Written by 09:00 Makaleler

Sermayenin Doğası: Sermaye Birikimi, Borç ve Kriz

Oktay Özden yazdı…

Satılmak üzere üretilen şeylere meta adı verilir. Herhangi bir şey, üretimini yapan kimse tarafından o kimsenin ihtiyacını karşılamak üzere üretilmiş ise bu şeye ürün adı verilir. Bu ayrım, mal ve sermaye kavramları için de geçerlidir. Sermaye, kâr amacı güdülerek üretimde kullanılan şeylere verilen isimdir. Bir üretim aracını veya emek gücünü herhangi bir kimse için sermaye yapan olgu, o kişinin bunları kâr amacıyla kullanmasında yatar. Üretimde kullanılan şeyler bazı zamanlarda sermaye olmayabilir. Örnek vermek gerekirse üretim faaliyetinin sonucunda ortaya çıkacak olan şeyler, kişinin doğrudan ihtiyacını karşılamaya yönelik üretilecek ise bu şeyin üretiminde kullanılan emek gücü ve üretim araçları o kişinin sermayesi değil malıdır.

Dolayısıyla insanın nesneyi kullanım amacı, o nesnenin kavramsallaştırılmasında önem arzeder. Nitekim bu insan gayesi, şeylerin niteliğini keskin bir biçimde belirler. Bir bıçak, oldukça lezzetli bir yemeği ortaya çıkarmada insan eylemine muazzam bir araç olarak eşlik edebildiği gibi aynı zamanda bir cinayet objesi haline gelebilir. Bıçağın kullanımındaki insan gayesi ortaya çıkan gerçekliğin belirlenmesinde önem arz eder. Yine benzer bir şekilde, üretim araçlarına sahip olan bir insan oldukça üretici bir şekilde; ne zaman, ne kadar çalışacağına kendi karar verecek özgürlüğe sahip olarak kendi ihtiyaçlarını karşılamak için son derece sağlıklı ürünler üretebilir. Fakat bu insan, üretim araçlarından yoksun olarak emek gücünü satmak zorunda olduğunda, artık, ne zaman çalışacağına, ne kadar çalışacağına kendisi karar verecek özgürlüğe sahip değildir. Ve bu üretimde amaç kâr elde etmek olduğu için üretilen şeyin niteliği de dönüşüme uğrar; sağlıklı ve lezzetli bir üründen, katkı maddeli ve lezzetinden ödün verecek kadar doğallıktan uzak bir metaya dönüşür. Dolayısıyla üretiminde kullanılan hammadde ve emek gücü, bunları satın alan kapitalist açısından bir sermaye olur.

Sermaye Birikimi

Kapitalist üretim tarzı birden fazla süreci bünyesinde barındıran dinamik bir yapıya sahiptir. Bu sistem içerisinde üretim her seferinde daha fazla kâr elde etme olgusuyla yapılmaktadır. Sürecin en genel formülü Marx tarafından M-C…C*-M* biçiminde ifade edilmiştir. Bu formülasyon başlangıçtaki paranın (M), süreç sonunda daha fazla paraya (M*) evrilmesiyle sürekli tekrar eder. Dolayısıyla süreç içerisindeki sermaye de sonsuza kadar genişlemektedir.

Sermayenin Doğası

Genişleme süreci belirli bir miktar paranın daha fazla para elde etmeye yönelik kullanılmasıyla başlar. Başlangıçtaki bu miktar, daha önce kişi tarafından biriktirilmiş olabilir veya bankadan çekilmiş kredi de olabilir. Günümüzde paranın çıkış noktası bankalardır ve dolayısıyla işletme kredileri süreci başlatan ana unsurdur. Kapitalist, bu para ile piyasadan emek gücü satın alır. Bu emek gücü yapılacak üretime göre nitelik ve nicelik farkı gösterebilir. Kapitalist, hayalindeki kahve zincirinin ilk şubesini açıyor ise satın alınan emek gücü; yetenekli bir baristadan elde edilir. Üretimin diğer unsurları (hammadde, makine, enerji vb.) yani üretim araçları da kapitalist tarafından satın alınır. Bu sürece satın alma süreci adı verebiliriz. Daha sonra üretim araçları, emek gücü tarafından belirli bir teknolojiyle, kapitalistin kontrolü altında dönüştürülerek veya işlenerek satılmaya hazır olan metalar haline gelir. Bu sürece emek süreci adını verelim. Emek sürecinin sonucunda üretilen metalar piyasada satılır. Bu aşamaya da satış süreci diyebiliriz. Kapitalist bu metaların tamamını satarak başlangıçtaki paradan daha fazla bir para elde eder. Bu fazlalık kârdan başka bir şey değildir. Burada bu fazlalığın paraya dönüşmesi için gerekli olan para, daha önce piyasada var olmadığı için kredi yolu ile yaratılır. Yani bu fazlalık aynı zamanda bir borcu ortaya çıkarmaktadır.

Sürecin bir aşamasında kâr bir değer olarak üretilmiş olmak zorundadır. Bu fazlalığın nereden geldiği politik ekonomide büyük tartışma konusudur. Marx’a göre fazlalık emek sürecinde ortaya çıkar. Süreç sonucunda elde edilen paranın bir kısmı kapitalistin özel harcamalarına gitse de tamamına yakını kapitalist tarafından yeniden piyasadan emek gücü ve üretim aracı satın almak üzere kullanılır. Dolayısıyla süreç yeniden ve yeniden sonsuza kadar devam etmektedir. Bu sürece sermaye birikimi adı verilir.

Sermaye birikimi ile borç birikimi arasında oldukça ilginç bir ilişki vardır. Sermaye genişledikçe borç stoku da artmaktadır. Borç artışının sınırlandırılması doğal olarak sistemin hayatta kalma kapasitesinin de kısıtlanması demektir. Kısacası bu fazlalığın emilebilmesinin önündeki engeller birer birer aşılmış; para uzun yıllar boyunca tağşişlere uğrayarak yirminci yüzyılın sonunda maddi karşılığını tamamen kaybetmiştir.

Sermaye Birikiminin Tıkanma Koşulları

Sermaye birikim süreci pürüzsüz bir süreç değildir. Birçok nokta, sistem için kriz potansiyeli taşır. Bu noktalardan bazılarını yukarıdaki figürde kırmızı daireler ile vurgulamaktayım. İlk önemli kriz olasılığı kapitalistin başlangıçta paraya erişiminde yatar. Paraya erişim, bir önceki döngüye nazaran daha maliyetli ise sermaye birikimini sekteye uğratabilir. İkinci önemli kriz olasılığı ise kapitalistin ihtiyaç duyduğu emek gücündedir. Eğer ki emek piyasaları, dayanışma ağları kuvvetli bir biçimde oldukça iyi organize olmuş ise işçiler bir önceki döngüye kıyasla daha çok ücret talep edebilir. Bu da doğrudan kâr olasılığını riske atabilir. Veya piyasada emek gücünü satan işçi sayısı kısıtlı olduğundan ötürü ücretler yüksek olabilir. Dolayısıyla emek arzı, kapitalist açısından önemli bir kriz potansiyeli taşır. Bir üçüncü kriz potansiyeli ise üretim araçlarından doğar. Bu kriz özellikle üretimin yapıldığı coğrafya ile ilgilidir. Bu coğrafyada yeterli düzeyde hammadde veya enerji bulunmayabilir. Veya doğanın kudreti, kapitalistin gayesine hükmedebilir. Olası bir kıtlık üretimi durma noktasına getirebilir. Bir diğer kriz potansiyeli de üretimde kullanılan teknolojinin yetersizliğinden ötürü vuku bulabilir. Beşinci kriz potansiyeli ise üretim sürecinde organize işçi mücadelesinde yatar. İşçiler örgütlenerek greve gidebilir ve sermaye birikimini durdurabilir.

Son ve belki de en kritik kriz potansiyeli ise üretilen metanın satış sürecinde cereyan edebilir. Bu kriz potansiyeli iki farklı biçimde ortaya çıkabilir. Bunlardan ilki ve belki de sermayenin tarih boyunca en büyük muamması, üretilen bu artığın nasıl massedileceği ile ilgilidir. Üretilen metanın satılabilmesi için yeterli düzeyde pazar olmayabilir. Bir diğer olasılık ise bu fazlalığın emilebilmesi için yaratılacak olan hayali para veya borçlanma oldukça maliyetli olabilir veya yeteri kadar borçlanma enstrümanı bulunmayabilir. Öyle ki tarih boyunca borçlanma enstrümanları sürekli olarak geliştirilmiş; karşılığı olmayan, hayali ve kaydi trilyonlarca miktarda para, kapitalist sınıfın değirmenine oluk oluk akmıştır. Bu artığın massedilme sorunu başat bir kriz olasılığı olarak kapitalizmin en büyük istikrarsızlık kaynağı olmuştur. Dolayısıyla bunu biraz daha açmanın anlamlı olacağını düşünürsek yanlış yapmış olmayız.

Artık Sorunu

Kapitalist üretim tarzının var ettiği artık değerin massedilme sorunu belki de kapitalizmin tarihi boyunca en önemli sorun olmuştur. Bu sorunun aşılması için ülkelere darbeler yapılmış, kıtalar adeta sömürge haline getirilmiş, savaşlar başlatılmıştır. Tarih boyunca meydana gelen iki en önemli artık değer massetme biçimlerine göz atalım.

Sermaye birikimi, genişlemesine paralel olarak borç stoku artışını var ettiği gibi aynı zamanda bir güç yoğunlaşması da beraberinde götürür. Arendt’e göre sermaye birikiminin en önemli koşullarından biri güç birikimidir. Kapitalist şirketler küresel ölçekte pazar arayışına girerken mülkiyet biçimi bakımından bağlı bulunduğu ulus devlet ile ilişki kurarak onların askeri gücüne ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla sermaye genişledikçe askeri gücün de genişlediğini görürüz. Devletlerin yaptığı askeri harcamalar aynı zamanda en önemli artık değer massetme faktörlerinden biridir.

Askeri harcamaların teknolojik yapısı ve bağlı bulunduğu ve tetiklediği sektörler düşünüldüğünde ekonomide oluşan artığın emilmesinde oldukça işlevsel olduklarını görürüz. Dahası, küresel piyasalarda pazar arayışına giren dev şirketler tarih boyunca birçok devletlerarası savaşlara, bölgesel ölçekli müdahalelere ve darbelere sebebiyet vermiştir. Nitekim 20.yy’da dünya piyasalarını paylaşma mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkan iki büyük dünya savaşı, artan askeri harcamalar ile piyasanın ihtiyaç duyduğu teknolojik ilerlemenin motoru olduğu gibi yaratılan artık değerin emilmesinde de önemli rol oynamıştır. Bugün hala askeri teknolojiler günlük hayatta kullanılan teknolojik ürünlerin en önemli itici güçleridir. İki dünya savaşı aynı zamanda sermayenin en önemli engellerinden biri olan emek gücünün büyük bir kısmını da ortadan kaldırmıştır. Bu iki savaşta yaklaşık 50 milyon insan hayatını kaybetmiş; büyük şehirlerin de yerle bir olmasına neden olarak artık değer massetmenin günümüzde en açık hali olan inşaat ve altyapı harcamalarını da beraberinde götürmüştür.

Altyapı ve bayındırlık harcamaları günümüzde başlı başına artık değer massetmenin önemli unsurlarından biridir. Sermaye birikiminin çarklarının tıkanması sonucu krizin ortaya çıkmasıyla devlet, çarkların tekrar dönmesi için gerekli olan yağı, para yaratarak ve doğrudan bayındırlık harcamaları yaparak sisteme enjekte eder. Devlet müdahalesi sermaye birikimi için en hayati borçlanma enstrümanlarından biridir. Nitekim 2008 Finansal Krizi sonrası bunun en son örneğini Çin’de gördük. Çin 3 yıl gibi kısa bir sürede ABD’nin 20. yüzyıl boyunca tükettiği toplam çimentonun toplamının %40 fazlasını tüketti. Devasa boyutlara ulaşan demir çelik, bakır gibi maden ithalatı ile kriz halindeki birçok gelişmekte olan ülkenin de krizden görece az etkilenmesini sağladı. Süreç içerisinde devasa şehirler inşa eden Çin aynı zamanda ABD’nin karayolu ve taşımacılık ağından daha gelişmiş bir ulaştırma ağına sahip oldu. Bugün Çin’in büyük metropolleri, batı dünyasının modern şehirlerinden farksız niteliklere sahip.

(Visited 2.308 times, 1 visits today)
Close