Written by 09:45 Makaleler

Gelişmekte Olan Ülkeler Bağlamında Modern Para Teorisine Eleştirel Bir Bakış I

Esra Uğurlu yazdı…

Kaynak: https://www.economist.com/finance-and-economics/2019/03/14/is-modern-monetary-theory-nutty-or-essential

Modern Para Teorisi (İngilizcedeki kısaltmasıyla MMT) geçtiğimiz son birkaç yıl içerisinde akademik, politik ve sosyal medya çevrelerinde sıklıkla duyduğumuz bir konu haline geldi. MMT’ye olan ilginin artmasıyla birlikte MMT tartışmaları; Türkiye, Hindistan ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerde de kendine yer bulmaya başladı[1]. Bu yazıda MMT’nin temel argümanlarına kısaca değindikten sonra MMT’nin öne sürdüğü ekonomik reçetelerin Türkiye gibi yapısal özellikleri itibarıyla ABD ve Japonya gibi ülkelerden ayrılan ülkelerde neden geçerli olamayacağını açıklamaya çalışacağım.

Literatürde MMT’nin ortaya koyduğu politikaların gelişmekte olan ülkelerde uygulanmasının zorlukları, devlet harcamalarının arttırılmasının ekonomik büyümedeki rolünü genel olarak savunan Keynesci ekonomistler tarafından bazı akademik çalışmalarda ele alındı[2]. Bu çalışmalarda çoğunlukla, gelişmekte olan ülkelerin egemen para birimine sahip olmamasından dolayı MMT reçetelerinin uygulanmasında ortaya çıkacak zorluklar vurgulandı. Bu yazıda egemen paraya sahip olmamanın ne anlama geldiği ve MMT politikaları için ne tür zorluklar teşkil ettiğine değinmenin yanı sıra MMT önerilerinin gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme önündeki temel engellere cevap verme kapasitesinin sınırlarını da tartışmaya çalışacağım.

Modern Para Teorisi kurucularından Randall Wray

MMT, temelinde egemen paraya sahip olan ülkelerin devlet harcamalarını para basarak (moneterizasyon yoluyla) finansa edebileceğini ileri sürmektedir. Bir başka değişle MMT’ye göre, egemen para birimine sahip olan ülkelerde devlet harcamalarının moneterizasyon yoluyla finansa edilip arttırılmasının önünde hiçbir engel yoktur. MMT literatürünün en önde gelen isimlerinden olan Randall Wray’e göre bir ülkenin egemen para birimine sahip olabilmesi için dört ana şart vardır[3]: 1) bir ülkenin yerli para biriminin temel hesap birimi işlevi görmesi, 2) devlet harcama ve vergilendirmesinin bu para biriminde yapılması, 3) borçlanmaların yerel para cinsinden yapılması ve 4) dalgalı döviz kur sisteminin uygulanıyor olması. Bir ülke uluslararası piyasalarda kendi para biriminde borçlanamadığı zaman bilançolarında döviz birimi uyumsuzluğundan kaynaklanan ve ekonomik literatürde “ilk günah” (“original sin”) ismi verilen sorun ile karşı karşıya kalır[4]. Egemen para birimine sahip olmayan ülkelerde iktisadi etmenlerin varlıkları yerli para cinsindeyken yükümlülüklerinin uluslararası piyasalarda geçerliliği daha yüksek olan Dolar gibi yabancı para cinsinde olması bilançolarda döviz uyumsuzluğuna yol açar. Bu uyumsuzluğun boyutunun ileri olduğu durumlarda yerli para birimindeki ani bir değer kaybı, bilanço krizleri ve şirketlerin iflası gibi durumlarla sonuçlanabilir. Örneğin 2018 yılının yaz aylarında Türk Lirasındaki hızlı değer kaybının beraberinde getirdiği şirket iflaslarını, bilançolardaki döviz uyumsuzluklarının yani “ilk günah” sorununun bir tür göstergesi olarak düşünülebiliriz.

Hangi ülkeler kendi yerli paraları cinsinden uluslararası piyasalarda borçlanabilir? Jeanneret and Souissi tarafından 2016 yılında yapılan bir çalışmaya göre dünya çapında tahsil edilmemiş borç senetleri ekseriyetle ABD Doları, İngiliz Sterlini, Euro ve Japonya Yen’i cinsindedir[5]. Bu bulgu; para birimi Türk Lirası, Brezilya Reali veya Hindistan Rupisi olan ülkelerin uluslararası piyasalarda kendi para cinslerinde borçlanmasının çok zor ve masraflı olduğu anlamına gelmektedir.  Peki, gelişmekte olan ülkeler neden başka para birimleri cinsinden borç almak durumunda kalmaktadır? Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisine eklemlenme şekline değinmemiz gerekmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler, katma değeri görece düşük olan emek-yoğun sektörlerin ürünlerini ihraç ederken gelişmiş ülkeler, daha ziyade katma değeri daha yüksek olan sermaye-yoğun sektörlerin ürünlerini ihraç etmektedir.  Gelişmekte olan ülkelerde düşük katma değerli üretimden yüksek katma değerli üretime geçme sürecinde genellikle ağır sanayi gerektiren ara malların temini, önemli bir ihtiyaç ve sorun teşkil eder. Düşük katma değerli ihracattan temin edilen ihracat gelirleri, ara malları temin etmek için gerekli olan dövizi çoğunlukla karşılamadığı için borçlanmak; bir zorunluluk haline gelir. Türkiye gibi enerji ihtiyacını giderme noktasında dışa bağımlı olan ülkelerde yabancı para birimleri cinsinden borçlanma ihtiyacı daha da artmaktadır. Ayrıca ağır makine ve teçhizat veya enerji ürünlerinin uluslararası piyasalarda alım satımı Dolar, Euro veya Yen gibi güvenilirliği ve likit olma özelliği daha yüksek olan para birimleri ile yapılır. Özetlemek gerekirse dünya ekonomisine eklemlenme şekillerinden dolayı gelişmekte olan ülkelerin cari açık verme eğilimi yüksektir.

Uluslararası yatırımcıların bu ülkelerin para birimi cinsinde sunulan borçlanma senetlerini tutmadaki çekimserliği veya tutmak için gerekli gördükleri yüksek faiz oranları gelişmekte olan ülkelerin kendi para birimleri cinsinden borçlanması önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Yani Modern Para teorisyenlerinin egemen paraya sahip olma tanımına dahil ettiği ‘yerel para cinsinden borçlanabilme’ şartı birçok gelişmekte olan ülkede sağlanmamaktadır.

Modern Para teorisyenlerinin bir kısmı bu zorlukları kabul etmekle birlikte esnek kur sisteminin bu soruna çözüm olabileceğini ileri sürmektedir. Sabit kur sistemleri kurun gerektiğinde muhafaza edilebilmesi için rezervlerde döviz biriktirmeyi gerektirir. Esnek kur sistemlerinde ise yerli paranın değer kaybetmesine izin verildiği sürece bu gereklilik ortadan kalkmaktadır. MMT’nin önerdiği gibi hazinenin para basma yoluyla kendi para cinsinden borçlanması durumunda sermaye çıkışları kaçınılmaz olacaktır[6]. Kontrol edilemeyen sermaye çıkışları kurda ani değer kayıplarıyla (devalüasyonla) sonuçlanabilir. Modern Para teorisyenleri dalgalı kur sisteminin uygulandığı sürece devalüasyonları önlemeye çalışmanın gerekli olmadığını dile getirmektedir. Fakat kontrol edilmeyen veya ekonomik büyüme hedefleriyle uyumlu olmayan devalüasyonlar, çeşitli ekonomik sorunları beraberinde getirebilir. Örneğin temel ara malları (petrol, ağır makine veya tohum gibi) dışarıdan karşılayan ülkelerde kurdaki değer kaybı, bu ürünlerin yerel para cinsinden fiyatının arttığı anlamına gelir. Kurdaki değer kaybının kontrol edilmediği ve sürekli bir hal aldığı durumlarda ara malların fiyat artışı; genel fiyat seviyesinin yükselmesine, yani enflasyona, yol açabilir. Örneğin Merkez Bankası ekonomistlerinden Hakan Kara ve ortak yazarları çeşitli çalışmalarında, ‘döviz kuru yansıması’ adı verilen bu olgunun Türkiye ekonomisinde enflasyonu açıklamada önemli bir rolü olduğunu göstermektedir[7].

Bunun yanı sıra çeşitli ekonomik ve politik sebeplerle gelişmekte olan birçok ülke, tam anlamıyla esnek olan kur sistemlerini uygulamaktan kaçınmakta ve kur hareketlerine sadece belirli sınırlar içerisinde izin vermektedir (literatürde bu sisteme ‘kontrollü dalgalanma’ adı verilmektedir)[8]. Bu da sabit kur sistemi uygulanmıyor olsa bile rezerv biriktirme ihtiyacının devam edebileceği anlamına gelmektedir. Yani pratikte, tam anlamıyla esnek kur sistemi uygulayan gelişmekte olan ülkelerin sayısı yok denecek kadar azdır ve bu, egemen paraya sahip olmanın dört temel şartından en az ikisinin gelişmekte olan ülkelerde sağlanmadığını göstermektedir.

Makalenin devamı ilerleyen günlerde yayınlanacaktır.


[1] Örneğin Oktay Özden Gergedan Dergide yayımlanan Modern Para Teorisi başlıklı yazısında MMT’nin temel argümanlarını özetliyor.

[2] Örneğin Gerald A. Epstein’in 2019 yılında yayımlanan “What’s Wrong with Modern Money Theory? A Policy Critique” başlıklı kitabı MMT politika önerilerinin egemen paraya sahip olmayan ülkelerde uygulanmasının zorluklarını ele alıyor.

Bunun yanısıra Matias Vernango ve Esteban Pérez Caldentey tarafından ele alınan “Modern Money Theory (MMT) in the Tropics: Functional Finance in Developing Countries” başlıklı akademik makale MMT’ye eleştirel bir bakış açısı sunmaktadır. Makaleye erişmek için buraya tıklayabilirsiniz.   

[3] WRAY, L. RANDALL. 2002. “State Money.” International Journal of Political Economy 32 (3): 23–40.

[4] Bakınız Barry Eichengreen, Ricardo Hausmann, and Ugo Panizza. 2005. “The Pain of Original Sin.” In Other People’s Money: Debt Denomination and Financial Instability in Emerging Market Economies. The University of Chicago Press.

[5] Jeanneret, Alexandre, and Slim Souissi. 2014. “Sovereign Defaults by Currency Denomination.” SSRN Electronic Journal.

[6] Sermaye kontrolleri sermaye çıkışlarını engellemek için kullanılabilinir. Fakat uluslararası anlaşmaların beraberinde getirdiği kurumsal çerçeve birçok ülkede sermaye kontrollerinin kullanımı kısıtlar niteliktedir. 

[7] Bakınız Kara, Hakan, Hande Kucuk Tuger, Umit Ozlale, Burc Tuger, Devrim Yavuz, and Eray M. Yucel. 2005. “Exchange Rate Pass-Through in Turkey: Has It Changed and to What Extent?” 0504. Working Papers. Research and Monetary Policy Department, Central Bank of the Republic of Turkey. https://ideas.repec.org/p/tcb/wpaper/0504.html.

[8] Türkiye örneğinde TÜSİAD 2000li yıllarda merkez bankası politikalarını yüksek faiz-güçlü kur doğrultusunda etkilemeye çalışmıştır. Ümit Akçay’ın 2009 yılında yayımlanan “PARA, BANKA, DEVLET Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği” adlı kitabı merkez bankacılığının ekonomi politiğini ele almaktadır. TÜSİAD örneği esnek kur sistemi karşısında politik-ekonomik engeller olabileceğini göstermektedir. 

(Visited 891 times, 1 visits today)
Close