seçimlere hazırlanarak girmişti. Hapisteki eşinin yerine seçime giren Svetlana Tihanovskaya’nın en güçlü aday olarak Lukaşenko iktidarını sarsması bekleniyordu. Fakat seçim günü ve oyların sayımı ile sonuçların ilanı sırasındaki düzensizlikler büyük tepkiye yol açtı. Resmî sonuçlara göre Lukaşenko oyların %80.10’unu aldı, Tihanovskaya, ailesiyle tehdit edildiğini belirttiği tartışma yaratan bir açıklamanın ardından ülkeyi terk etti. Seçim gününden bu yana ise başkent Minsk başta olmak üzere pek çok merkezde binlerce insan sokaklara indi. Eylemleri bastırmak için kolluk kuvvetlerinin şiddete başvurması tepkileri daha da kitleselleştirdi ve ülke ekonomisinin temelindeki işçiler genel grev ilan etti. Doğu Avrupa ve Avrasya üzerine çalışan uzmanlar, bu ülkede yaşananları ve Belarus’un geleceğine dair öngörülerini Gergedan Dergi okurları için paylaştılar.


Tarik Cyril Amar

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi

Belarus’taki şiddetli güncel krizin temelinde, Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko’nun başında bulunduğu hükûmetin 9 Ağustos Cumhurbaşkanlığı Seçimi sonuçlarını ağır tahrifinden çok sayıda yurttaşın makul şüphesi yatıyor. Yetkililerin sunduğu sonuçlar güvenilir değil ve pek çok yurttaş bunları protesto ediyor.

Bu eylemler özünde, en azından şimdiye dek, şiddete başvurmuyor; fakat eylemcilere ve diğer yurttaşlara zarar veren polisi ve özel kuvvetleri devreye sokan rejimin cevabı aşırı agresif oldu. Aynı zamanda çok sayıda gözaltı yaşandı, gözaltındakilere sert ve geniş çapta şiddet uygulandığına dair inandırıcı raporlar var. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’nin de kınadığı bu gaddarca karşılığın amacı belli değil. Yine de eylemcileri ve eylemcilere yakınlık gösterenleri korkutmak ve itaat altına almak hedefi taşıdığından şüphelenebiliriz. Özellikle de Belarus’un resmî medya organlarında yer alan bazı yayınların korku salmayı hedeflediği düşünülürse.

Seçimin sembolik olarak en önemli muhalefet adayı Svetlana Tihanovskaya, Belarus’u terk etti ve başlangıçta Belarusluları toplu eylemlere katılmamaya davet etti. Günler sonra ise konumunu değiştirdi; barışçıl eylem, oyların yeniden sayımı çağrısında bulundu ve hükûmeti şiddete son vermeye çağırdı. Ailesinin hâlâ Belarus’ta -ve kocasının hapiste- olduğunu göz önünde bulunduran pek çok gözlemci, Tihanovskaya’nın ülkeyi terk etmesinin ve ardından gelen ilk beyanının zorla yaptırılmış olduğunu ve aslî duruşunu yansıtmadığına inanıyor.

Belarus’ta Derin Kriz, Muğlak Gelecek

Her hâlükârda, rejim şimdilik Tihanovskaya’yı fiziksel olarak uzaklaştırmayı başardı. Ama yine de gerçek amacına ulaşmadı: Tihanovskaya’nın de facto sürgününe rağmen eylemler sona ermedi, hatta büyüdü ve Tihanovskaya susmadı. Böylece bu noktada rejim ve eylemciler arasında bir açmaz belirdi. Bu durum çabucak değişebilir ama çatışmanın nasıl sona ereceğini öngörmek ihtiyatsızlık olur. Gelgelelim şu aşamada yapabileceğimiz birkaç yorum var:

Belarus’un iç siyasetinde önceden var olan status quo çoktan imha edildi ve kim kazanırsa kazansın geriye dönüş pek mümkün değil.

Birincisi, Belarus’un iç siyasetinde önceden var olan status quo çoktan imha edildi ve kim kazanırsa kazansın geriye dönüş pek mümkün değil. Lukaşenko’nun uzun süreli otoriter yönetimi sona erebilir ya da devam edebilir; fakat devam ederse önceden farklı olacaktır: daha doğrudan ve geniş çaplı bir baskı ve bunun karşısında daha az itaatkar, daha hareketli ve en önemlisi, daha hırçın bir nüfus ki özellikle gençlerden oluşmakta.

İkinci olarak, Belarus’un uluslararası konumu aynı olmayacaktır: Eğer eylemciler galip çıkarlarsa ülke bir nebze Batı’ya yaklaşacaktır. Fakat burada önemli bir farklılık söz konusu. Bu yakınlaşma, Ukrayna’nın 2013-2014 krizinde yaşandığı gibi kendini radikal biçimde yeniden konumlandırma biçiminde olacağa benzemiyor: İlkin, Belarus’un Avrupa Birliği’yle özel bir anlaşmaya varmak gibi Ukrayna’yla kıyaslanabilir bir arzusu yok. Ayrıca Ukrayna’daki gibi milliyetçi bir hareket de mevcut değil. Son olarak da Ukrayna tarzı bir tamamen Batı’ya dönüş girişimi, açıkça büyük ölçekli bir Rus müdahalesini riske atmak demek olacaktır.

Eğer rejim kazanırsa, Rusya’ya eskisinden daha da bağımlı hâle gelmeye mahkum olacaktır. Son zamanlarda Belarus ve Batı ilişkileri, özellikle de AB ile ilişkiler, ilerlemekteydi ve Lukaşenko bir ölçüde Rusya ile Batı arasındaki “taraflara oynama” imkanı buluyordu. Rejimin bekası aşırı ve açık bir baskıya bağlı olduğundan Batı’nın kendini Belarus’tan uzak tutmaktan başka seçeneği olmayacaktır. Dahası, eylemcilerin sebatı karşısında ayan beyan biçimde şaşkınlığa uğrayan Lukaşenko, Rusya’dan açıkça destek talebinde bulundu. Bu da Lukaşenko’nun Rusya’ya bağımlılığının yeniden artmasına sebebiyet verecektir.

İki taraf da buradaki hatalarını açıkça itiraf etmeyeceklerse bile umulur ki Ukrayna’daki şiddetli ihtilafın maliyetli ve bir açıdan da tüm taraflar için hayal kırıklığı yarattığını biliyor olsunlar.

Üçüncüsü, gerginliğin daha da artma ihtimali göz ardı edilemeyecek olsa bile “Ukrayna senaryosu” pek muhtemel değil. Bunun da pek çok sebebi var: Batılı güçler (AB, AB üyeleri ve ABD) sükûnetini korudukça -ve kendi gösterişli nüfuzunu kullanmadıkça ya da müdahale etmedikçe- Rusya’nın şiddetli bir eylemde bulunmasında çok az çıkarı olacaktır. Aynı zamanda, Lukaşenko’nun yardım talebine rağmen, Rusya’nın ondan elde edeceği bir çıkarı yok: Lukaşenko zor bir partner oldu ve Moskova’nın temel çıkarları korunduğu müddetçe başkalarıyla değişilebilir. Bu çıkarlar arasında Belarus’un (Ukrayna’da olduğu gibi) Batı’ya dönük yeniden esaslı bir jeopolitik konumlanmaya başvurmaması ve de facto Rus nüfuz alanı içinde kalmaya devam etmesi; Rusya içerisinde burada yaşanan eylemlerin “taklitlerinin” yayılmaması yer alıyor. Hem de Rus Uzakdoğu’sunda ilgisiz ve yerel ölçeki gibi görülen fakat hükûmet için rahatsızlık verici bir hareketlilik yaşanırken.

Son olarak, Ukrayna’da yaşananlar şimdiden Batı ve Rus tecrübelerinin bir parçası hâline geldi. İki taraf da buradaki hatalarını açıkça itiraf etmeyeceklerse bile umulur ki Ukrayna’daki şiddetli ihtilafın maliyetli ve bir açıdan da tüm taraflar için hayal kırıklığı yarattığını biliyor olsunlar. İdeal bir dünyada Batı ile Rusya’nın bu krizi yapıcı bir biçimde sonlandırmak için iş birliğinde bulunabilmeli. Lukaşenko’yu adil ve şeffaf bir oy sayımını ve sayımın sonucunu kabul etmeye zorlamak gibi. Fakat bu tür bir iş birliği için iki tarafın da umulmadık derecede esnek olması gerekir. Yine de Ukrayna’dan çıkarılacak çarpıcı dersler, Batı ve Rusya’nın bunları anlaması ve en azından itidalli davranması hâlinde, Belarus’a yardımcı olabilir.

Cenk Başlamış

Gazeteci

Vladimir Lenin’e göre, “yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi” devrim koşullarını hazırlar. 

Belarus’un şu anda bir “devrim”in eşiğinde bulunduğu ileri sürmek güç olsa da ülkede bir karşı devrim yaşandığı açık. 

Sovyetler Birliği’ni oluşturan 15 cumhuriyet arasında en içine kapanıklardan biri olan o zamanki adıyla Beyaz Rusya, 1991 yılındaki dağılmanın ardından bu geleneğini sürdürdü. Yine, pek çok eski Sovyet cumhuriyetinin tersine Belarus özellikle ekonomi ve sosyal alanda deprem gibi değişimlerle sarsılmadı ve kendine özgü denilebilecek yolda yürümeye devam etti. 

Dev komşusu Rusya bile dağılmanın eşiğine sürüklenirken Belarus’un ayakta kalmasını, 1994 yılında iktidara gelen Aleksandr Lukaşenko’ya bağlamak yanlış olmayacak. Sovyetler’in sosyal devlet anlayışını sürdüren Lukaşenko bu nedenle “baba” olarak anılmaya başlandı. 

Ancak Lukaşenko, Putin’in 2000’li yıllarda başlattığı çizgiye benzer şekilde başından beri demokrasiyi öncelikler listesine almadı, iktidarını sürdürebilmek için muhalefeti sürekli baskı altında tuttu. 

İşte o baskı, artmaya başlayan ekonomik sorunlar (nüfusun dörtte birinin işsiz olduğunu iddia edenler var) ve koronavirüs salgınının başlangıcında iktidarın takındığı aldırmaz tavır bardağı taşıran damlalar oldu. 

9 Ağustos’taki başkanlık seçimleri öncesinde Lukaşenko’ya rakip olabilecek muhalif politikacıların aday yapılmaması, haklarında soruşturma açılması, eskisi gibi yönetilmek istemeyenleri öfkelendirdi. Halkın en azından bir bölümündeki yenilik arzusu o kadar güçlüydü ki, adı sanı duyulmamış kendi halinde bir kişi, Svetlana Tihanovskaya hemen “lider” olarak kucaklandı. 

Seçim sonuçları açıklandığında bir başka “devrim” koşulu gerçekleşti ve eskisi gibi yönetilmek istemeyenler sandığa hile karıştığını ileri sürerek sokağa döküldü. 

Muhalefetin seçimi aslında kendilerinin kazandığı açıklaması soru işaretli bir iddia. “Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler olduğu” büyük olasılıkla doğru ama o olanların Lukaşenko’nun sandık yenilgisini zafere çevirecek boyuta ulaştığı kuşkulu. 

Resmi açıklamaya göre Lukaşenko oyların yüzde 80’ini alarak altıncı kez başkan seçildi. “Yüzde 80” tesadüfi bir rakam değil: Belarus liderinin şimdiye kadar yapılan seçimlerde aşağı yukarı aldığı oy oranı. Yani aslında bir meydan okuma yani aslında muhalefete verilen “Siz ne yaparsanız yapın ben gücümden hiçbir şey kaybetmedim” mesajı. 

Güvenlik kuvvetlerinin muhalif göstericilere karşı acımazsızca davranmasının, binlerce kişiyi tutuklamasının nedeni de bu ruh hali, güçsüz görünme korkusu.

Zaten güvenlik kuvvetlerinin muhalif göstericilere karşı acımazsızca davranmasının, binlerce kişiyi tutuklamasının nedeni de bu ruh hali, güçsüz görünme korkusu. Muhalefete karşı o kadar büyük bir güç kullanıldı ki, Rus Kommersant gazetesi “Bu koşullarda göstericilerin en küçük bir şansı bile kalmadı” diye yazdı.

Toplumsal olayların nereye evrileceğini kestirmek güç olsa da, gösteriler, çatışmalar ve grevler hâlâ sürse de devrim-en azından şimdilik- karşı devrim duvarına çarpmışa benziyor. Hele hele Tihanovskaya ülke dışına kaçmış (ya da kaçmak zorunda kalmış) ve muhalefet başsız kalmışken… 

Ama aynı Tihanovskaya seçimin ardından Belarus tarihine geçmesi gereken bir açıklama yaptı: ”İnsanlarımız artık uyandı, korkularını yendi. Sırf bu nedenle bile kazandığımızı düşünüyorum. Korkumuzu, ilgisizliğimizi, kayıtsızlığımızı yendik…” 

Sonuçta şu anda ellerini ovuştursa da, 9 Ağustos Lukaşenko için bir “Pirus zaferi” oldu, kazandı ama ağır bir darbe aldı, henüz farkında olmasa da sonun başlangıcıyla tanıştı. 

Son söz: ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) kafasında kuyrukları birbirine değmeyen tilkiler dolaştığı sır değil ama eski Sovyet cumhuriyetlerindeki her muhalif başkaldırıya “Batı patentli” damgası vurmak her şeyden önce daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi için mücadele eden halklara saygısızlık.

Hakan Güneş

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

Beyaz Rusya devlet başkanlığı seçimlerine giderken birçok aday adayının hapsedilmesi, aday olabilenlerin de baskı görmesi karşısında başlayan tepkiler seçim sonuçlarının açıklanmasını takiben gösterilere dönüştü. Daha önce benzeri pek görülmeyen bir seviyede katılıma sahne olan Lukaşenko karşıtı gösteriler 2 gün sürdükten sonra muhalefetin en önemli adayı Svetlana Tihanovska’yanın Litvanya’ya kaçışı ve oradan yaptığı “bıraktım” açıklaması ile başka bir forma büründü. Halkın önemli bir kısmı başkent Minsk’te, diğer büyük şehirlerde ve hatta küçük kasabalarda gösterilerini sürdürüyor. Sendikalar, sanatçılar ve meslek örgütlerinin de birbiri ardına protestolara katıldığı görülüyor. Son günlerde Lukaşenko’nun tavrında da belirli bir yumuşama ve gösteriler barışçıl sürdüğü takdirde ilk günlerdeki sert müdahalelerde bulunmayacağı gözlemleniyor.

Türkiye’de ve Dünya’da pek de fazla bilinmeyen bu Doğu Avrupa ülkesi hakkında onlarca tartışma daha yeni başlamış görünüyor: Ülkeyi 26 yıldır yöneten Devlet Başkanı Lukaşenko ve onun karşısında yer alan muhalif adaylar neyi temsil ediyorlar? Batı’nın ve Rusya’nın bu süreçte bir rolü var mı? Olaylar Ukrayna’daki kanlı ikinci Turuncu “Devrim”in bir benzeri miydi? Belarus halkı “Dış Mihrak”ların oyununa mı geliyor? Kısa başlıklarla açmaya çalışalım

Lukaşenko ve  Sosyal Devleti!

Belarus bazı yazılarda abartıldığı gibi sosyalist bir ekonomi ya da bir halk cumhuriyeti değildir. Orada da oligarklar, özel eğitim, para, piyasa, özetle kapitalizm mevcuttur. Eleştirel Rus Marksistlerinden Aleksandr Buzgalin buna Paternalistik Kapitalizm diyor. Öte yandan eski SSCB coğrafyası içinde işsizlik ve gelir adaletsizliğinin en düşük olduğu ve Sovyet üretim altyapısını büyük ölçüde koruyarak sadece tarımda değil sanayide de kendine yeten, hatta ileri enformasyon teknolojileri başlıklarında  da önemli yol almış bir ülke Belarus. Bu bakımdan Lukaşenko tüm eski Sovyet coğrafyasının en sosyal devletçi yönetimini temsil eder. Keza yolsuzluk ve rüşvet açısından da tüm benzerlerinden ayrılır. Bunu Lukaşenko yanlılarından değil, bölgede iş yapan pek çok CEO’dan da duymak mümkündür.

Rus Marksist eleştirel düşünürlerden Boris Kagarlitsky değişimin tam da Lukaşenko’nun sağladığı göreli refahın ortaya çıkardığı sosyal bir sonuç olduğu düşüncesinde.

Öte yandan Lukaşenko, Türkmenbaşı’ndan sonra bu coğrafyanın diktatör sıfatına Kerimov’la birlikte en çok yaklaşan liderdir. Ne liberaller ne de komünistlere fırsat vermiş; toplumun siyasallaşması, basının özgür faaliyet göstermesi geride bırakılan 26 yılda artan düzeyde engellenmiştir.

Lukaşenko sosyal politikaları ve devletçiliği ile elde ettiği destekten daha fazla bir nüfus kesimi ise artık bir değişim istiyor. Yine önemli Rus Marksist eleştirel düşünürlerden Boris Kagarlitsky değişimin tam da Lukaşenko’nun sağladığı göreli refahın ortaya çıkardığı sosyal bir sonuç olduğu düşüncesinde. Halkın Lukaşenko’yu sosyal politikaları değil, giderek artan baskıcı yöntemleri nedeniyle eleştirdiği anlaşılıyor.

Muhalefet Bloğu!

Anti-Lukaşenko bloğuna bakarak son dönemde öne çıkan figürleri ve temsil ettiklerini analiz edebiliriz. Muhalefetin en önemli yüzü eşi tutuklanınca onun yerine başkanlık yarışına katılan Svetlana Tihanovskaya. Yanında “Lukaşenkoya karşı 3 kadın güçlerini birleştirdi” diye manşet attıran iki isim daha var: Veronika Tsepkalo ve Mariya Kolesnikova.

Svetlana Tihanovskaya ve tutuklu eşi Sergei Tihanov tipik neo-liberal, Batıcı ve rejim küskünü oligarkların yakın dostu bir figür olarak özetlenebilir. Veronika Tsepkalo için ise birçok şey söylenebilir ama “Batıcı” demek hayli zor. Zira başkanlık yarışına girme niyetini bildirince aldığı tehditlerle ülkeyi terk eden eşi Valery Tsepkalo şu anda Moskova’da “saklanıyor”. Maria Kolesnikova ise BelarusGazprombank eski genel müdürü olup başkanlık yarışına girince hapsi boylayan Viktor Babariko’nun kampanya ekibinden. Yine özetle Babariko da Rusya ile son derece yakın ilişkileri temsil eden bir müesses nizam adamı.

Rusya’nın sıra dışı konumu!

Şimdi bu tabloya Rusya’nın özel güvenlik şirketi Wagner’e bağlı 33 paralı askerin seçimlerden 10 gün önce Minsk’te Lukaşenko tarafından derdest edilmelerini ekleyelim. Geçtiğimiz günlerde bu paralı askerler serbest bırakıldı. Ancak Rusya-Belarus ilişkiler, Lukaşenko-Putin ilişkileri daha önce görülmeyen türden bir gerilimi yansıtıyor.

Eski Sovyet coğrafyasında ilk defa muhalefet bloğundan bir adayın Batı’ya, diğer ikisinin ise Rusya’ya yakın olduğu bir örnekle karşı karşıyayız. Bu bakımdan Rusya’nın kontrollü bir denge siyaseti içinde olduğu söylenebilir. Rusya’nın Lukaşenko yerine daha piyasacı, özelleştirmeci bir alternatif peşinde olduğu, Rus oligarklarının Beyaz Rusya’yı tam boy talan etme istekleri ele alınması gereken diğer önemli iddialar arasındadır.

Halk ve Muhalefet Liderleri aynı şey değil!

Görüldüğü üzere sokaklar organize bir toplamı değil “artık yeter”i temsil ediyor. 3 Muhalif kadın adayın temsil ettiklerinden daha geniş, onlardan daha ılımlı bir değişim beklentisi son günlerin sokak eylemlerinin ruhunun özeti olarak çıkıyor karşımıza.

Muhalefetin ve iktidarın bir ortalamasını alarak bağlayacak olursak: Lukaşenko karşıtı cephenin ağırlıklı olarak daha çok özgürlük vaaderken aynı zamanda daha çok piyasalaşmayı temsil ettiği söylenebilir.

Halkın yaklaşımı ve eylem dili ise sosyal hakların kaybedilmeden özgürlüklerin kazanılmasının mümkün olduğunu gösteriyor. Bu elbette hiç kolay gerçekleşecek bir durum değil. Dış müdahaleler ve halkın örgütsüzlüğü durumu zorlaştırıyor.

Eski Sovyet coğrafyasında değişim momentlerinde halk çoğu kez ekmek ve hürriyet arasında bir seçime mahkum oldu. Ekmek, gül ve hürriyet, hiç bir arada alternatif olamadı.

Eski Sovyet coğrafyasında değişim momentlerinde halk çoğu kez ekmek ve hürriyet arasında bir seçime mahkum oldu. Ekmek gül ve hürriyet hiç bir arada alternatif olamadı. Lukaşenko sosyal devlet ve görece başarılı ekonomik politikaları karşılığında Beyaz Rusya halkından artık kişiselleşmiş iktidarının baskıcı yanlarını görmezden gelmelerini bekliyor.  Muhalefetin bilinen isimleri ise iş dünyası ve yabancı ülke (Rusya ve Batı)  bağlantıları ile şüpheli bir gelecek vadediyor. Kesin olan ise halkın değişim ve reform isteği.

Son günlerde eylemlerin daha barışçıl bir düzeye gelmesi ve daha da önemlisi iktidarın da buna yumuşak bir yaklaşımla ile yanıt vermesi sosyal hakların kaybedilmeden özgürlüklerin kazanılması için bir umut oluşturuyor. Bu iyimserliğin bozulması için pek çok gücün ellerinden geleni yapacağına ise şüphe yok.

Nigel Gould-Davies

Eski Birleşik Krallık Belarus Büyükelçisi

Tahrif edilmiş seçim sonuçları ardından düzenlenen eylemler Belarus için yeni bir durum değil. Yeni olan, bu eylemlerin ölçeği ve coğrafî dağılımı. Artık güvenlik güçlerinin hızlıca bastıramadığı ulusal bir fenomen hâline geldiler. Cin çoktan şişeden çıktı.

Barışçıl hareket genel grev çağrısında bulundu. Bazı büyük fabrikaların işçileri çalışmayı durdurmaya başladılar. İnsanları çalışmaya zorlamak, onları zorla korkutmaktan daha zordur. Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko bunlar karşısında sert önlemlere başvurdu ve muhalefet lideri Svetlana Tihanovskaya’yı eylemleri bitirme çağrısını okumaya zorladıktan sonra ülkeyi terk etmeye mecbur etti. Muhalefetin koordinasyonunu engellemek için de Belarus’un internet (ve hatta telefon) bağlantısını kesti. Sonuncusu ülke adına maliyetli bir adım oldu.

Rusya’nın Belarus’la uzun zamandır yakın fakat işlevsiz bir ilişkisi var. Wagner Grubu üyelerinin ve daha yakın zamanda Rus gazetecilerinin tutuklanması bu ilişkileri iyice gerdi. Seçim döneminde Rusya’yı eleştiren de Tihanovskaya değil, Lukaşenko’ydu.

Rusya’nın şu aşamada nasıl cevap vereceği belli değil. Vladimir Putin, Lukaşenko’ya kısa bir tebrik mesajı yolladı ve bunu uzun bir ekonomik ve askerî bütünleşme dileği izledi. Fakat Putin’e sadık Rus Duması’nın önde gelen üyeleri, Lukaşenko’yu sert biçimde eleştirdi. Konstantin Zatulin seçim sonuçlarının bariz biçimde tahrif edilmesini kınadı. Vladimir Jirinovskiy, Lukaşenko’nun bir yıl içinde gideceği tahmininde bulundu. Rusya, ülkedeki değişmeye müsait durumu yakından takip ediyor.

ABD’nin Belarus ile ilişkileri, adil ve özgür seçimler düzenlenmedikçe normal olmayacaktır.

Gözlemlenmesi gereken önemli mevzular şunlardır: İlk soru, muhalefetin eylemleri ve genel grev yayılacak mı? Eğer yayılırsa, status quo rejim için sürdürülemez bir hâle gelecektir. İkincisi, Lukaşenko sıkıyönetim ilan edecek mi? Artan gerilim, orduyu bir iç baskı aygıtı hâline getirecektir. Bu durum da çoğu subayın görev tanımında yer almıyor. Peki böylesi bir emri izlerler mi? Eğer reddederlerse, Lukaşenko’nun günleri sayılı hâle gelir.

ABD’nin Belarus ile ilişkileri, adil ve özgür seçimler düzenlenmedikçe normal olmayacaktır. ABD ve müttefikleri, baskıyı uygulayanlara yönelik yeni yaptırımlar uygulayabilirler. ABD’nin 2008’den bu yana ilk defa olmak üzere Minsk’e yeni bir büyükelçi yollaması mümkün değil.


Not: Nigel Gould-Davies’in değerlendirmesi, kendi onayı üzerine Wilson Center için yaptığı yorumdan Türkçeye çevrilmiştir.


Oğul Tuna

1995 yılında Adana’da doğdu. 2019’da Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Master eğitimini hâlen Fransa’da Lille Siyasal Çalışmalar Enstitüsü’nde (Sciences Po Lille) sürdürmektedir.

Siyasî tarih ve karşılaştırmalı siyaset çalışan Tuna Türkiye, İran ve Rusya üzerine yoğunlaşmaktadır.

(Visited 1.065 times, 1 visits today)
Close