Written by 20:27 Makaleler

Yeşilçam Bize Ne Verdi, Bizden Ne Aldı?

Erdem Beliğ Zaman yazdı.

*Yazımı, yaşasaydı 17 Aralık’ta (bugün), beraberce yaşgününü kutlayacağımız Yeşilçam’ı var edenlerden Ustam Safa Önal’ın aziz hatırasına hediye ediyorum. Onu 30 Temmuz 2023’te yitirdik ama sanki dün gibi… Işıklar içinde uyu Ustam!

Sanıyorum, her gelen yeni yılın geride bıraktığı seneyi arattığı bir ülkede yaşadığımızdan dolayı maziperest bir toplumuzdur. Geçmişe dair haberlerin, fotoğrafların paylaşıldığı sosyal medya sayfalarının takipçi sayıları, o sayfaların gönderilerinin aldığı beğeniler bu zannıma delil teşkil etmektedir. Hatta geleceğin dahi henüz “gelmeden” kötülendiğini görürüz. Bu menfi tutum canımı sıkmış olacak ki vaktiyle şöyle bir kıt’a ile hicvetmişim:

Beklenir bizde yarınlar kuru nostalji ile,
Gelecek gelme; umut sâdece geçmişte deriz…
Konuşurken bizi görsen gelecek hakkında;
Hep belâ “müjde”leyen Notradamus’tan beteriz!

Elbette bu yanlış sayılabilecek tutumu eleştiri oklarına hedef haline getirmek hususunda yalnız sayılmazdım. Önünü gençlerin aldığı bir grup akademisyen ve araştırmacı, 80’lerin hatta 90’ların güzellemesini yapanlara, terör eylemlerini, faili meçhul cinayetleri, sert devlet güvenlik tedbirlerini hatırlatarak karşı çıktılar. Geçmiş, hiç de köpürtüldüğü kadar tozpembe değildi.

Peki, bugün gıptayla seyrettiğimiz Yeşilçam’ın o sımsıcak aile filmleri yalan mıydı? Yeşilçam’ın gölgesi sadece hülyadan mı ibaretti? İşte mevzuun mesele kimliğini kazandığı yer, tam da bu soruların cevabında gizlidir.

Yeşilçam Ne İdi?

Yeşilçamcıların arasında büyüdüm. Sektörü, mesleğimi onlardan öğrendim. Ustam Safa Önal’dı. Hani Atilla Dorsay’ın, “Safa Önal olmasaydı Türk Sineması olurdu ama Yeşilçam olur muydu, şüpheliyim…”, dediği Safa Önal… Bugün yazdıklarım okunuyorsa, senaryocuysam ve Türkçem beğeniliyorsa hepsinin müsebbibi Safa Önal’dır. Safa Bey vasıtasıyla Ertem Göreç’i, Yılmaz Atadeniz’i, Tunç Başaran’ı, Hülya Koçyiğit’i, Mehmet Dinler’i, Oğuz Gözen’i, Agâh Özgüç’ü, Aram Gülyüz’ü, Türker İnanoğlu’nu, Yılmaz Koç’u tanıdım. O’ndan dinledim: Bülent Oran’ı, Erdoğan Tünaş’ı, Sadık Şendil’i, Metin Erksan’ı, Lütfi Akad’ı, Hâlit Refiğ’i, Yılmaz Güney’i, Türkan Şoray’ı ve daha nicelerini… Dolayısıyla Yeşilçam tavrıma, davranışıma, dünya görüşüme, hayatıma sindi. İçimden bir parça oldu… 30 Temmuz’da yitirdiğimiz Safa Önal ustamın matemini hâlâ yüreğimde duyuyorum…

Safa Önal ile…

Yeşilçam, aslında Beyoğlu’nda İstiklâl Caddesi’ne çıkan bir sokaktır. Vaktiyle Emek Sineması’nın ve onlarca film yapım yazıhanesinin bulunduğu bir sokak… Şimdi gayet tekinsiz… Sokakta şu ân Yeşilçam’la alakalı tek yer Engin Çağlar’ın başkanlığını yaptığı Film-San vakfının Suzan Yakar Rutkay tarafından bağışlanan apartmanı! Öbür tüm binalar resmen birer mezbelelikler! Hele sokağın kıvrımının bitimindeki eski Pesen Film’in binası ha yıkıldı ha yıkılacak! Bu binayı hep Cevat Kurtuluş’la eşi Meral Kurtuluş’un önünde el ele poz verdikleri hâlde, girişini gölgeleyen asmasıyla hatırlayacağım. Caddeye çıkarken sokağın sol yanında, Emek Sineması yıkılıp yerine yapılan, heyula gibi yükselen ucube bir yapı var. Safa Bey’le bu binanın önünden ne zaman geçsek, Safa Bey, binanın bulunduğu tarafa bakmamaya özen göstererek, kafasının diğer yana çevirerek yürürdü![1]

Pesen Film’in binası ha yıkıldı ha yıkılacak! Bu binayı hep Cevat Kurtuluş’la eşi Meral Kurtuluş’un önünde el ele poz verdikleri hâlde, girişini gölgeleyen asmasıyla hatırlayacağım.

Yeşilçam Sineması, ismini işte bu sokaktan almıştır. Her ne kadar Yeşilçam’a ismini veren sokak bu olsa da Yeşilçam sinema sanayisi, sadece bu sokaktan ibaret değildi. Şimdi Ayhan Işık, Fuat Özkınay isimleri verilen sokaklar, Büyük ve Küçük Parmakkapı sokakları da irili ufaklı film yazıhanelerine ev sahipliği yaparlardı. Bu yazıhanelerin en büyük ortak özellikleri Beyoğlu sınırları dâhilinde olmalarıydı.

Yeşilçam Sinemasının Özellikleri

Türk Sineması (şimdi bazıları bu isimlendirmeyi kullandığım için kızacaklar ama ne yapayım doğrusu bu) ile Yeşilçam Sineması‘nı bir tutmamak lazım gelir. Türk Sineması, tâ 1914’te Himmet Ağa’nın İzdivacı filminin çekilmesiyle başlar. Yeşilçam’ın teşekkülüyse 1950’lerin sonlarına doğrudur. Ne fark vardır diyeceksiniz? Fark şudur; Yeşilçam Sineması, Türk Sinemasının bir dönemine verilen isimdir. Yeşilçam’ın 1996’da Eşkıya filminin çekilmesinin ardından bittiği kabul edilir. Hâlbuki Türk Sineması kör-topal yoluna devam etmektedir.

Son yıllarda bir Yeşilçam kodlaması zuhur etti. Bu kodlamaya göre Yeşilçam şu hususiyetlerden müteşekkil: Komedisi seviyeli ve grup çalışmasının mahsulü (Hababam Sınıfı, Köyden İndim Şehire, Mavi Boncuk, Neşeli Günler v.b.), ailevî bir drama sahip, örf ve ananevî tarafları baskın, bizden, içimizden, samimi… Oysa bunlar Yeşilçam sinemasının değil, Ertem Eğilmez sinemasının özellikleri… Yeşilçam Sineması ise ithâl avantürlerden, ithâl dramlara; Muazzez Tahsin Berkand’ın, Kerime Nadir’in, Aka Gündüz’ün, Güzide Sabri’nin romanlarının uyarlamalarından, konusu halk hikâyelerinden alınan melodramlara; erotik komedilerden, sert pornolara; gazetelerdeki karikatür bandı kahramanlarının başrolde olduğu komedilerden, tarihî şahsiyetlerin etrafında dönen savaş filmlerine kadar envai türlü tarzda filmi ihtiva eden bir film endüstrisidir.

Bu kadar farklı tarzların her biri için farklı isimler aklınıza gelebilir; fakat bakıldığında, bu tür filmlerin altında senaryocularından prodüktörlerine, yönetmenlerine kadar hep aynı isimlerin imzaları vardır. Öyle ki; Türk Sineması’nın kuruluşundan bugüne yaklaşık altı bin filmin çekildiği varsayılır. Bu filmlerin takribi üçte birini beş senaryocu (Safa Önal, Erdoğan Tünaş, Bülent Oran, Fuat Özlüer, Sadık Şendil) tek başlarına üretmişlerdir! Bu inanılması güç bir rekordur da… Yönetmenlerimiz de çok film çekmişlerdir.. Bilhassa Oğuz Gözen, Ülkü Erakalın, Osman Fahir Seden, Aram Gülyüz, Atıf Yılmaz, Yılmaz Atadeniz yüzlerce film yönetmişlerdir. Belki aralarından birinin ailesi Guinness Rekorlar Kitabı’na başvursa, tıpkı Safa Önal gibi sertifika almaya hak kazanacaktır. Mesela ustam Safa Önal macera filmi de yazmıştır (örn. Lejyon Dönüşü), erotik komedi de (örn. Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak), toplumsal film de (örn. Vatandaş Rıza), Kemal Sunal komedisi de (örn. Doktor Civanım), melodram da (örn. Vesikalı Yârim), kara komedi de (örn. Ah  Güzel İstanbul), dram da (örn. Yalı)… Bu kadar değişik türde kalem oynatabilmek şüphesiz derin ve devamlı bir kültür birikimine dayanır.

Türk Sineması’nın kuruluşundan bugüne yaklaşık altı bin filmin çekildiği varsayılır. Bu filmlerin takribi üçte birini beş senaryocu tek başlarına üretmişlerdir!

Oysa Yeşilçam Sinemasına entelektüellerce getirilen en büyük eleştirilerden biri avama hitap etmesi ve basitliğiydi. Safa Bey gibi birikim sahibi Yeşilçamcılar  (Bülent Oran, Metin Erksan, Atıf Yılmaz da öyleydiler. Örneğin Metin Erksan’ın üniversiteyi bitirme tezi “İç Avlulu Osmanlı Hanları”ydı.) isteseler de avamlığa ve basitliğe kaçamazlardı ki! Zira iyi ailelerden gelmişlerdi, yaman bir görgüye, sağlam bir kültüre sahiptiler. Okuyan, seyreden, takip edendiler.

Mesele isimlerde değil, sistemin işleyişindeydi. Yeşilçam Sinemasında söz sahibi bugünkü gibi yapım firmaları yahut yönetmenler değillerdi. Söz sahibi salon sahipleri ve bölge işletmecileriydiler. Türkiye; Adana, Karadeniz, Ankara, Ege gibi bölgelere ayrılmıştı. Bu bölgelerde belli başlı sinema işletmecileri vardı. O gün yörelerinin ahalisinin isteklerine göre İstanbul’daki prodüktörlerden film sipariş ederlerdi: “Bu sene fındık hasadı kötü gitti, komedi filmi olsun…”.. Yahut da, “Pamuktan iyi kazanç sağlandı Hülya Koçyiğitli, Kartal Tibetli bol gözyaşlı bir film isteriz…”, denilir, sipariş verilirdi. Senaryocu ve yönetmen de baş başa verirler, prodüktörlerin direktifinde böyle filmler hazırlardılar.

Entelektüellerin getirdikleri eleştirilerin çoğunun haksız olduğu kanaatindeyim. Çünkü o devrin eğitim seviyesi, maddî refahı göz önüne getirilmeden tenkide kalkışmak hatadır. Bakalım okur-yazarlık oranı neydi? Ya da kişi başına düşen millî gelir? Anadolu seyircisi girift olay örgüsüne sahip filmleri seyretmeye hazır mıydı? “Batı takip edilmiyordu…”, denilmiştir ki külliyen yalandır! Bazı filmler olduğu gibi Batı’dan, bilhassa da Hollywood’tan kopyalanarak çekilmiştir. Şayet bir eleştiri getirilecekse bu, geri kalmış ülkeye ve cahil bırakılmış yurttaşa getirilmeliydi.

Sorunlar, Krizler ve Beyaz Perdenin Kararması…

Yeşilçam, onlarca sorun, dönüşüm ve kriz geçirdi. Şartlar, Yeşilçam için hiçbir zaman güllük gülistanlık olmadı. Bir kere vasfını, mücadele ederek kabul ettirdi. Türk Sineması, tiyatrocuların tahakkümündeydi. Muhsin Ertuğrul, Sami Ayanoğlu, Cahide Sonku derken neredeyse Türk Sineması, İstanbul Şehir Tiyatroları’na bağlı bir müdürlüktü.

Türk Sineması, tiyatrocuların tahakkümündeydi. Muhsin Ertuğrul, Sami Ayanoğlu, Cahide Sonku derken neredeyse Türk Sineması, İstanbul Şehir Tiyatroları’na bağlı bir müdürlüktü.

Faruk Kenç, Orhon Murat Arıburnu gibi rejisörlerin denemeleriyle ilk defa kendini arayış evresine girdi. Hemen peşlerinden, gene tiyatrodan gelen Muharrem Gürses, melodram denilen devrin kapılarını açtı. Böylece Şehir Tiyatroları’nın tragedya disiplininde süregelen hakimiyeti biraz olsun çatırdamaya başladı. Yeşilçam’ın doğum sancıları çektiği belliydi.

Gün geldi; Safa Önal, Bülent Oran, Sadık Şendil, Hamdi Değirmencioğlu senaryo ayağını; Lütfi Akad, Memduh Ün, Osman Fahir Seden, Metin Erksan, Halit Refiğ rejisörlük ayağını; Hürrem Erman, Ertem Eğilmez, Turgut Demirağ, Naci Duru, Özdemir Birsel prodüktörlük ayağını oluşturdular ve Yeşilçam işte bu ayaklar üzerinde yükseldi! Yeşilçam kısa zamanda kendi elemanlarını yetiştirdi ve tahakkümümü sinemacılığın her alanında kurdu.

En parlak günlerini 1960’ların ikinci yarısında yaşadı. Süleyman Demirel’in yüzde elli üç reyle tek başına iktidar olduğu o günlerde, Türkiye de yılda ortalama yüzde yedi büyüyordu! Mevzu sanat da olsa kıstas ekonomiydi. Sonra birden 68 hadiseleri başladı. Dünya gibi Türkiye de bu fırtınayla savruldu. Siyasî atmosfer de gerildi. Asker muhtıra verdi.

Muhtelif hengâmelerle uğraşırken televizyon hayatımıza girdi. Sinema, bu dar, karanlık günlerde çareyi önce vurdulu-kırdılı avantürlerde, karate ve kovboy filmlerinin taklitlerinde aradı. Kısa süre de olsa nefes aldıran bu türlerden sonra tekrar çıkmaza girilince İtalya’dan gelen filmlerden aşırılan kopyalarla erotik devir başladı. Önce komedi versiyonlarıyla… Bu komedi filmlerinin başrollerinde meşhur tiyatrocular oynadı… Sonra komedinin dozu azaltılıp erotizmin dozu artırıldı. Bu sefer başrolde umumhaneden getirilen sermayeler ve karakter oyuncuları vardı. Erotik filmlerde oynayan Kâzım Kartal bir röportajında, “Anadolu erkeğinin sevişmeyi onların filmlerinden öğrendiğini..” söyleyecekti…

Evet, erkekler seks hayatları için belki bu filmlerden done alıyorlardı ama kadın ve çocuk seyirciler sinemadan kaçmışlardı. Onlara da hitap etmek gerekirdi. İmdada Ertem Eğilmez yetişti! Ertem Eğilmez’in çoğu kültleşen filmleri, işte bu devre ait filmlerdir. Aile filmleri, okul komedileri, kadın ve çocuk seyircinin sinemaya küsmemesine vesile olmuşlardır ve sinema tarihimizde hâlâ seyredilebilen filmler kimlikleriyle kayda geçmişlerdir.

Bir yandan Ertem Eğilmez aile ve gençlik filmleri üretiyor; aynı günlerde Yılmaz Güney toplumcu sinemasının en etkili örneklerini sunuyor; diğer cephede Yücel Çakmaklı milliyetçi-muhafazakâr çizgisinde, “Millî Sinema” diye adlandırdığı kendi cereyanına münasip ürünler ortaya koyuyor; Naki Yurter, Zerrin Doğan’ın ve Dilber Ay’ın başrollerde oynadığı porno filmler çekiyordu! Kimsenin kimseyi kıskanacak vakti yoktu çalışmaktan… İlk trans bireyinden, ilk aşikâr homoseksüeline tüm marjinal “ilk”leri sinemaya Yeşilçam taşıdı. Hâlâ bu çeşitlilikte ve hoşgörüde bir sinema dönemimiz olmamıştır. Kalıbımı ortaya koyarım!

1980 Askerî İhtilâli bu devri jilet gibi kesti! Ülkeye dair duyulan umutsuzluk sinemada arabesk furyasını tetikledi. Çocuk türkücüler, namlı arabeskçiler kötü oyunculuklarıyla sinemanın çarkının dönmesine yardımcı oldular…

80’lerin sonunda televizyon dizileri öne çıktı. Yeşilçam sinemacıları bu sahaya da atılarak bir bakıma Türkiye dizi endüstrisinin de kurulmasına ön-ayak oldular. Osman Fahir Seden, Halit Refiğ, Ümit Efekan, Oksal Pekmezoğlu, Yücel Uçanoğlu, Yavuz Figenli ve daha birçok Yeşilçam rejisörü beyaz perdeden sonra ekranda da seyirci topluyorlardı… Ekran limanın gerisinde yükselirken, limana onları ulaştıran Yeşilçam gemisi sulara gömülüyordu!

Gelelim Başlıkta Sorduğumuz Soruyu Cevaplamaya…

Kimi haklı şöhret sahibi isimleri el üstünde tutulurken çoğu emekçisi görmezden gelinen Yeşilçam sineması artık yok! Yaşayanları neredeyse tamamen bitti, görenleriyse azaldı… Hayaletiyse bu coğrafyada, yalan-yanlış birçok bilginin, ithamın sisi arasında yürüyor… Düşüyor, kalkıyor ama yürüyor… Koştuğu günleri hatırlayarak…

Yeşilçam sineması artık yok! Yaşayanları neredeyse tamamen bitti, görenleriyse azaldı… Hayaletiyse bu coğrafyada, yalan-yanlış birçok bilginin, ithamın sisi arasında yürüyor…

Küçümseyenleri Çetin İnanç’ın tutkusunun ne kadarına sahipler? Ya o kadar gün bir tek dizi bölümü çekemeyen yönetmenler, birkaç saatte film çeken Semih Evin’in yüzde kaçı kadar sinemacılar? Aralarında Bilge Olgaç gibi sobalı evde oturanlar var mı? “Biz en iyisiyiz!”, iddiasındakiler Vesikalı Yârim’in üstüne çıkabilecek bir film çekebildiler mi?

Yeşilçam bize iyiyle, kötünün; doğruyla, yanlışın; olması gerekenle, olmaması gerekenin nakşedildiği bir âlem verdi… O, bizden ne aldı bilmiyorum lâkin biz, ondan her şeyini aldık ve aldıklarımızı kaynak göstermeden adeta yeni bulmuşçasına kullanmaya devam ediyoruz…

Anma: 13 Aralık 2023’te Ustam Safa Önal’ın yareni, telif hakkı meselesinden mücadele arkadaşı, hayatındayken filme çekilen son senaryosunun yönetmeni muhterem Yılmaz Atadeniz’i yitirdik… Ailesine, sevenlerine başsağlığı dilerim. Işıklar içinde uyu Yılmaz Ağabey, Usta’ma selam söyle…

Yılmaz Atadeniz ile…

Maruzat

Bu yazı aslında OT dergisinden gelen bir sipariş üzerine yazılmıştı. “Gülen Gözler” filminden seçilen bir kareyi kapağına taşıyan OT dergisi, bu siparişinde benden seçtiği kapak için bir başyazı istemişti. Bir gün içinde başyazıyı yazıp gönderdim. Yalnız yazımda üç yer bana sorulmadan kesildi ve yazım güdük bir şekilde yayınlandı. Üstelik başyazı da, gene benden habersiz, Yeşilçam’ı doğru dürüst bilmediği kaleme aldığı yazıdan belli olan Murat Menteş’e verildi. Elbette çok üzüldüm ve pek sinirlendim. Bilhassa yazımdan Ustam Safa Önal’lı kısımların kesilmesi zaten taze olan acımı depreştirdi. Bu haklı sebepten ötürü o yazımı “yok farzettim”. Safa Önal için Eylül sayısında kocaman bir yazımı hiç kesmeden yayınlama nezaketini gösteren OT dergisine bu tavrı hiç yakıştıramadım. Zira orası, evim gibi hissettiğim bir müesseseydi. Aşağıdaki yazı, bu ay OT dergisinde yayınlanan yazının kesilmemiş, hatta ilavelerle zenginleştirilmiş hâlidir. Gergedan okuyucularının beğenilerine arz ederim. Yeşilçam bir rüyaydı; o rüyaya girerek bir kahraman olmalarını temenni ederim.


[1] Emek Sineması’nın yıkılmaması için yapılan eylemlere katılan Yekta Kopan, sinema yıkılıp yerine bu ucube bina yapıldıktan sonra açılan “Yeni Emek”te; Yeşilçam’ın ruhunu zerre kadar hissedememiş olan Cem Yılmaz’ın bir filminin burada yapılan galasında sunuculuk yapmış; bunun üzerine gösterilen tepkilere başta sessiz kalmış fakat sonrasında özür dilemek zorunda kalmıştı. Sonra mı? Sonra memleketteki hemen her riyakâr gibi onurlandırıldı; İBB tarafından epey kültür etkinliğinde moderatör olarak vazifelendirilip, istihdam edildi… “Eski Emek”i savunanlarsa (bu satırların yazarı gibi) kimsenin aklına gelmeyip saadet çemberinin dışında bırakıldılar…

(Visited 363 times, 1 visits today)
Close