Bu yazı; kültür endüstrisinin başat alanı Holywood sinemasındaki yeni kahramanların, insanın kamusal varlığının silikleşmesiyle bağlantılı olduğunu iddia etmektedir. Bu kapsamda son zamanlarda küresel ölçüde teveccüh gören birçok eser mukayese edilerek incelenecektir.
Habermas’a göre çıkış noktası itibarıyla devletin gücünü sınırlamayı amaçlayan burjuva kamusallığı, aristokrasi karşısındaki siyasi başarısı ve kapitalist gelişmeyle birlikte siyasi niteliğini kaybetmiştir[i]. Belirli bir konuda ortak fikir yürütmeyi salık veren uzlaşmacı aleniyet; siyasi partiler, dernekler gibi kurumların gayretleri ve kitle iletişim araçlarının tanzim edici şekilde kullanılmasıyla yönlendirici aleniyet tarafından baskılanmıştır. Kamusallığın dönüşümündeki en önemli evrelerden biri, kamusal alanın özel alanı da işgaliyle burjuva demokrasisindeki kamusal ve özel alan arasındaki keskin ayrımın ortadan kalkmasıdır[ii].
Kamusal ve özel alan arasındaki sınırın silikleşmesi, aristokrasinin sona ermesiyle birlikte zaten yok olan temsili kamusallığın başka bir mahiyette varlığını sürdüren kırıntılarını da ortadan kaldırır. Başka bir deyişle kamusal düşün, yerini sosyal ilişkileri tanzim eden normlara bırakmıştır. Aslında kamusal, bireylere mahremiyet bölgeleri oluşturmak suretiyle özel alanın önemli kısmını işgal ettiğinden kendi niteliğini de yitirecek duruma gelmiştir.
Kamusallığın siyasi karakterini kaybetmesi ise daha derine inildiğinde ortak erdemlerin inşasına da sekte vuracak niteliktedir. Böylelikle kendi ratiosunu yitirmiş ve yönlendirilen bir kamusal ortaya çıkmıştır.
Kitleleri, yaşam tecrübesi ya da birikimiyle etkileyecek karizmatik insan; sinemanın karikatürize kahramanı olacaktır artık. Hâlbuki sinema, çok da fazla olmayan bir zaman önce cool insanı karikatürize etmekteydi.
Kamusallığın bu dönüşümü, şüphesiz sinemanın karizmatik kahramanın aleyhine gelişir. Zira iktisadi boyutun da ötesine geçerek neredeyse bir kültüre dönüşen pazarlama, toplumu atomlarına parçalayarak kamusalın entelektüel bölümünü de bulunduğu yere hapsedebilmiştir. Kitleleri, yaşam tecrübesi ya da birikimiyle etkileyecek karizmatik insan; sinemanın karikatürize kahramanı olacaktır artık. Hâlbuki sinema, çok da fazla olmayan bir zaman önce cool insanı karikatürize etmekteydi. Şartlar ne olursa olsun serinkanlılığını yitirmeyen Steven Seagal filmlerindeki kahramanların, komik birer aksiyon karakteri olarak tasavvur edildiğini anımsamak gerekir.
Sinemada karizmatik ve cool insanı aynı anda işleyen Matrix(1999) filmi, bu ikisi arasındaki mukayeseyi kolaylaştırabilir. Kendilerini insanlığın son yerleşim yeri Zion’u kurtarmaya adamış, üzüntüleri, mutlulukları ve aşklarıyla sahici birer insan olan Neo, Trinity ve Morpheus karakterleri; bu yaşanmışlıkları ve dertleri ile karizmatik insanı temsil eder. Buna karşın sanal dünya Matrix içerisinde bu karakterler, kimliklerinden büyük ölçüde sıyrılıp diyalogsuz bir aksiyon evreninde cool insan olurlar. Hâlbuki Matrix, gerçek olmayandır. Matrix filminin karizmatik insanı, bütün acısı ve hayal kırıklığına rağmen Zion’da yaşamak ister. Dolayısıyla Matrix; günümüz örneklerinden farklı olarak karizmatik insanı, cool insanın üzerinde konumlandırır.
2000’li yıllarla birlikte geçmişte karikatürize edilen cool insan, neoliberal dönüşümün olağanüstü hızı sayesinde zaferini ilan etmeye başlar. Yayınlandığı dönemde küresel ilgi odağı olan Gossip Girl (2007), yeni kahramanlarıyla daha önceki gençlik dizilerinden oldukça farklıdır. Zira yaş grubu itibarıyla hataya müsait olması beklenen karakterler, şaşkınlık verici sonuçlara yol açan eylemlerini sahiplenecek kadar ukala ve özgüven sahibidirler. Çalışmaları ve entelektüel merakları; hatta duyguları, kendini pazarlamanın ilgi çekici unsurlarından başka bir şey değildir. Reklam filmlerindeki karakterlerin hisleri bile onlarınınkinin yanında daha istikrarlı kalabilir. Entelektüel görünen her şey, Tolstoy romanlarında piyano dersi alan aristokrat aile çocuklarının temsili hareketlerinin yeni burjuva tarafından keşfinden ibarettir. Tıpkı sosyal yardımların ve mülteci programlarının, modern özgeçmişlerin bölümlerini oluşturması gibi.
Daha önce karikatürize edilen cool insan, Suits (2011) dizisinin baş kahramanı Harvey Specter ile gelişimini tamamlar. Narsisizmi, ticari hayatın rekabetçi kuralları üzerinden meşrulaştırılan Harvey Specter; bir medeniyet tahayyülünün biyolojik hâlidir adeta. İyi ve kötü, yanlış ve doğru arasındaki ayrım; yeni düzenin başarı hasletiyle yok edilir. Sınır kelimesi tabiatı itibarıyla eylemin ve düşüncenin birden fazla çerçeveye ayrılmasını salık verir. Hâlbuki Harvey’in tek çerçevesi vardır: İstemek ve elde etmek! Dolayısıyla iş hayatındaki eylemleriyle insan ilişkilerindeki eylemlerinin ve isteklerinin farklılaşması mümkün değildir. İnsanlar birer şey, şeyler de birer arzu nesnesidir. Böylelikle yeni hakikat, daha fazlasını isteyen Harvey’in dünyasıdır. Bu dünyada mutlu olmayacağını düşünenler varsa lanet olası evlerine gidip belgesel izleyebilirler!
Yaklaşık yirmi yıl önce, müvekkilini işlemediği bir suçtan kurtarmaya çalışan A Few Good Men (1992) filminin karizmatik kamu avukatları; Suits’in dünyasında herhâlde birer saftirik olacak ya da dizinin ruhuyla söylersek “ezik (loser)” muamelesi göreceklerdir. Duayen bir avukat olmasına rağmen müvekkili olduğu şirketin suç işlediğini görüp kazanamayacağı bir savaşa girişen Michael Clayton (2007) filminin Arthur’u, Harvey’e göre pek de cool olmasa gerek.
Nitekim hukuk, sinemada kahramanların idealize edebileceği bir nitelik taşımakta.
Suits’in açtığı bu yeni alana benzer temalı katılımlar da oldu. Bunun en çok ilgi gören güncel örneklerinden biri de How to Get Away with Murder (2014) serisi. Bir hukuk bürosunda çalışan işkolik ve mükemmeliyetçi ceza hukukçusu Annalise Keating ve çalışanlarının hikayesinin anlatıldığı dizi, neredeyse her kahramanın suni dertleriyle estetize edilmiş bir konuyu içeriyor. İnsana dair herhangi bir duygu kırıntısı taşımayan karakterlerin eylemlerine yönelik motivasyonları, kendi çıkarlarını maksimize etme üzerine kurulu. İlginç olan gerek Suits gerekse de How to Get Away with Murder serisinde, ana temayı pekâlâ toplumsal bir boyuta sahip olan “hukukun” oluşturması. Nitekim hukuk, sinemada kahramanların idealize edebileceği bir nitelik taşımakta. Hâlbuki iki dizi de toplumsal niteliği olan bir kurumu, pekâlâ yeni dönemin ruhunu yansıtan başarı fetişizminin malzemesi yapmakta. Dolayısıyla A Few Good Men ve Micheal Clayton filmlerinde görüldüğü gibi, kahramanın belli bir idealizmle karizmasını inşa edebileceği bir alan; adeta nitelik dönüşümü yaşayarak kahramanın cool olacağı bir alana dönüşmekte.
Siyasi kamusal, ilke oluşturmaya müsait bir yapıya sahiptir. Bunun zamanla çözülerek yerini günümüzdeki ticari kamusala bırakması, cool kahramanın ortaya çıkışıyla eş zamanlıdır.
Bahsedilen eserlerin kültür endüstrisinin birer parçası olmasına dair yapılan tespitlerin abartılı olduğu düşünülebilir. Bu eleştiri bir ölçüde haklıdır da. Ancak karizmatik kahramanın cool kahramana dönüşmesi daha derinlikli bir yorumu da hak etmektedir. Siyasi kamusal, ilke oluşturmaya müsait bir yapıya sahiptir. Bunun zamanla çözülerek yerini günümüzdeki ticari kamusala bırakması, cool kahramanın ortaya çıkışıyla eş zamanlıdır. Ticari kamusal, görünüşte bir mahremiyet alanı çizerek düşünceyi ve eylemi pazarlamanın yönlendiriciliğine bırakmıştır.
Böyle
bir evrende artık karizmatik insana da ihtiyaç kalmamıştır. Sinemada cool
insan; karikatürize edilmiş alanından sıyrılıp hayatın içine girince karizmatik
insan amorf, hatta romantik bir varlık hâline gelmiştir. Siyasi kamusalın
kırıntılarının da çözülmesiyle tamamen yok olan ilke; karizmatik insanın, narsist cool insana doğru evriminin en
önemli sebeplerinden biri. Her şey bir yana, içinde sözüm ona “fırtınalar
kopan” bu cinsel objenin ne kadar insan olduğu sorusu hâlâ yanıtsız. Bu da cool
kahramanın en büyük problemi. Kendisini yaratan sistemin, düştüğünde üzerine
basacak olmasının dışında tabii…
[i] Jürgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü (Çev. Tanıl Bora, Mithat Sancar), 5. Bası, İletişim Yayınları, İstanbul 2018, s. 166 vd.
[ii] Habermas, s. 251 vd.
Ozan Tok
1989’da İstanbul’da doğdu. 2013’de Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden; 2016’da Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Tezli Yüksek Lisans Programı’ndan mezun oldu.
Felsefe ve sosyoloji alanlarında çalışmalar yapmakta olup Gergedan Dergi’de sinema ve sosyal bilimlerle ilgili yazılar yazmaktadır.