İktisat, finans, küresel ekonomi ve politikanın yanı sıra para ve bankacılık gibi konularda çalışmaları bulunan Sabri Öncü; Amerikan finans piyasalarında uzun yıllar çalışmış bir finansal iktisatçı. Ekibimizden Oktay Özden’in Sabri Öncü ile gerçekleştirdiği röportajı iki parça halinde yayımlıyoruz. Röportajın ilk bölümünde paranın oluşumunu ve üretimini anlatan Sabri Hoca, ikinci bölümde 2019 yılında ABD’de yaşanan likidite krizini ele alarak merkez bankalarının rolünü ve konumunu değerlendirecek.
Para nedir? Nasıl üretilir? Günümüzde iktisat fakültelerinde öğrencilere paranın merkez bankası tarafından rezervler üzerinden çarpan etkisiyle üretildiği öğretiliyor. Halkta da merkez bankasının bu parayı ürettiği algısı yaygın. Bu konu üzerine bizlere ne söylemek istersiniz?
Sanıyorum senin sözünü ettiğin ders kitaplarındaki açıklama, Rezerv Teorisi. Merkez bankası, hazine veya başka bir kurum; bankacılık sistemine bir miktar para getiriyor ve daha sonra bankacılık sistemi o parayı çarpıyor. Bu tabi açıklamalardan yalnızca bir tanesi. Başka bir açıklama da para bir yerlerden, adeta gökten zembille iner gibi iniyor. Daha sonra bu para bankalar üzerinden kredi ile veriliyor. Bir çarpan etkisi de söz konusu olmadan, bankalar yalnızca aracılar. Yani oraya yatırılan mevduatlar ne ise ya da tasarruflar diyelim, kredi olarak sisteme akıyor. Bir üçüncü açıklama daha var: bankaların kredi yarattıkları. Bankaların kredi vererek para yarattıkları teorisi ya da açıklaması diyebiliriz.
Görece yakın tarihe, birkaç yüzyıla baktığımızda bu üç açıklama sürekli tartışılmış. 19. yüzyılın sonlarına doğru hatta ortalarından itibaren yapılan açıklama, bankaların kredi verirken karşılığında mevduat yarattıkları ve bu mevduatların değişim aracı oldukları. Değişim araçlarını ödeme araçları ile karıştırmamak gerekir. Örneğin, ATM kartları ödeme araçlarıdır ama ATM kartları ile yapılan ödeme, bir mevduattan başka bir mevduata para aktarımı olduğundan dolayı değişim aracı ATM kartı değil, o bankadaki mevduattır. Bu kredi yaratma teorisi aşağı yukarı 1920’lere kadar baskın açıklama oldu. O tarihlerde birtakım arkadaşlar, bugünkü ders kitaplarında olan para çarpanı açıklamasını dile getirmeye başladılar ve zaman içerisinde o teori baskın hale geldi; ta ki 1960’lara kadar.
Keynes adında önemli bir ekonomist var biliyorsun. Bu büyük ekonomist, üç açıklamayı da hayatının çeşitli aşamalarında desteklemiş. İlk başlarda kredi yaratım teorisini desteklerken daha sonra kısmi rezerv teorisini desteklemiş. Bundan kısa bir süre sonra da aracılık teorisini destekler nitelikte şeyler söylemiş. Dolayısıyla bugünlerde kendisine Keynesci diyen farklı gruplardan insanlar, bu üç açıklamadan herhangi birini destekliyor olabilir. Çok sayıda Keynesci grup var. Bunlardan bir tanesi de post-Keynesciler. Bu kişiler kredi yaratma teorisini açıkça savunmaktalar. Onların içinden çıkmış bir grup var. Bugünlerde artık kendilerine post-Keynesci demiyorlar. Bunlar Modern Para Teoricileri (MMT). Onlar meseleyi daha da farklı düzleme taşıyıp “parayı devlet yaratır” demekteler. Yani paranın nasıl üretildiği üzerine, son 150 yıldır bir fikir birliğine varılamıyor. Ve genellikle bu büyük ekonomik buhranların olduğu dönemlerde (örneğin 1929 bunalımı ve 2007-2008 finansal krizi) bu para yaratma teorileri gündemi ele geçiyor.
Para teorileri üzerine yapılan testler gösteriyor ki en önemlilerinden biri Richard Werner tarafından bilançolar üzerinden yapıldı. Bu bilimsel çalışma, modern ekonomilerde ya da bankacılık sistemlerinde paranın üretimi, kredi yaratma teorisinin açıklamasına uyuyor; diğer ikisi hiç uyumlu değil. Özellikle en zayıf olan teori aracılık teorisi. Nitekim bu teori bankaların tamamıyla aracı olduğunu hiçbir şekilde para yaratamadığını söylüyordu. Kısmi rezerv teorisi aracılık teorisinden şu noktada ayrılıyor: bankalar bağımsız olarak para yaratan kurumlar değiller ama paraya çarpan etkisiyle etki ederler. Örneğin bir bankaya 100 dolar gelmişse %10 da rezerv zorunluluğu olduğunu düşünürsek banka, 10 doları tutar ve 90 dolarını kredi olarak verir. Daha sonra kredi olarak verilen 90 dolar başka bir bankaya yatar. O banka ise bunun %10’unu yani 9 doları tutar ve 81 doları kredi olarak verir. Para bu süreçte çarpan etkisiyle yaratılmış olur. Fakat dediğim gibi deneysel olarak bunların doğru olmadığı gösterilmiş durumda Werner tarafından. Öyle ki BBC kameramanlarının ve habercilerinin dahi ilgisini cezbetmişti.
Dolayısıyla yaşadığımız modern ekonomilerde parayı bankalar üretiyor ama hangi parayı bankalar üretiyor? Değişim aracı olarak kullandığımız parayı, yani mevduatları. Tabi bir başka değişim aracı da devletin bastığı, burada devletten kasıt tabi ülkeden ülkeye değişir. Örnek vermek gerekirse Türkiye’de metal paraları darphane basar ve o da Maliye Bakanlığının altında bir kurum. Kağıt paraları ise merkez bankası basıyor. Tüm bu kağıt ve metal paralar, birtakım arkadaşların iddia ettiği üzere, devlet tarafından ölçüsü belirlenerek basılmıyor. Mevduatlar da bu şekilde ortaya çıkmıyor. Bankaların kredi verip vermeme konusunda arz yönlü bir etkisi var. Eğer ki bankalar, krediyi alan kurumların veya insanların o krediyi geri ödeyebileceklerine güvenmezlerse krediyi vermeyebilirler; yani mevduatı yaratmamış olurlar. Ama bankalar kredi vermek istiyor olsalar bile eğer ki krediye talep yoksa o zaman bankalar kredi vermek isteseler dahi para yaratamazlar. Dolayısıyla talep de bu noktada önemli. Ekonominin ihtiyaçları belirliyor ekonomi içerisinde ne kadar para üretileceğini. Teknik tabirle paranın içsel olarak belirlendiği söyleniyor. Benzer şekilde devletin bastığı metal paralar ile merkez bankası tarafından basılan kağıt paralar da aslında ekonomi tarafından içsel olarak belirleniyor. Bankalar, kasalarında ve ATM makinelerinde zorunlu olarak tuttukları birtakım fiziksel paralar dışında para tutmaktan çekinirler. Çünkü o paraları kasalarında tutarken onlara belirli bir faiz ödüyorlar. Bankalar bu fiziksel paraları, müşteriler onlardan fiziksel para talep ettiklerinde istenen miktar kadarını merkez bankasından satın alırlar. Nasıl satın alıyorlar? Bankalar yalnızca birilerine kredi verirken değil, reel ve finansal varlıklar satın alırlarken de mevduat yaratıyorlar. Merkez bankası da bankaların bankası olduğundan dolayı, bankaların merkez bankasında mevduat hesabı tutmasından dolayı, bankalar borç aldığında merkez bankasına mevduat yaratırlar. Dolayısıyla fiziksel paraları da yarattıkları mevduatlar ile satın alıyorlar. Sonuç olarak piyasadaki fiziksel para miktarı da içseldir, ekonominin ihtiyaçları tarafından belirlenir.
Şimdi buraya kadar konuştuğumuz kadarıyla ekonomide üç temel para biçimi var ve bunlar sistem tarafından oluşturuluyor. Bunlar neydi? Fiziksel paralar (metal ve kağıt paralar), banka mevduatları ve bankaların merkez bankasında tuttuğu mevduatlar. Kısmi rezerv teorisinde anlatılan rezervler de zaten bankaların merkez bankasında tuttuğu mevduatlardan başka bir şey değil. Ancak o teoride anlatıldığı gibi önce rezervler ortaya çıkmıyor. Daha doğrusu, bankalar öncelikle o rezervleri alıp daha sonra o rezervler ile kredi yaratmıyor. Tam tersi olarak kredi verip ya da reel veya finansal varlık satın aldıklarında yarattıkları mevduatlara karşılık olarak sonradan rezerv talebinde bulunurlar. Ülkeden ülkeye değişir tabi bu süre ama 15 gün civarı bir sürede bankalar bu taleplerini merkez bankasına bildirir. Daha sonra merkez bankasından veya merkez bankasındaki hesabında rezerv fazlası olan başka bankalardan borçlanarak ihtiyaçlarını karşılarlar. Yani, rezervler daha sonra meydana gelmektedir.
Bugün içinde yaşadığımız dünyada para, bankalar tarafından daha doğrusu ekonomi tarafından üretiliyor. Ülkeden ülkeye değişmekle birlikte bunun ekseriyeti, %93 ile %97 arasında bir miktar, bankalar tarafından kredi verilerek ya da finansal veya reel varlık satın alınarak üretiliyor. Diğer %3 ile %7’lik kalan kısım ise devlet tarafından basılmakla birlikte onun da ekonominin ihtiyaçları tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz. Tüm bu süreci kabaca bu şekilde özetleyebilirim.
Röportajın ikinci kısmı 28 Şubat Cuma günü 09:00’da yayımlanacak.