Written by 09:03 Makaleler

Diktatörlük ve Demokrasinin Politik Kökenleri

Hakan Sönmez yazdı.

Giriş: Demokrasinin arka planı

Samuel Huntington’un ifade ettiği demokratikleşme dalgaları (waves of democratization) demokrasi çalışmaları alanına damgasını vurmuştur.[1] 1820’lerde başlayan ‘ilk demokratikleşme dalgası’ yavaş ama temelli bir şekilde ilerleyip Mussolini’nin dünya sahnesine çıkmasına dek, neredeyse bir asır, sürmüştür. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte, ‘ikinci demokratikleşme dalgası’ başlayıp on beş yıl devam etmiştir. Son olarak Yunanistan’da askeri cunta, İspanya’da Franco ve Portekiz’de Salazar 1970’lerde koltuklarından olurken, ‘üçüncü demokratikleşme dalgası’[2] başlamıştı. Bu olaylardan kısa bir süre sonra Berlin Duvarı’nın yıkılması demokratikleşme sürecine büyük bir hız kazandırmıştır.

Komünizmin çöküşünün sembolü olarak görülen Berlin Duvarı’nın yıkılışı, bir o kadar da tarihsel bir dönüm noktasıydı. Pek çok ülke 1990’lı yıllarda hızlı bir demokratikleşme sürecine girdi. Bu değişim özellikle eski Sovyet ülkelerinde göze çarpıyordu. Berlin Duvarı’nın yıkılması demokratikleşme sürecine yeni bir soluk kazandırsa da milenyum sonrası bu sürecin tekrar bir duraklama dönemine girdiği görülüyor. Eski Sovyet ülkelerinde demokrasiye geçişlerin pek de sürdürülebilir bir değişimler olmadığı görüldü.[3] Bu sureçte liberal dünya düzeninin demokrasi hayalleri, duraklama dönemiyle birlikte suya düşmüştür.[4]

Burada asıl üzerinde duracağımız husus, dünyada bazı ülkeler 18. ve 19. yüzyıllarda demokratikleşme sürecine girerken, bu zaman dilimini nasıl olur da Asya, Latin Amerika ve Sahra Altı Afrika’daki çoğu ülkenin diktatörlük rejimlerinde geçirdikleridir. Bu konuya Barrington Moore sosyal bir bakış açısıyla açıklık getirmeye çalışırken,[5] Daron Acemoğlu ve James Robinson konuyu ekonomik açıdan ele almışlardır.[6] Her ne kadar geniş çaplı bir çalışma yapmayacak olsak da, bu makalede bu sorunun bir kısmını politik açıdan aydınlatmaya çalışacağız.

Yeni Çağ’dan bu yana demokrasi

Atinalıların özgürlük idealleri ve Romalıların hukuk idealleri Antikite’den sonra uzun bir dönem göz ardı edildip ancak 17. yüzyılda ilk yeşertilerini göstermeye başlamıştır. Ian Morris demokrasinin yeniden doğuşunu şu şekilde özetlemektedir:

17. yüzyıl kraliyet için bir kabustu. Monarşi karşıtı isyan Fransa’yı felç etmiş, İngiltere’de parlamento saldırgan kralıyla savaşa gidip daha sonra [kralın] kellesini almıştır. Bu durum ise cini şişeden çıkarmıştı; ilahi bir kral idam edilebiliyorsa, [bu dünyada] mümkün olmayan başka bir şey daha var mıdır? Belki de eski Atina’dan bu yana ilk kez, demokrasi fikirleri parlamaya başlamıştı.”[7]

Bu ilk yeşertiler kendini gösterse de Rönesans düşünürleri için demokrasi oldukça ezoterik bir kavramdı ve Furetière’in Dictionnaire universel’inde arkaik bir şekilde tanımlanıyordu: “İnsanların tüm yetkilere sahip oldukları bir yönetim biçimi. Demokrasi yalnızca Roma Cumhuriyeti ve Atina’da gelişen bir rejimdi.”[8] Demokratik yönetim biçimi, 18. yüzyıl filozofları tarafından dahi eleştiriliyordu: Montesquieu için demokrasi kolayca yolsuzluğa ve oklokrasiye (ayak takımının yönetimi) yönelebilecek bir yönetim biçimiydi;[9] Lefebvre de Beauvray ise, “Demokratik rejimler anarşiye, monarşilerin despotizme olduğundan daha yakındır” diyerek demokrasiye karşı olan hoşnutsuzluğunu belirtiyordu.[10]

Rosanvallon’un tespit ettiği üzere Fransa’nın siyasi arenasında demokrasi kelimesinin popülerleşmesi 1848’e kadar sürmüştür.[11] Hakikaten Rönesans’ın büyük düşünürleri ve politikacıları demokrasiyi hiçbir zaman modern toplumla ilişkilendirmemişlerdir. Hatta John Adams siyasi rakiplerine ‘Demokratlar’ ve ‘Jakobenler’ diyerek aşağılıyordu.[12] Cumhuriyetçilerin adı 1828’de Demokrat Parti olarak değiştikten sonra nihayet demokrasi terimi daha kabul edilebilir bir kavram haline gelmişti.[13] Bundan 28 yıl sonra, 1856 yılında, Federalistler ise Cumhuriyetçi Parti’yi kurmuşlardır.

20. yüzyılın ortalarında Avusturyalı siyasi iktisatçı Joseph Schumpeter demokrasiyi şu şekilde tanımlıyordu: “Demokratik yöntem bireylerin halkın sesi için rekabetçi bir mücadele yoluyla karar vermelerini sağlayan ve siyasi kararlara ulaşmaya yönelik kurumsal düzenlemedir.”[14] Schumpeter için rejimi demokratik yapan şey seçkinler arasındaki rekabetti. Seçmenler muhtelif siyasi programlar arasında değil, bilakis hangi politikaların gerçekleştirileceğine karar veren elitler arasında tercihte bulunurlardı.[15] Öyle ki Schumpeter’in demokrasiyi seçim sürecine indirgeyen ve seçkinci tanımı savaş sonrası Amerikan siyaset biliminde kanonik hale gelmişti.[16] Schumpeter açıkçası Nietzsche, Pareto, Marx, Mosca ve Michels gibi elit teorisyenlerinden çok etkilendiği için demokrasiye elitarist bir tanımlama geliştirmiştir.[17][18]

Schumpeter’in özgürlük ilkesini dışlayan bu görüşüne yanıt olarak Robert A. Dahl poliarşi kavramını ortaya attı.[19] Bu kavramın ampirik demokratikleşme çalışmaları üzerinde büyük etkisi olmuştur. Dahl’a göre, bir poliarşi şu koşullardan oluşuyor: 1) siyasetin kontrolü seçilmiş temsilcilerin elindedir; 2) seçimler özgür ve adildir; 3) yetişkinlerin oy hakkı vardır; 4) yetişkinlerin seçilme hakkı vardır; 5) vatandaşların ifade özgürlüğü vardır; 6) vatandaşların hükümet tarafından kontrol edilmeyen bilgilere ücretsiz erişim hakkı vardır; ve 7) vatandaşların çıkar gruplarına ve siyasi partilere katılması serbesttir.[20] Poliarşi kavramı, demokrasi kavramının yerini almak için değil, bazen çok geniş bir siyasi rejim grubunu ‘demokrasi’ olarak sınıflandıran siyaset bilimcileri arasındaki yanlış anlamaları önlemek için geliştirilmiştir.

Yakın zamanda yapılan yeni sınıflandırılmalara göre çeşitli rejim kategorileri ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi seçimsel demokrasilerdir (electoral democracies).[21] Seçimsel demokrasiler, serbest ve rekabetçi milletvekili seçimleri, yetişkinlere oy hakkı, bilgiye serbest erişim, örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi özelliklere sahiptir. Liberal demokrasiler ise bütün temel özgürlüklerinin korunmasını garanti altına alır, yürütme organına yasal kısıtlamalar getirir ve hukukun üstünlüğüne itaat eder.[22] Velhasıl, liberal demokrasilerdeki yasal mekanizmalar vatandaşları her türlü ihlalden korurlar. Başka bir deyişle, liberal demokrasilerde sadece özgürlüğün olması yetmez, o özgürlüğün devlet tarafından korunması gerekir. Giovanni Sartori’nin de özetlediği gibi, demokrasi halkın yönetiminden ziyade, özgür halkın yönetimidir.[23] Sartori bu yüzden ‘demo-power’ın (halk iktidarının) ön şartının ‘demo-protection’ (halkın korunması) olduğunu belirtmiştir.[24]

Demokratikleşmenin ters dalgaları

Huntington’un bahsettiği demokratikleşme dalgalarının bir de ters yüzü vardı, çünkü her dalga bir ‘ters dalga’ ile sonuçlanıyordu (1926-1943 arası, 1960-1975 arası, 2005 sonrası).[25] Bunların arasında en ilgi çekicisi ilk ters dalgaydı. Hitler’in ele geçirdiği ülkeler hızla otokratikleşme sürecine girerken savaşın patlak vermesi süreci çok daha hızlandırmıştı.[26] 1942 yılına geldiğimizde ise dünya üzerinde demokrasiler dip noktadaydı.

Huntington’un aksine son iki ters dalgaya, ters dalga yerine stabilizasyon dönemi demek daha doğru olacaktır, zira bu dönemlerde demokratikleşme süreci bir süreliğine duraklasa da bir çöküş içine girmemiştir. Başka bir deyişle, stabilizasyon dönemlerinde dünyadaki demokratik rejimlerin sayısı aşağı yukarı aynı kalmıştır.[27][28]

Yine de bazen demokrasiyi ölçen veri tabanlarına temkinli yaklaşmak gerekiyor. Farklı veri tabanlarına göre bazı farklılıkların olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Örneğin Kosova 2009 yılında Freedom House tarafından ‘özgür olmayan’ (not free) ülke, yani otokratik bir ülke olarak tanımlanırken, [29] Varieties of Democracy tarafından ‘seçimsel otokrasi’ (electoral democracy), yani hibrit rejim olarak tanımlanmıştır.[30] Yalnızca Polity IV, Kosova’yı 2009 yılında ‘demokrasi’ olarak tanımlamıştır.[31] Farklı veri tabanlarının karşılaştırılmasında tutarsızlıklar görüldüğü gibi aynı veri tabanın içerisinde de bazı tutarsızlıklar görülebiliyor. Örneğin ABD, Polity IV’ye göre 2016’dan önce +10’luk bir demokrasi iken 2016’da +8’lik bir demokrasiye düşürüldü. Bu demek oluyor ki ABD 2016 yılında, 1845 yılında olduğundan daha az demokratik bir rejimdir. Halbuki ABD’de kadınlara oy hakkı 1920’de, siyahilere ise 1964’te verilmiştir.[32] Ya Polity IV’nin 1845 yılında uyguladığı kriterler yanlıştı ya da Polity IV 2016 yılında Donald Trump’un politikalarını tutarsız bir biçimde eleştirmeye çalışmıştır. Ne var ki, bazı paradokslara rağmen, genel tabloyu doğru çizdiği için bu veri tabanları siyaset biliminde kullanılmaya devam edilmektedir.[33] Son tahlilde, demokrasinin etik bir anlayıştan yola çıkarak gelişeceğine inanmak bir yanılsamadır. Demokrasi bir değerler silsilesi değil, bir kurumlar silsilesidir. Önemli olan, çelişen çıkarları ve ideolojileri dengede tutabilecek olan siyasi kurumların var olmasıdır.

Diktatörlük ve demokrasinin kökeni

Sosyolojik pencereden bakan Barrington Moore’a göre Batı dünyasında demokrasilerin kökenlerinde arazi sahibi eşraf (landed elites) vardır.[34] Bu seçkinler sınıfı, önce tarımı ticarileştererek, daha sonra monarşi karşıtı çıkışlarıyla güç kazanmıştır. Böylece ekonomik ve siyasi gücü ellerine alarak monarkın alanını daraltıp yeni bir şehir halkı yaratmışlardır ve bu şehirli halk daha önce içinde boğuldukları ekonomik ve siyasi gücü kullanarak kendilerine özgürlük alanı açmışlardır.[35] Şehir merkezlerinin varlığı ise nihayetinde bir burjuvazi sınıfı doğurmuştur ve arazi sahibi eşrafa karşı ayaklanarak demokratik bir rejim kurmasına yardımcı olduğu için Moore şu meşhur ifadeyi kullanmıştır: “Burjuva yoksa demokrasi de yoktur”.[36]

Arazi sahibi eşraf, tarımı ticarileştirmeyi reddedip monarşinin politik gücüne karşı savaşabilir, ancak bu durumda politik olarak güçlü ama ekonomik olarak zayıf kalabilir.[37] Eğer arazi sahibi eşraf ekonomik olarak güçlü olan burjuva sınıfıyla ittifak içine girerse, kapitalizm ve faşizmi ‘yukarıdan’ uyarlanmış bir devrim ile yaratmış olur.[38]

Geç emperyal Çin ve Çarlık Rusyası’nda olduğu gibi, arazi sahibi eşraf monarşik bürokrasinin bir parçasıysa, tarım ticarileştirilemez ve burjuva sınıfı ortaya çıkamaz.[39] Bu tür tarımsal bürokratik devletler nihayetinde mali yükün ağırlığı altında çökerler.[40] Hatta ezilen köylüler radikal değişiklikler talep edip komünist bir devrim gerçekleştirebilir.

Moore’un en trajik gözlemi şu olaydır: Şiddet ve demokrasi prensipte antitetik (karşı sav) olmasına rağmen, bazen demokratik rejimi kurabilmek için yerleşmiş aktörlere karşı şiddete başvurulmasının gerekli olmasıdır.[41] Moore, İngiltere ve Almanya’yı iki farklı ülke olarak gösterse de, yeni ekonomik veriler gösteriyor ki İngiltere, kıta Avrupa’sının büyük bir bölümü gibi, 19. yüzyıla kadar gelişmiş ekonomisi olmayan ve son derece kırsal bir yapıya sahip bir ülkeydi.[42] Peki kıta Avrupası demokrasiye sert bir geçiş yaparken nasıl oluyor da İngiltere kademeli bir geçiş yapmayı başarabiliyor? Moore’un, muhtemelen yetersiz veri dolayısıyla, açıklayamadığı kısım işte buradadır.[43]

Demokrasinin doğuşu (veya doğamayışı) ekonomistler tarafından oyun teorileri kullanarak açıklanmaya çalışılmıştır. Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’a göre oyun teorisi modelinin üç varsayımı vardır: 1) bireylerin iyi tanımlanmış tercihleri vardır ve bireylerin çoğu daha fazla geliri daha az gelire tercih eder, 2) seçkinler ve vatandaşlar rekabet ettikçe farklı kazananlar ve kaybedenler ortaya çıkar, 3) demokratik olsun ya da olmasın, siyasi kurumlar sadece siyasi savaşların yapıldığı arenalar değil, aynı zamanda savaşların sonucunu şekillendirmeye yardımcı olan güç dağıtımı merkezleridir.[44] Bu yazarlara göre demokrasi, vatandaşların gelir dağılımı vasıtasıyla kendi ekonomik çıkarlarını desteklemelerini sağlamaya yardımcı olur; diktatörlükler, siyasi iktidarı seçkinlerin eline bırakır, böylece seçkinlerin kendi ekonomik çıkarlarını korumalarına ve toplumdaki gelir dağılımının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine karar vermelerine izin verir. Eğer ki demokrasiye geçişten önce ülkeler bir ekonomik gelişme yaşarsa, kurulan demokratik kurumlar politik seçkinlerin gücünü sınırlamaya daha fazla eğilimlidir; olur da ülkeler henüz ekonomi gelişmeden demokratikleşirse, o zaman demokratik kurumlar devletin yeniden dağıtım yetkilerini en üst düzeye çıkarır.[45]

Yalnız bu konunun bir sorunu var: Jørgen Møller’in de şerh koyduğu üzere erken modern Batı Avrupa’da mutlakiyetçi devletlere karşı mücadele başlangıçta ne siyasi eşitlik içindi, ne de ekonomik yeniden dağıtım içindi; daha ziyade halkın, seçkinlerin ayrıcalıklarını protesto eden bir eşitlik mücadelesiydi.[46] Acemoğlu ve Robinson böylece Moore’un “Burjuva yoksa demokrasi de yoktur” ifadesine karşı çıkmışlardır, çünkü bu yazarlara göre filmin asıl aktörleri seçkinler ve vatandaşlardır; orta sınıf ise yan roldedir. Oysa orta sınıf, liberal demokrasi mücadelesinde önemli bir vazife üstlenmiştir.[47]

Bu tarihsel soruya Barrington Moore, Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un çalışmalarını inceledikten sonra soruna siyasi açıdan nasıl yaklaşılması gerektiğine değinmemiz gerekiyor. Siyaset bilimi literatürüne göz attığımızda devletin kuruluş şekli veya kurulu bir sistemin yeniden inşa süreci çok önemli bir gösterge olduğunu görüyoruz. Erica Chenoweth ve Maria J. Stephan’ın söyledikleri gibi meşruiyetini yitiren bir rejime karşı yapılacak olan sivil direnişin şiddet içermemesi gerekiyor.[48] Şiddet içeren direniş yöntemlerin zararları uzun vadede daha büyük oluyor, çünkü isyancıların oluşturduğu siyasi elit, yeni kitlesel protestoları önlemek için kısa bir süre içinde bütün gücü bünyesinde toplayıp baskıcı bir rejime dönüşebiliyor.[49] Diğer yandan şiddet içermeyen direnişler istediklerini elde etmekte çok daha başarılı ve uzun vadede demokratik sistemi yerleştirmekte çok daha etkili olduğunu görüyoruz.[50] Örneğin İngiltere’de 1688’de meydana gelen Muhteşem Devrim’den (Glorious Revolution) sonra ne iç savaş görülmüştür, ne de siyasi elitler ve halk arasında bir sürtüşme. Bu yüzden daha sonraki dönemlerde İngiltere’de demokrasiye geçiş kademeli bir şekilde meydana gelmiştir.

Başka bir devletin sömürgesi altında veya bir dış gücün mandasında kalmış toplumlar, uzun süre psikolojik, ekonomik ve sosyal sindirme politikasına maruz kaldıkları için, sömürgeciler veya manda devleti gitse bile, sürdürülebilir bir demokratik sistem kuramazlar.[51] Bir ülke ancak uzun bir siyasi gelenek geliştirirse güçlü siyasi kurumlara sahip olabilir. Güney Afrikalıların ‘Apartheid’ rejimi sırasında büyük bir travmaya maruz kaldıkları inkar edilemeyecek bir gerçektir. Nitekim Güney Afrika ve birtakım Afrika ülkeleri, sömürgeciler gittikten sonra bir türlü demokratik rejime geçiş yapamamışlardır.[52]

Uzun süre Rusların himayesinde kalan Doğu Bloku ülkelerinin ise Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra hızlıca demokrasiye geçiş yaptığı sanılıyordu. Hatta bu sanrı o kadar etkiliydi ki Francis Fukuyama liberal ve demokratik sistemin zaferini kutluyordu.[53] Halbuki bu geçişlerin ömrü kısa oldu ve bahsi geçen ülkelerin neredeyse tamamı tekrar otoriterleşti. 2000’li yıllara geldiğimizde demokrasi üzerindeki iyimser tablo yerini belirsizliklerle dolu bir karamsarlığa bırakmıştı.[54] Unutmamak gerekir ki Doğu Bloku uzun zaman boyunca bolşevikizasyon politikası[I] altında kurumlara dayalı siyasi bir gelenek geliştirememiştir. Yakın zamanda, Rusya’nın başını çektiği Doğu Bloku ülkelerinde, Ortodoksluk ve milliyetçiliğin iç içe geçtiğine de şahitlik ediyoruz. Bu devletlerin toplumlarında çok bariz bir şekilde gözlemlediğimiz olay da güçlü bir devlet ve lidere gereksinim duymaları. Hem komünizm döneminde, hem de Ortodoks-milliyetçi dönemde aynı eğilimi görüyoruz. Üstelik Ortodoks dünyada sol ve sağ görüş dünyanın diğer bölümlerine göre zıttır, çünkü sağcılar liberalizme karşı çıkarak ekonominin devlet tarafından yönetilmesini isterler, solcular ise ekonominin serbest piyasaya devredilmesini.[II]

Devletlerin kurulma şekillerinin bir tablosunu çizdikten sonra farklı otoriter rejimlerin hangi türden olduğuna da göz atmak gerekiyor. Barbara Geddes’in tipolojisine göre otoriter rejimlerin üç önemli tiplemesi vardır:

  • Bir grup subay tarafından kontrol edilen askeri diktalar. Bu tip rejimlerin ömrü çok kısadır; Geddes’in hesaplamasına göre ortalama 9 yıldır.
  • Politikaya erişimin bireysel bir lidere bağlı olduğu kişiselci (personalistic) veya kalıtsal (hereditary) diktatörlükler. Bu tip rejimlerin ömrü ortalama 15 yıldır.
  • Politikaya erişim ve kontrolün bir partiye bağlı olduğu tek parti rejimleri. Bu tip rejimlerin ömrü çok uzundur, nitekim ortalama 23 yıl sürmektedir.[55]

Bu rejimler bu süreyi atlattıktan sonra diktatörlükten demokrasiye doğrudan geçiş yapmazlar.[56] Genelde uzun süre diktatörlük ve demokrasi arasında kalan hibrit rejim diye tabir ettiğimiz rejim klasmanında kalırlar. Hatta ampirik araştırmalarda tespit ettiğimiz üzere hibrit rejimler en büyük rejim grubunu oluşturmaktadırlar.[57] Bu sebepten dolayı hibrit rejimler, demokratikleşme araştırmalarının klasifikasyon aşamasında, araştırmacılara epey zorluklar çıkarıyorlar.[58]

Askeri cunta tarafından yönetimine el konulan Sudan’ın ilerleyen dönemlerde demokratikleşme sürecine girip hibrit rejim sınıfına katılması olağan iken tek parti kontrolünde olan Çin’in Mao doktrininden çıkıp demokratikleşme sürecine girmesi hiç de olağan gözükmüyor. Siyasi tarih bize gösteriyor ki askeri cuntalar ne kadar sivilleşmeye çalışsa da bir vakitten sonra demokrasiyi sivillere devretmek zorunda kalıyorlar, fakat günümüzde dahi tek parti hükmünün kırılması zorlu, yorucu ve uzun bir süreçtir.



Sonnotlar

[I] Bolşevikizasyon politikası: Doğu Bloku ülkelerinde totaliter rejimlerin yayılmasına kullanılan bir terimdir.

[II] Batı dünyasında ise sağcılar serbest piyasacıdırlar, solcular ise devletin ekonomiye daha çok kontrol etmesini isterler.


[1] Huntington, S.P. 1991. “Democracy’s Third Wave.” Journal of Democracy, 2(2), ss. 12-34.

[2] Ibid.

[3] Erdmann, G. (2011). Decline of democracy: Loss of quality, hybridisation and breakdown of democracy. In: Erdmann, G. & Kneuer, M. (Eds.), Regression of democracy?, ZfVP, Special Issue 1, ss. 21-50.

[4] Merkel, W. (2010). Are dictatorships returning? Revisiting the ‘democratic rollback’ hypothesis. Contemporary Politics, 16(1), ss. 17-31.

[5] Moore, B. (1967). Social origins of dictatorship and democracy: Lord and peasant in the making of the modern world. Boston: Beacon Press.

[6] Acemoglu, D. & Robinson, J.A. (2006). Economic Origins of Dictatorship and Democracy. New York: Cambridge University Press.

[7] Morris, I. (2010). Why the West Rules – for Now. The Patterns of History, and What They Reveal About the Future. New York: Farrar, Straus and Giroux.

[8] Furetière, A. (1690). Dictionnaire universel, contenant généralement tous les mots françois tant vieux que modernes, et les termes de toutes les sciences et des arts (français). Lahey: Leers, A. & Leers, R.

[9] Montesquieu, C.d.S. (1973) [1748]. De l’esprit des lois. Paris: Garnier.

[10] Lefebvre de Beauvray, P. (2009) [1770]. Dictionnaire Social Et Patriotique: Ou Precis Raisonne De Connoissances. Whitefish: Kessinger Publishing Co.

[11] Rosanvallon, P. (2009). Democratic Universalism as a Historical Problem. Constellations, 16(4), ss. 539-549.

[12] Ibid.

[13] Ibid.

[14] Schumpeter, J.A. (1992) [1942]. Capitalism, Socialism and Democracy. Londra & New York: Routledge.

[15] Ibid.

[16] Scheuerman, W.E. (1999). Carl Schmitt: The End of Law. Lanham: Rowman and Littlefield.

[17] Mackie, G. (2009). Schumpeter’s Leadership Democracy. Political Theory, 37(1), ss. 128-153.

[18] Medearis, J. (2001). Joseph Schumpeter’s Two Theories of Democracy. Cambridge: Harvard University Press.

[19] Dahl, R.A. (1971). Polyarchy: Participation and Opposition. New Haven: Yale University Press.

[20] Deschouwer, K. & Hooghe, M. (2011). Politiek: een inleiding in de politieke wetenschappen. Lahey: Boom Lemma.

[21] Coppedge, M., Gerring, J., Knutsen, C.H., Lindberg, S.I., Teorell, J., Altman, D., Bernhard, M., Fish, M.S., Glynn, A., Hicken, A., Lührmann, A., Marquardt, K.L., McMann, K., Paxton, P., Pemstein, D., Seim, B., Sigman, R., Skaaning, S.E., Staton, J., Wilson, S., Cornell, A., Gastaldi, L., Gjerløw, H., Ilchenko, N., Krusell, J., Mechkova, V., Medzihorsky, J., Pernes, J., von Römer, J., Stepanova, N., Sundström, A., Tzelgov, E., Wang, Y.t., Wig, T. & Ziblatt, D. (2019). V-Dem [Country-Year/Country-Date] Dataset v8. Varieties of Democracy (V-Dem) Project. Göteborg: V-Dem Institute.

[22] Mechkova, V., Lührmann, A. & Lindberg, S.I. (2017). How Much Democratic Backsliding? Journal of Democracy, 28(4), ss. 162-169.

[23] Sartori, G. (1995). How Far Can Free Government Travel? Journal of Democracy, 6(3), ss. 101-111.

[24] Ibid.

[25] Huntington, S.P. 1991. “Democracy’s Third Wave.” Journal of Democracy, 2(2), ss. 12-34.

[26] Lührmann, A. & Lindberg, S.I. (2019). A third wave of autocratization is here: what is new about it? Democratization.

[27] Doorenspleet, R. (2000). Reassessing the Three Waves of Democratization. World Politics, 52(3), ss. 384-406.

[28] Diamond, L. (2015). Facing up to the Democratic Recession. Journal of Democracy, 26(1), ss. 141-155.

[29] Freedom House. (2009). Freedom in the World 2009. Freedom House.

[30] Coppedge, M., Gerring, J., Knutsen, C.H., Lindberg, S.I., Teorell, J., Altman, D., Bernhard, M., Fish, M.S., Glynn, A., Hicken, A., Lührmann, A., Marquardt, K.L., McMann, K., Paxton, P., Pemstein, D., Seim, B., Sigman, R., Skaaning, S.E., Staton, J., Wilson, S., Cornell, A., Gastaldi, L., Gjerløw, H., Ilchenko, N., Krusell, J., Mechkova, V., Medzihorsky, J., Pernes, J., von Römer, J., Stepanova, N., Sundström, A., Tzelgov, E., Wang, Y.t., Wig, T. & Ziblatt, D. (2019). V-Dem [Country-Year/Country-Date] Dataset v8. Varieties of Democracy (V-Dem) Project. Göteborg: V-Dem Institute.

[31] Marshall, M., Gurr, T. and Jaggers, K. (2016). POLITY IV PROJECT Political Regime Characteristics and Transitions, 1800-2015 Dataset Users’ Manual. Viyana: Center for Systematic Peace.

[32] Paxton, P. (2000). Women’s Suffrage in the Measurement of Democracy: Problems of Operationalization. Studies in Comparative International Development, 35(3), ss. 92-110.

[33] Elff, M. & Ziaja, S. (2018). Method Factors in Democracy Indicators. Politics and Governance, 6(1), ss. 92-104.

[34] Moore, B. (1967). Social origins of dictatorship and democracy: Lord and peasant in the making of the modern world. Boston: Beacon Press.

[35] Ibid.

[36] Ibid.

[37] Acemoglu, D. & Robinson, J.A. (2006). De Facto Political Power and Institutional Persistence. American Economic Review, 96(2), ss. 325-30.

[38] Ibid.

[39] Acemoglu, D. & Robinson, J.A. (2006). Economic Origins of Dictatorship and Democracy. New York: Cambridge University Press.

[40] Ibid.

[41] Ziblatt, D. (2013). Why Do We Read Barrington Moore? Some Reflections on the Survival of an Intellectual Icon. The American Political Science Association, 11(1), ss. 4-6.

[42] Ibid.

[43] Ibid.

[44] Acemoglu, D. & Robinson, J.A. (2006). Economic Origins of Dictatorship and Democracy. New York: Cambridge University Press.

[45] Ibid.

[46] Møller, J. (2006). Equality or Liberty? Journal of Democracy, 17(4), ss. 169-172.

[47] Ibid.

[48] Chenoweth, E., & Stephan, M. J. (2011). Why civil resistance works: The strategic logic of nonviolent conflict. New York: Columbia University Press.

[49] Ibid.

[50] Sönmez, H. (2020). Civil Disobedience: Existing and Changed Patterns. Democracy & Society Journal, 17, ss. 6-9.

[51] Venkatasawmy, R. (2015). Ethnic Conflict in Africa: A Short Critical Discussion. Transcience, 6(2), ss. 26-37.

[52] Picciotto, R. (2010). Conflict Prevention and Development Co-Operation in Africa: an Introduction. Conflict, Security & Development, 10(1), ss. 1-25.

[53] Fukuyama, F. (1989). The End of History? The National Interest, 16, ss. 3-18.

[54] Levitsky, S. & Way, L.A. (2015). The Myth of Democratic Recession. Journal of Democracy, 26(1), ss. 45-58.

[55] Geddes, B. (1999). What do we know about democratization after twenty years? Annual Review of Political Science, 2, ss. 115–144.

[56] Merkel, W. (2010). Are dictatorships returning? Revisiting the ‘democratic rollback’ hypothesis. Contemporary Politics, 16(1), ss. 17-31.

[57] Coppedge, M., Gerring, J., Lindberg, S.I., Skaaning, S-E. & Teorell, J. (2015). V-Dem Comparisons and Contrasts with Other Measurement Projects. Varieties of Democracy (V-Dem)

[58] Högström, J. (2013). Does the Choice of Democracy Measure Matter? Comparisons between the Two Leading Democracy Indices, Freedom House and Polity IV. Government and Opposition, 48(2), ss. 201-221.

(Visited 1.046 times, 1 visits today)
Close