Written by 11:31 Çeviri

Lisans Öğrencilerine Neoklasik İktisat Öğretmeli miyiz?

Oktay Özden çevirdi

Louis-Philippe Rochon
Profesör, Laurentian University, Canada
Baş Editör, Review of Political Economy
Editör, Elgar Series on Central Banking and Monetary Policy

&

Sergio Rossi
Profesör, Department of Economics
University of Fribourg, Switzerland

Çeviren: Oktay Özden

“Neoklasik iktisatı öğretmek zorundayız ancak sadece onun ne olduğunu ayyuka çıkarıp gözden düşürmek, öğrencilerin neyin yanlış olduğunu ve piyasaların gerçekte nasıl işlediğiyle bağlantısı olmadığını fark etmelerini sağlamak için. Dolayısıyla, piyasaların neoklasik iktisat yasalarını izlememesi ile dünyanın bu iktisatın uygulamalarıyla domine edildiği arasındaki ayrım net bir şekilde ortaya koyulmalı: politika uzmanları, siyasetçiler, bankacılar ve profesörler bu çizgiye dokunmak için eleştirel olmalı. Bu bilgelik ve bu ayrım öğrencilere öğretmek zorunda olduğumuz şeydir.”

Neoklasik iktisatı eleştiren ve onun pek çok başarısızlığını detaylı bir şekilde ortaya koyan birçok makale, blok yazısı ve kitaplar mevcuttur. Bunların tüm detaylarına girmek mümkün olmasa da post-Keynesyen ve Heterodoks literatürün panteonunda kolaylıkla bulunabilirler. Paul Davidson gibi yazarlar, Neoklasik iktisat varsayımlarının, bir bakıma gerçek dünyayı yeterince açıklamadığını, defalarca sorgulamışlardır. Diğer yandan Vicky Chick gibileri ise neoklasik iktisata yönelik metodolojik kusurları ve atomistic bireycilik, dengeye yakınsama, otomatik kendinden düzelme mekanizması gibi özelliklerine olan dayanaklarını eleştirmişlerdir.

Bazıları için, Maryland Üniversitesinden Steven Klees’in dile getirdiği gibi, neoklasik iktisat ölüdür. Fakat neredeyse tüm iktisat dergilerine ve departmanlarına şöyle kısaca bir göz atmamız, neoklasik iktisatın ölmediğini ve ölmekten de epey uzak olduğunu doğrulayacaktır. Modern Para Teorisi gibi alternatif görüşlerin yükselişi veya heterodoks fikirlerin ana akım yaklaşımlara yavaşça sızmış olmasına rağmen neoklasik iktisat üniversite bölümlerinde halen canlı ve alanında rakipsiz olduğu kabul edilmektedir.

Belki de daha doğru bir tanım, John King’in şu açıklaması olabilir:

“Anaakım makroekonomi teorisi yanlış ve iktisat politikasının temeli olarak kullanıldığında zararlı sonuçlar ortaya çıkarıyor.”

Tabii ki, bu Keynes’in kendi ifadesini pekiştirmektedir, Genel Teori’nin açılış paragrafında yazıldığı üzere:

“Klasik teorinin varsaydığı özel durumun nitelikleri, gerçekte yaşadığımız iktisadi toplumun özellikleriyle bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, öğretilmesi yanıltıcı ve pratiğe uygulandığında ise felaketi doğurur.” 

Gerçekten de felaket. Sonuç, Keynes’in 1930’da yazdığı bir makalede bize hatırlattığı gibi oldukça açıktır. Kabusu işaret ederek Keynes şöyle der:

“Kendimizi, anlamadığımız hassas bir makinenin kontrolünde hata yaparak, devasa bir karışıklığa dahil ettik. Sonuç olarak, zenginlik olanaklarımız bir süre- belki de uzun bir süre- heba olabilir.”

Ve günümüzde böyle hataların kanıtını bulmak için uzaklara bakmamıza gerek yok. Tabii ki, Keynes’in bahsettiği depresyonlar var, ancak daha yakın tarihli olarak, “ikinci bir yol yok!” yanlış varsayımınının rehberliğinde işçilere ne denli acı veren mali ve parasal kemer sıkma politikalarını düşünün. Çeşitli hükümetlerin, çeşitli ülkelerde ve çeşitli zamanlarda, bu kemer sıkma önlemleri (ve hatta parasal genişleme iştahının doruk noktasına örnek olarak miktarsal genişleme müdahaleleri, ki bunlar özellikle ve kasıtlı olarak birçok kişiyi zengin etti) özellikle 1980’lerden bu yana neoliberal politikaların yükselişine denk gelerek 2007-2008 global finansal krizinde doruk noktasına ulaştı. Bu bakımdan, 2008 küresel finansal krizi beklenmekteydi ve kaçınılmazdı; sistem çökmek üzereydi, bizim iddiamız odur ki bir sonraki krizde de aynısı olacak.

Bu elbette piyasanın ekonominin ideal yönlendiricisi olarak vurgulandığı neoklasik teoriden elde edilen iktisat politikalarının, özelleştirme, liberalizasyon, regülasyonsuzlaştırma ile beraber, kamu politikasına dönüşmesi tartışmasını gündeme getiriyor. Tabii ki, bütün politikalar, ve hatta post-Keynesyen fikirlere dayananlar da ekonomide bir grubu memnun ederken diğer grubu etmeyecektir; kazanan ve kaybeden yaratacaktır. Ancak, post-Keynesyen politikalar en azından geliri, serveti ve gücü yeniden dağıtmayı amaçlarken, neoliberal politikalar bunları mümkün olduğunca az sayıda kişinin elinde toplamak istiyor.

Elbette, neoklasik iktisatın tarikat üyeleri, bu tür kemer sıkma politikalarının enflasyonla mücadele etmek için gerekli olduğunu savunuyorlar. Enflasyonu, ekonomik ve toplumsal bir canavar olarak görüyorlar. Düşük ve istikrarlı enflasyonu, bunun en gerekli şey olduğu varsayımı ile garanti etmek zorunda olduğumuzu söylüyorlar. Joan Robinson’ı alıntılamamak mümkün mü?

“Geleneksel anaakım iktisatın amaçlarından biri, ayrıcalıklı sınıfa, pozisyonlarının ahlaki açıdan doğru olduğunu ve toplumun refahı için gerekli olduğunu açıklamaktır (1937, s.176).

Ancak 1974 yılında New York Times’ta yayımlanan parlak bir yazısında James Tobin’in bizi uyardığı üzere, “enflasyon hakkındaki histeri, iktisadi ilerlemeyi potansiyelinin oldukça altında tutan politikalara yol açabilir.

Diğer bir deyişle, Keynes’e göre kemer sıkma, “hastalığı hastayı öldürerek tedavi eden ilaç türüne aittir.” Bütün maliyetiyle, muhtemelen bedeli işçilere ödeterek, enflasyonla mücadele etmek, zengin elitler için kabul edilebilir bir slogan haline gelmiştir, çünkü enflasyon işçilerin servetinin gerçek değerini azaltır.

Bu yüzden enflasyona karşı verilen mücadele, açık olalım, rantçıların servetini artırırken, aynı zamanda işsizlik yaratarak işçilerin geçimini zorlaştırır. 18. Yüzyıl Fransa’sında Madam Roland’ın devrimci sözlerini pekiştirerek ve onu doğru bir ifadeyle yeniden dile getirerek: “Enflasyon, adına ne suçlar işleniyor! (Inflation, que de crimes on commet en ton nom!).

Tüm bunları göz önünde bulundurarak, post-Keynesyenlerin ve Heterodoks iktisatçıların neoklasik teori ve politikarını eleştirdiklerini, ancak en önemli ve bir o kadar açık soruyu sormaktan kaçındıklarını düşünüyoruz:

“Lisans öğrencilerine neoklasik ekonomiyi öğretmeye katlanmalı mıyız? Onu tamamen öğretmeyi bırakmalı mıyız?

Sonuç olarak, fizikçiler üniversite dergilerinde düz dünya teorisini öğretmezler, evrenin dünya merkezli modellerini öğretmezler, biyologlar yaratılışçılığı öğretmez. Bu teoriler yanlıştır ve lisans düzeyinde öğretiminin yeri yoktur, eğer ki kötü bir şaka malzemesi değillerse. Peki heterodoks iktisatçılar neden hala neoklasik ekonomiyi öğretiyorlar? Boston Üniversitesi’nden Tim Thornton 2020 yılında yazdığı bir blog yazısında bu soruya şu cevabı vererek bunun önemli olduğunu belirtiyor:

“Bu gereklidir çünkü ekonominin öğretim şeklinin üniversite duvarlarının çok ötesinde sonuçları vardır: gelecek neslin politika yapıcılarının, seçmenlerin ve vatandaşların zihinlerini şekillendirir.”

Neoklasik İktisatın Ahlakı

Biz, neoklasik teorinin yanlış olduğu, gerçek dünyayı yansıtmadığı ve bu teoriye dayanan politikaların uygulandığı takdirde yıkıcı etkiler doğuracağı konusunda aynı fikri paylaşıyoruz. Bu nedenler tek başına, bizi bu iktisat anlayışını lisans öğrencilerine öğretmeyi bırakmaya ikna etmektedir. Çoğumuz kariyerimizin belli bir noktasında bazı meslektaşlarımızla bu konuyu tartışmışızdır. Gerçekten de öğrencilerimize yanlış bir şey öğretmekle onlara bir iyilik mi yapıyoruz?

Ancak, daha fazla düşünülmesi gereken şeyler var. Bunlar neoklasik iktisatın etik ve ahlak anlayışıyla ilgilidir (Heterodox ekonomide giderek artan bir retorik, örneğin, Negru, Duckworth ve Meyenburg, 2023 s.1). Kitabın editörleri, neoklasik iktisatta etik denilen şeyin yeri olmadığını açıkladıkları gibi, Joan Robinson’ın 1978’de ulaştığı “neoklasik iktisatta ahlaki sorunun ortadan kaldırıldığı” sonucunu vurgulamaktadırlar.

Bize göre, belki de neoklasik iktisatı öğretmeyi durdurmanın en büyük nedeni budur: neoklasik iktisat empatiden yoksundur. Bu durumun herhangi bir şekilde önemli olup olmadığı, verilen cevaplardan fazlasını ortaya çıkarır.

Bu bağlamda, neoklasik iktisata dayanarak öğrencilere tam olarak ne öğretiyoruz? Gerçekçi olmayan varsayımlarla ilgili yapılan alışılagelmiş eleştirilerin ötesinde, öğrencilere hangi değerleri aşılamaktayız? Mikro veya makroekonomiyi öğretirken, öğrencilere Homo Economicus’un kendi çıkarlarına göre hareket ettiğini, önemli olanın da kendi faydamızın peşinde koşmak olduğunu söylüyoruz; toplumun, kendimizden başka herkesi yok saydığımızda daha iyi bir noktada olduğunu söylüyoruz. Bunu yaparken tabii ki de toplumsal sınıfları gerçekdışı ilan edip görmezden geliyoruz. Başkalarına güvenmek veya onları önemsemek, Margaret Thatcher’ın bir zamanlar ilan ettiği gibi “sıradan ve bürokratik baskı araçları, mala çökmeye yönelik vergiler, millileştirme ve baskıcı düzenlemeler” ile sonuçlanır[1].

Diğer bir ifadeyle, kendi çıkarının peşinde koşmanın ekonomik büyüme için en uygun strateji olduğunu ve kendisinden başkasına duyduğu empatinin aslında toplumun refahı için zararlı olduğunu öğretiyoruz.

“Homo Economicus merkezli neoklasik iktisatın etik paradigması, bireyin kendi çıkarını ençoklaştırmak için öznel maddi tercihlerini en üst düzeye çıkarma arayışına dayanır; ki bunun, rekabetçi piyasalar tarafından (oldukça kısıtlı varsayımlar altında) gerçekleştirilebilir olduğu gösterilmiştir” (Annett, 2018).

Dolayısıyla, Morris Altman’ın (2021, s.1) ifade ettiği gibi:

“Geleneksel veya neoklasik iktisatta temel ve bir o kadar da önemli bir varsayım, etik anlayışına sahip olmanın ekonomiye olsa olsa zarar vereceğidir.”

Ünlü bir Amerikalı sosyolog olan Amitai Etzioni, neoklasik iktisatı öğrencilere öğretmenin onlar üzerinde yarattığı etkiyi ele alan “The Moral Effect of Economic Teaching (2015)” adlı bir çalışma yaptı. Etzioni, aşağılanmış öğrencilerin ekonomiye bir tür öznel seçim süreci aracılığıyla mı dahil edildiği, yoksa neoklasik iktisatı öğretmenin bu aşağılanmaya katkıda bulunup bulunmadığını merak eder. Aynı kitapta şu sonuca ulaşır: “Çalışmalar, iktisatçıların ve iktisat öğrencilerinin çeşitli aşağılanmış ahlaki davranış ve tutumları sergileme olasılığının daha yüksek olduğunu bulmaktadır… İktisatı neoklasik bir anlayış altında öğrenmek, insanları daha az ahlaki hale getirebileceği gibi halihazırda mevcut olan bu tür bir duruşa yönelik önceden var olan eğilimleri de pekiştirebilir.”

Finansın ve hatta açgözlülüğün giderek daha fazla bir şekilde nüfus ettiği bir dünyada, sonuçlar son derece endişe vericidir. Julie Nelson’ın (2012) dile getirdiği gibi: 

“Ulaştığımız nokta açgözlülüğü kabul etmek midir?”

“İktisadi yaşamın temelde bencil çıkarlar, fayda ve kar maksimizasyonu ve mekanik kontrol edilebilirlikle karakterize olduğu görüntüsü, birçok iş insanını, yargıçları, sosyologları, filozofları, politika yapıcılarını, ekonomi eleştirmenlerini ve genel halkı açgözlülüğü ve fırsatçılığı hoş görmeye, hatta böyle bir durum kollamaya veya teşvik etmeye sevk etmiştir.”

Bu, Gintis ve Khurana (2016) tarafından dile getirilen neoklasik teorinin mesleği ve toplumu bozduğu şeklindeki görüşle aynıdır. William Black’in gündeme getirdiği uzun dua listesinden bahsetmiyoruz bile.

Alain Parguez bir zamanlar neoklasik iktisatı “üst düzey devlet bürokrasisine benzer, toplam karlardan aldığı büyük bir payın keyfini çıkaran egemen sınıfın entelektüel yedek ordusu,” olarak tanımlamıştır.

Günümüzde neoklasik iktisat, matematiksel modellere ve sofistike tekniklere daha fazla güvenmesi nedeniyle genellikle kendi içinde etiği barındırmakta daha az başarılıdır. Sonuç olarak, matematiksel bir denklem, etik bir davranış için ne ifade eder ki?

İktisatın Dili

Bitirmeden önce, lisans öğrencilerine neoklasik iktisatı öğretmeye devam etmenin iyi bir nedeninden bahsedelim. Neoklasik iktisat öğretilmeden, öğrencilerin iş bulamayacağı geçmişte bize çoğu defa söylendi. Yaşadığımız dünya neoklasik iktisat anlayışı tarafından domine edildiği için öğrencilerin de iş bulabilmesinin yolu bu iktisadın dilini konuşmasından geçmektedir.

Bu fikre karşıt olanlar ise, düz dünya teorisi, dünya merkezli evren modelleri ve yaratılışçılığın, bilimde hakim düşünceler olmadığını dile getirirler. Bu nedenle, neoklasik iktisatı öğretmemek öğrencileri dezavantajlı duruma düşürmez. Ancak ekonomide, pratik olmalı ve neoklasik iktisatı öğretmeliyiz.

Joan Robinson’ın iktisatı öğrenme hakkında söylediklerine sadık kalarak “iktisatçılar tarafından kandırılmamak için” gerçek dünyanın doğru ya da yanlış olsa da neoklasik iktisatla çevrelendiğini, Keynes’in deyişiyle “hayatımızın her köşesine nüfus ettiğini” kabul etme sorumluluğumuz da var. Bu nedenle, onu öğretmeliyiz, ancak sadece onu itibarsızlaştırmak için ve öğrencilerin yanlış olanın ne olduğunu ve piyasaların gerçekteki işleyişinden nasıl da kopuk olduğunu fark etmeleri için. Dolayısıyla, piyasaların neoklasik iktisat yasalarını izlemediği ve dünyanın bu iktisatın uygulamalarıyla domine edildiği arasındaki ayrım net bir şekilde ortaya koyulmalı: politika uzmanları, siyasetçiler, bankacılar ve profesörler bu çizgiye dokunmak için eleştirel olmalı. Bu bilgelik ve bu ayrım öğrencilere öğretmek zorunda olduğumuz şeydir.

Sonuç Yerine

Sonuç olarak, Neoklasik itkisatın yanılgılarına ne pahasına olursa olsun işaret etme fikrini savunmalı ve desteklemeliyiz. Dürüst olmak gerekirse, öğrencilere bencil düşünmeyi ve sadece kendi çıkarlarını düşünerek dünyanın nasıl daha iyi hale geldiğini öğreterek onlara iyilik yapmıyoruz. John King’in yazdığı gibi, neoklasik teori kelimenin en yalın haliyle yanlıştır. Yaşadığımız dünyayı domine ettiğinden, bunu ne pahasına olursa olsun itibarsızlaştırmalıyız; ve ardından öğrencilere, birbirimizi, gezegenimizi, Keynes’in bize anlattığı gibi “torunlarımızın ekonomik olanaklarını” göz önünde bulurdurmayı öğretmeliyiz.

Keynes ayrıca şunu dile getirir:

“Uzman bir iktisatçı, nadir bir yetenek kombinasyonuna sahip olmalıdır… O bir matematikçi, tarihçi, devlet adamı, filozof olmalıdır; tabi bir dereceye kadar. O sembolleri anlamalı ve kelimelerle konuşmalıdır. O özel olana, genel terimlerle kafa yormalıdır ve soyut ile somut olana aynı düşünce akışında dokunmalıdır. O şimdiyi, gelecekteki amaçları için geçmişin ışığında incelemelidir. İnsan doğasının veya kurumlarının hiçbir kısmı tamamen göz ardı edilmemelidir. O aynı anda bir amaca sahip olup kayıtsız olabilmeli, bir sanatçı kadar uzak ve el değmemiş olabilmeli, bazen de bir politikacı kadar yeryüzüne yakın olmalıdır.”

Bu, çoklu krizlerin yaşandığı bir dönemde daha da acil hale geliyor: iklim değişikliği/ekolojik sorunlar, sosyal ve ekonomik eşitsizlik/yoksulluk, finansal istikrarsızlık, cinsiyet eşitsizliği, hanehalkı borç krizi, sosyal konut krizi, gıda güvensizliği krizi, savaşlar ve jeopolitik çatışmalar, etik sorunlar ve daha fazlası. Neoklasik teoriden türetilmiş politikaları kullanarak refah sağlayamıyorsak, onu öğreterek söz konusu krizlere ortak oluyoruz.

Şimdi, ekonominin alanlarının ötesine geçmeli ve krizler hakkında düşünme biçimlerinde yeni yollar önermeliyiz. Bunu da yalnızca toplumu ve bireyleri dikkate alarak yapabiliriz. Bunu başarmanın (belki de bir büyücünün çırağı olarak kalabilecek) en iyi kabiliyete sahip neoklasik iktisat eğitimi almış ekonomistlerin yeteneklerinin çok ötesinde olduğuna inanıyoruz.

Not: Bu yazının orijinal metni için bakınız:

https://medium.com/@monetarypolicyinstitute/should-we-be-teaching-neoclassical-economics-to-undergraduates-77b15fd298c5


[1]https://www.washingtonpost.com/opinions/michael-gerson-margaret-thatcher-the-moral-capitalist/2013/04/11/92e2a994-a1fd-11e2-9c03-6952ff305f35_story.html

(Visited 1.189 times, 1 visits today)
Close