Şu an tartışmalar devam etse de Demokrat aday Joe Biden, ABD’nin seçilmiş 46. başkanı olarak kabul ediliyor ve sürecin sonunda iş yüksek yargıya intikal etse bile -ki ihtimali zayıf- muhtemelen Biden başkanlık koltuğuna oturacak.
ABD’nin 46. başkanının kim olacağıyla yakından ilgilenen bir diğer ülke de şüphesiz İran çünkü Trump’la 4 yıl daha yola devam etmek İran’ın isteyeceği en son şey. İran Rehberi Ayetullah Hameneyi ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ABD’de kimin başkan olacağının kendilerini ilgilendirmediğini söyleseler de gerçek tabii ki bu kadar basit değil. Bu bağlamda, İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in “Biden veya Trump’ın seçilmesi elbette İran için birbirinden farklı sonuçlar doğuracaktır” söylemi gerçeğe çok daha yakın bir mevziyi ortaya koyuyor.
İran makamları 2015’te varılan nükleer anlaşmanın yeni maddeler eklenerek değiştirilemeyeceğini, Biden’ın anlaşmaya tıpkı eskiden olduğu gibi yine P5+1 ülkeleri çatısı altında girmesi gerektiğini ve İran ile ABD arasında ayrı bir ikili müzakere sürecinin olamayacağını söylüyorlar. Aksini iddia etseler de İran devlet aklı, Trump’ın tüm baskılarına rağmen, Trump sonrasında nükleer mutabakatın mimarlarından biri olan Biden’ın seçilmesi ihtimalini asla göz ardı etmedi. Bundan dolayı da ABD’yle ipleri kopartacak adımlardan ziyade, “ölçülü ve açıklanabilir” yanıtlar vermeyi tercih ettiler. Bunu özellikle Kasım Süleymani suikasti sonrasında görmek mümkün.
ABD açısından ise iki perspektif ortaya konuluyor: bir grup Biden’ın gelişiyle ABD’nin İran politikasının esasen değişeceğini düşünüyor, ikinci grup ise Biden istese bile ABD müesses nizamının İran politikasının esnemeyeceği görüşünde. Yeni Başkan Joe Biden’la birlikte ABD ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin seyrini daha iyi anlamak için önceki ABD başkanlarının İran’a dair farklı dönemlerde yürüttükleri politikalara bakmakta fayda var.
Geçmişten bugüne İran-ABD ilişkileri
ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasındaki yıllarda dünyada oluşan konjonktür gereği Ortadoğu’da İran’a dair politika geliştirme yoluna gitti. Bu bağlamda son 68 yıl içinde 7 Cumhuriyetçi ve 5 Demokrat başkanın İran’a dair politikalar geliştirdiğini görmekteyiz. 34. başkan Dwight D. Eisenhower’dan başlayıp 45. başkan Donald J. Trump’a varıncaya kadar, 39 yıl Cumhuriyetçi ve 28 yıl Demokrat olmak üzere bu 12 ayrı başkanlık döneminde ABD, İran’a karşı politikalar uyguladı.
Eisenhower’dan Trump’a İran politikaları
Cumhuriyetçi başkan Eisenhower, 30 Ocak 1953’te iktidara geldi. Eisenhower, dönemin İran Başbakanı Muhammed Musaddık yönetimini ABD menfaatlerine bir tehlike olarak görüyordu. Bundan dolayı da 19 Ağustos 1953’te CIA’nın İngiltere’yle ortak yaptığı Ajax Operasyonu’yla Musaddık yönetimini darbeyle devirdi. Daha sonra 1954 yılında İran’ın 25 yıl boyunca petrolünü ABD’nin de içinde olduğu bir konsorsiyuma satmasını sağlayan bir anlaşmaya zorladı. Nihayetinde 1957 yılında Ankara’da İran ve ABD arasında ikili askeri ve savunma anlaşması imzalandı.
Eski General Eisenhower sonrasında, 20 Ocak 1961’de Demokrat başkan John F. Kennedy iktidara geldi. Başkan Kennedy, 1962 yılından itibaren İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi muhaliflerinin örgütlenmesini destekledi. Diğer bir taraftan da Şah Pehlevi’nin “Beyaz Devrim” adı altındaki reform hamlesine destek vererek denge politikası gözetmeye çalıştı.
John F. Kennedy’nin başkanlığının üçüncü yılında suikaste uğramasıyla birlikte, yardımcısı Demokrat Lyndon B. Johnson 22 Kasım 1963 yılında iktidara geldi. Johnson, İran’ın Sovyetler Birliği’yle yakınlaşmaya başlamasından rahatsız oldu ve İran’ı ABD menfaatleri açısından kendi yanında tutmak için 1967 yılında İran’a savaş uçakları ve askeri teçhizat satma kararı aldı. Bu dönem İran’ın Ortadoğu’da askeri bir güç olarak yükseldiği zamanlara tekabül ediyor.
Başkan Johnson’ın ardından 20 Ocak 1969 yılında Cumhuriyetçi Richard Nixon başkanlık koltuğuna oturdu. Nixon’ın İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi ile yakın kişisel ilişkileri vardı ve bunu İran politikalarına da yansıtıyordu. Nixon’ın döneminde ABD’nin tüm silah ihracatının nerdeyse üçte biri sadece İran’a yapılıyordu. Bu dönemde ekonomik ilişkileri gelişen ABD ve İran’ın şirketleri de ortaklıklar kurmaya başladılar.
Başkan Nixon’ın Watergate Skandalı sonrasında istifa etmesiyle birlikte, 9 Ağustos 1974’te Cumhuriyetçi yardımcısı Gerald Ford başkanlık koltuğuna oturdu. Başkan Ford da selefi Nixon’ın politikasını devam ettirdi ve Ford’un döneminde ABD İran’ın en büyük askeri ve ekonomik partneri haline geldi.
Başkan Ford’un ardından 20 Ocak 1977 yılında Demokrat Başkan James Earl Carter Jr. iktidara geldi. Carter iktidara gediğinde İran, devrimin eşiğinde bir iç karışıklığın içindeydi ve siyasi istikrarsızlık yaşıyordu. Bu dönemde Carter ile İran’ın henüz iktidara gelmemiş olan devrim lideri Ayetullah Humeyni arasında örtülü görüşmeler yürütülüyordu. Humeyni, devrimden sonra İran’ın ABD’yle petrol ticaretinin ve anlaşmalarının devam edeceğinin garantisini vermişti ve bundan dolayı da Carter 11 Şubat 1979’da sonuçlanacak İran’daki devrim sürecine zımni destek verdi. ABD’nin İran ordusunu Muhammed Rıza Pehlevi’den desteğini çekmeye ikna ettiği biliniyor. Ancak işler 4 Kasım 1979’da İranlı bir grup rejim yanlısı öğrencinin ABD Büyükelçiliğini basarak 52 rehineyi 444 gün elinde tutmasıyla bir anda değişti. Bunun üzerine Carter İran’a yönelik askeri ve ekonomik ambargoları başlatarak İran’ın 12 milyar dolar parasını bloke etti. Sonrasında 22 Eylül 1980’de İran ile Irak arasında savaş patlak verince Carter, İran’a silah ve mühimmat satışını engelleyerek Irak’a askeri ve istihbarat desteği sağladı. Bu dönemde İran’ın ABD’yle ilişkileri daha da kötüleşti.
Başkan Carter sonrasında 20 Ocak 1981’de Cumhuriyetçi Ronald Reagan iktidara geldi. İran yönetimi Reagan’ın başkan olarak seçildiği gün elinde tuttuğu 52 rehineyi serbest bıraktı. Bunun üzerine ABD, bloke ettiği dövizlerle İran’ın bazı dış borçlarını ödedi ve paranın 4 milyar dolarlık kısmını İran’a iade etti. Aslında Reagan dönemine damgasını vuran olay İrangate Skandalı’dır. ABD Kongresi’nin ambargo kararına rağmen, Reagan yönetimi Lübnan’da rehin tutulan ABD vatandaşlarının serbest bırakılması karşılığında İran’a İsrail üzerinden gizlice silah satışı yapmıştı.
Reagan döneminde İran ve ABD ilişkilerini daha da kötüleştiren bir diğer olay, ABD’nin USS Vincennes savaş gemisinden ateşlenen iki Kruz füzesiyle bir İran yolcu uçağının Körfez’de vurulması ve 290 kişinin hayatını kaybetmesiydi. Daha sonra tarihler 20 Ağustos 1988’i gösterdiğinde, Başkan Reagan’ın da etkisiyle, İran ve Irak’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 598 sayılı kararını kabul etmeleriyle birlikte savaş sona erdi.
Başkan Reagan sonrasında ise Cumhuriyetçi George H. W. Bush, 20 Ocak 1989’da başkanlık koltuğuna oturdu. Baba Bush döneminde de İran ve ABD ilişkileri bir hayli karmaşıktı. 8 yıllık bir savaştan yeni çıkmış olan İran’a yönelik ABD baskıları ve ambargoları devam ediyordu ancak bu dönemde en önemli gelişme şüphesiz İran Devrim Rehberi Ayetullah Humeyni’nin 3 Haziran 1989’da ölmesi ve yerine bugünkü Rehber Ayetullah Hameneyi’nin geçmesi oldu. Böylelikle Baba Bush, İran İslam Devrimi’nin her iki rehberinin de döneminde iktidarda olan tek başkan oldu. Ayrıca Ayetullah Hameneyi’nin İran’ın cumhurbaşkanı olduğu dönemi de gördü.
Baba Bush’tan sonra, tarihler 20 Ocak 1993’ü gösterdiğinde, Demokrat Bill Clinton başkan olarak seçildi. Başkan Clinton, İran’a yönelik petrol ve doğalgaz ambargolarını Kongre’yle birlikte daha da ağırlaştırdı ve tüm yabancı şirketlerin İran’da 20 milyon dolardan fazla yatırım yapmasını engelledi. Ancak Clinton, İran’la ilişkilerin normalleşme ihtimaline karşı sembolik adımlar da attı. Bunlardan biri Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın ABD’nin Muhammed Musaddık darbesine karışmış olmasından dolayı üzgün olduğunu söyleyip iki ülkenin ilişkilerinin düzelmesi gerektiğini beyan etmesiydi. Bir diğer adım ise iki ülkenin arka kapı diplomasisi sonucunda 10 Şubat 1998’de ABD milli güreş takımına İran’daki yarışmalara katılabilmeleri için vize verilmesiydi. ABD milli güreş takımı, devrimden sonra İran’a gidebilen ilk sporcu kafilesiydi.
Başkan Clinton’ın ardından 20 Ocak 2001 tarihinde Cumhuriyetçi George W. Bush başkanlık koltuğuna oturdu. 11 Eylül saldırısından sonra Oğul Bush, İran’ı “Şer Ekseni” ülkelerinden biri olarak adlandırdı ve terör saldırısının sorumlusu olarak gösterdi. Savaş seçeneğini gündemde tutan Oğul Bush, İran’a yönelik baskılarını arttırdı ve İran’ın içine sızarak olası bir askeri saldırı için nükleer tesislerinin yerini tespit etmeye çalıştı. O dönem ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı olan John Bolton (Trump’ın ulusal güvenlik başdanışmanlığını da yaptı), İran’ın nükleer silah elde etmeye çalıştığını söyleyerek baskıların artmasını ve İran’ın UAEK müfettişlerinin ülkeye girmesine izin vereceğini deklare etmesine rağmen ilk dönem nükleer müzakerelerin başarısız sonuçlanmasını sağladı.
Oğul Bush’tan sonra, 20 Ocak 2009’da Demokrat Barack Hussein Obama başkanlık koltuğuna oturdu. Obama’nın göreve gelmesinden 5 ay sonra, 12 Haziran 2009’da İran’da tartışmalı bir cumhurbaşkanlığı seçimi yaşandı. Mahmud Ahmedinejad’ın ikinci kez koltuğa oturmasıyla birlikte milyonlarca kişi seçim hilesi yapıldığı gerekçesiyle sokaklara döküldü. Başta sadece izlemeyi tercih eden Obama, 27 yaşındaki öğrenci Neda Aghasoltan’ın feci bir şekilde öldürülmesinin görüntüleri yayınlandıktan sonra sert tepki gösterdi. Sonrasındaki süreçte tarihler 9 Haziran 2010’u gösterdiğinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1929 sayılı kararıyla İran’a yönelik sert ambargolar uygulanmaya başlandı. Akabinde Obama; İran’a karşı önce CISADA ambargolarını, ardından da petrol ambargolarını devreye soktu. İran’a maksimum baskı uygulayan Obama, nükleer müzakerelerin de önünü açtı ve savaş seçeneğinin de masada olduğunu vurgulayarak İran’ı anlaşmaya zorladı. İran ile P5+1 ülkeleri arasında süren 20 aylık müzakerelerin ardından 14 Temmuz 2015 tarihinde nükleer mutabakata varıldı ve aşamalı olarak ambargolar kaldırılmaya başlandı.
Başkan Obama’dan sonra, 20 Ocak 2017 tarihinde Cumhuriyetçi Donald John Trump başkanlık koltuğuna oturdu. Azılı bir İran karşıtı olan Trump, seçimlerdeki vaadini yerine getirerek 7 Mayıs 2018’de İran’la varılan nükleer mutabakattan tek taraflı olarak çekildi ve ardından 2 aşamalı bir ambargo sürecini başlattı. İran’la karşılıklı olarak gerilim artarken tarihler 20 Haziran 2019’u gösterdiğinde İran, ABD’ye ait bir İHA’yı füzeyle vurarak Körfez’de düşürdü. Trump, sınırlı bir askeri misilleme yapmaktan son anda vazgeçti. İran’a yönelik çerçeveleme ve ambargo politikasını daha da ağırlaştıran Trump, 3 Ocak 2020’de İran’ın en kilit komutanı olan Kasım Süleymani’ye Irak’ta gerçekleştirilecek suikast emrini onayladı. İran ise misilleme olarak ABD’nin Irak’taki askeri üssüne çoklu füze saldırısı düzenledi. Trump, başkanlık seçimlerini kaybetmiş olsa da görevi devredeceği güne kadar her hafta İran’a karşı yeni yaptırımlar uygulayacağını söylüyor.
Son 68 yılda ABD’nin 12 başkanının İran politikasına bakıldığında, öncelikle İran’ın tavrının burada belirleyici olduğunu görüyoruz. Öte taraftan ağır baskı ve ambargolara rağmen iki ülke arasında en düşman oldukları dönemlerde bile açık olan ve gerektiğinde işleyen bir arka kapı diplomasisinin varlığını görmekteyiz.
Biden dönemi ve olası İran politikaları
ABD’nin 46. seçilmiş başkanı olan Joe Biden, seçim vaatleri arasında İran’la nükleer mutabakata yeniden döneceğini söylemişti ve beklenti bu vaadini yerine getireceği yönünde. Ancak Biden’ın en azından ilk 6 ay içinde İran’a dair radikal bir adım atması beklenmemeli. Öte taraftan Biden’ın net tavrını fazla gecikmeden ana hatlarıyla pratikte ortaya koyması gerekiyor çünkü 18 Haziran 2021 tarihinde İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Biden’ın tavrı şüphesiz İran Rehberi Ayetullah Hameneyi’nin müstakbel cumhurbaşkanlığı için kimi işaret edeceğini etkileyecektir. Burada iki ihtimal söz konusu olacak: ya ABD’ye karşı güvenlikçi politikaların sertleşmesini savunan ve uygulayan radikal muhafazakar veya asker kökenli birine işaret edecek ya da ABD’yle müzakere edebilecek ılımlı reformist bir adaya razı olacak.
Hem İran hem de ABD tarafından bakıldığında, Trump’ın seçilememiş olması ikili ilişkilerin akıbeti açısından olumlu olsa da yeniden bir diyalog zemini oluşsa bile işlerin 2015’te varılan mutabakat dönemi gibi olmayacağı ve diyalog sürecinin çok sancılı ilerleyeceği görünüyor. Joe Biden her şeye rağmen elindeki ambargo gücünü İran’a karşı sonuna kadar kullanmayı tercih edecektir ve ambargoları kaldırma yoluna hemen gitmeyecektir. İran ise ABD’nin zamanında mutabakattan tek taraflı çekildiğini ve Kasım Süleymani suikastini bir köşede tutacaktır. Yeniden diyalog için asgari de olsa bir güven tesis edilmesi çok zor ama imkansız değil. İzlemeye devam edeceğiz.
Savash Porgham
1985 yılında İran’ın Urumiye şehrinde doğdu. Türk, Kürt ve Arap kökleri olan bir ailenin mensubu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır.
“Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Keskin Kılıcı: Haber” kitabının yazarlarından. “Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Uzmanlık Alanları” kitabının bölüm yazarı. 2012 yılı Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Araştırma/İnceleme Haberciliği ödülü sahibi. Ulusal ve Uluslararası basın mecralarında yayınlanmış haber, röportaj, makale ve çeviri çalışmaları bulunuyor.