Written by 12:47 Çeviri

Alman Basınında Nazizmin Yükselişinin İzleri IV: Demokrasinin Demokratlara İhtiyacı Var – 25.04.1930

Ekin Bayur, 25 Nisan 1930 tarihli ve Frankfurter Allgemeine Zeitung’da yeniden yayımlanan “Demokratie braucht Demokraten” başlıklı yazıyı Türkçeleştirdi.

Çeviriye Önsöz

Bir gazete makalesi için oldukça teorik ve soyut olan bu yazı, demokrasinin demokrat düşünceyi içselleştirmemiş vatandaşlarla sürdürülebilir olmadığını anlatıyor. Bazı kısımlarını kısaltarak özetlemeye çalıştığım bu metinde, bir nevi demokratik siyasi kültürün gereksinimi ve sağlanması üzerinde duruluyor. Makaleyi okurken Weimar parlamenter demokrasisinin yaşadığı krizi de akılda tutmak gerekir. Diktatörlüğe giden yolu hissetmekte geciken ana akım medyanın, 1930 yılında reformlar ve eğitim ile demokrasiyi kalıcı hale getirebileceğine inanç duyması; burjuva ve aristokrasi eleştirisinde bulunan merkezi düşüncenin gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu da göstermekte.

Demokrasinin Demokratlara İhtiyacı Var

Demokrasi, “devleti hayattaki anlamına dahil etmeye” ve böylece onu dengelemeye yardımcı olur. Diktatörlüğün aksine. Daha çok politik kültür için bir savunma.

Almanya’da ihtiyacımız olan şey siyasi kültür. Siyasi kültür, devletin günlük yaşamın büyük ve küçük kararlarına dahil olduğu; toplumun yasalarının, taahhütlerinin ve taleplerinin bireyin de kişisel planlarında doğal bir yer edindiği yerde başlar.

Güncel durumumuz böyle bir mükemmellikten çok uzak. Alman siyasi hayatı, genel siyasi biçimden yoksun. Sanki bir adada atomize edilmiş gibiydik, burada herkes önce bir tekne hazırlamalı ve “siyasi komşular”a ulaşmak için bir gezi yapmalı.

Tüm Avrupa ülkeleri gibi Göç Dönemi[i]‘nden bu yana evrenselci ve bireyselci dönemler yaşadık. İnsanlığın birbirine bağlanma yollarını aradığımız zamanlar ve hayat süreçleri; iletişim kanallarıyla derinlemesine bağlantılı olan, görünüşte karşıtlarımızı aradığımız zamanlar. Belki de insanlığın evrensel yaşamıyla köprü kurmayı başardık: Luther aracılığıyla dini anlamda, klasik dönemde manevi-sanatsal ve ekonomik olarak ve son olarak tüm ulusal safsatalara rağmen 19. yüzyılın uluslararasılığı aracılığıyla.

Ancak, genel siyasi düzeni elde etmek için bireyin devleti hayattaki anlamına dahil etmesini istiyorsak o zaman yaşamın bir gerçeği olan ekonomik, entelektüel birikim ve devlet ilişkisinin canlı olması değil; aynı zamanda devletin vatandaş için de var olması gerekir. Ekonomik dayanışma derecesi, örneğin, kentsel sanayi işçisi ile toprak sahibi çiftçi, işsiz proleter veya yaşlı çalışan, fabrika müdürü, mühendis veya dükkâncıda farklı bir şekildedir.

Demokrasi ulusal farkındalık yaratır

Ortak dil ve bazı halk şarkılarının olması durumuyla ülkenin kültürel zenginliğini yakından tanıma durumu arasında manevi bağlılık açısından bir fark vardır. Bir devlet örgütü biçimi olarak yalnızca gerçek demokrasi, bütünü için gerçek bir ulusal bilinç oluşturur. Bireylerin veya grupların değildir; yasalarının ve kurumlarının bütününe ve entelektüel kaderine sahip, doğal ve kurucu bir prensiptir.

19. yüzyılda sınıf olgusu; eskiden beri değer verilen ve yetiştirilen Alman kabilelerinin çeşitliliğiyle, mezheplerin birbirinden uzaklaşmasıyla ve aristokrasinin ulusun ortak yaşamından soyutlanmasıyla tezat oluşturuyordu. Bu gelişmenin sonucu, Alman halkının bugün bile hala birbirlerini tanımaması ve grupların liderlerinin yeterince eğitilmemesidir.

Eleştiri acıtıyor – ama onsuz da olmuyor

Kendi fikirlerimizin tutkusunu ve şiddetini hissettiğimizde, diğer görüşlere katlanmak özellikle zor görünüyor. Her yerde mutlak gereksinimi ve doktrini uygulamak istiyoruz. Bir halk olarak, kendi güvenliğimizi tehlikeye atmadan, gerekli genel siyasi düzen uğruna bunu perspektife koymayı öğrenmek zorundayız. Bu, bizim için zor görünüyor. Politik doktrinizasyonumuz genellikle başkalarının yaşam tarzı hakkında basit bir algıya ve bilgi eksikliğine dayanıyor.

Parlamenterciliğin zayıflıklarını ne kadar eleştirdiğinizden bağımsız olarak bu sistem, yalnızca on yıllarca tolere edilmemeli, aynı zamanda gerekli bir öğretmen ve rehber olarak tanınmalıdır. Çünkü bizi kamuoyunda tartışmaya gerçekten katılmaya, kendimizi olduğumuz gibi görmeye; köylülerin, zanaatkârların, işçilerin ve vatandaşların yaşamına ve bu hayata bağlı tüm maddi sorunlara aşina olmaya zorlayan bir politik sistemdir.

Uzun vadede böyle bir politik okul, bizi öncelikle insan olarak değiştirmelidir. Düzgün ve oturmuş bir parlamentarizm, politik kültür için en büyük eğitim ve öğretim araçlarından biridir. Muadili, yani diktatörlük, kendi empoze ettiği kanunun yerini alıyor. Güç dengesi ne demek bilmiyor.

Demokrat olma yolunda vatandaş

Vatandaş, fikir üretmeyi bilmiyor çünkü gücün temelinde her zaman iktidar düzeni var. Ancak yaşam, çelişkilerle doludur çünkü canlılık dinamiğini çelişkiler yaratır. Parlamento, sosyal yaşamın bu gerginliğiyle başa çıkmaya çalışmalıdır. Temel olarak yaşamdaki mevcut çelişkilerin, güç dengesine dayanan bir parlamento ile yok edilemeyecek mutlak antitezler olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir.

Maneviyatta kesinlikle böyle çelişkiler vardır ancak bir ulusun siyasi yaşamında katmanlar farklıdır ve burada entelektüel tartışmalara erişilemeyen pratik sentezler vardır.

Genellikle burjuva veya proleter ayrıcalığa gizli özlemi besleyen dar görüşlülük ve kızgınlıktan uzak, dogmatizm ve ruhsuzluktan arınmış bir politik Alman halkı eğitmek günümüzün görevidir.

Politik bir Alman sadece bununla ilgili gücü artırmakla kalmamalı, aynı zamanda zamanın yapıcı unsurlarının da farkında olmalıdır. Fabrika ve atölyede, teknik yeterliliğe sahip her yerde meydana gelen ve etkileri evlilik, aile ve gençlik yaşamının tasarımına kadar uzanan temel değişiklikleri kabul etmelidir. Ülkenin genel ekonomik kaderinde ortak ve çeşitli sorumlulukların sonucunu belirlemeli ve böylece zamanın sosyal durumunu görmelidir. Evrensel manevi güçlerin Avrupa insanlığını yeniden örgütlemeye çalıştığı büyük tarihsel momentumu hissetmeli ve aynı zamanda siyasi kültür dahil her kültürün sadece ulusal olduğunu kavraması gerekmektedir.


[i] Birinci Dünya Savaşı sebebiyle Avrupa’da yaşanan göç dalgası.


Ekin Bayur

1995’te İstanbul’da doğdu. 2019’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Sabancı Üniversitesi Çatışma Analizi ve Çözümü yüksek lisans programında öğrenimine devam etmektedir.

Çatışma, Ortadoğu, feminizm ve din üzerine çalışmakta olup Gergedan Dergi’de bu alanlarda yazılar yazmaktadır.

(Visited 352 times, 1 visits today)
Close