Bundan üç yıl önce, 74 yaşındayken devlet başkanlığına yeniden aday olduğunda her kesimden eleştirinin hedefi haline geldi. Her şeyden önce insanların seçimde geleceğin anahtarlarını teslim edeceği kişi 77 yaşında olacaktı. Yorumcular, siyasette geçen yarım asrın yorgunluğu ve tartışmalı mirası ile seçimleri kazanma ihtimalinin oldukça düşük olduğunu söylüyorlardı. Üstelik sağlık sorunları vardı, 2011 yılında kanser tedavisi görmüştü.[1] 2018 yılında hapse girmesine sebep olan yolsuzluk soruşturması onu şüpheci ve öfkeli yapmıştı[2]; artık o eski sevimli, cömert, güler yüzlü lider değildi. Yine de inadından vazgeçmedi. Çocukluğunda Sao Paulo sokaklarında ayakkabı boyacılığı yapan ve sonra Brezilya işçi sınıfının sözcüsü olan Luiz Inacio Lula da Silva, “ülkesini kurtarmak için” yeniden kolları sıvadı.
“Özeleştiri yapmadı”, “Eski masalları tekrar ediyor”, “Hayal kırıklığı”, “Yeni bir Venezuela yaratmak istiyor”, “Mezar kazıcı”… Lula’ya adaylık sürecinde yöneltilen eleştirilerden yalnızca birkaçı. Siyasi kutuplaşmanın had safhaya ulaştığı bir dönemde, mücadeleyi kendi şahsına yönelik saldırılara karşı koymaya indirgediği söyleniyordu. Brezilya solunun yapısal sorunlarına, ideolojik zayıflığına bir çözüm önermemekle, eğitimden sağlığa her alanda yaşanan Bolsonarist gerilemeye karşı bir gerçekçi program sunmamakla eleştiriliyordu. Zayıflamış ve parçalanmış solun yeni yüzlere ve seslere ihtiyaç duyduğu düşüncesi Lula taraftarları arasında dahi yaygınlaşmıştı. Yine de Lula, solun ışıltılı günlerinden kalma bir sembol, aşağılanmalar karşısında boyun eğmeyen bir kahramandı. Solun, gençlerin, işçilerin hatta bütün ülkenin çözülmesi gereken sorunları onun zaferinin sonrasına ertelendi. Lula tüm eleştirilere karşın Jair Bolsonaro karşıtı cepheyi birleştirmeyi başardı.
“Özeleştiri yapmadı”, “Eski masalları tekrar ediyor”, “Hayal kırıklığı”, “Yeni bir Venezuela yaratmak istiyor”, “Mezar kazıcı”… Lula’ya adaylık sürecinde yöneltilen eleştirilerden yalnızca birkaçı.
Gösterişsiz fiziksel özelliklerine karşın taraftarları ona “yoksulların, ezilenlerin, dışlanan milyonların babası” -belki de artık büyükbabası demek daha doğru olacak- payesini verdi. Tüm kişisel popülerliğine karşın neo-faşist iktidar bloğunun karşısında ideolojik anlamda esnek bir ittifak siyaseti kaçınılmaz hale gelmişti. Lula da 1990’lı yılların neoliberal programının destekçilerinden olan Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi ve onun lideri Geraldo Alckmin ile ittifak kurdu. Lula’nın 2006 seçimlerindeki rakibi olan Alckmin, bu kez onun başkan yardımcısı olarak seçimlere giriyordu[3]. Alckmin, Bolsonaro’nun seçildiği 2018 seçimlerinin ikinci turunda da çekimser kalarak aşırı sağın önünü açmıştı[4]. Lula’nın sağ ile ittifakı, sosyal politikaların yeniden ayağa kaldırılmasını bekleyen tabanında dahi şüpheyle karşılandı.
Öte yandan Bolsonaro karşıtı cephenin önemli bir uluslararası destekçisi daha vardı. ABD Başkanı Joe Biden, selefi Trump’ın Amerika için temsil ettiği her şeyin (demokratik kurumların tasfiyesi, popülizm, evanjelist diskur, salgınla mücadelede başarısızlık, kayırmacılık ve keyfî yönetim gibi) Brezilya’da Bolsonaro tarafından temsil edildiğini düşünüyordu. Tarihin cilvesi, Güney Amerika’nın işçi lideri Lula böylece Beyaz Saray’ın da favorisi haline geldi[5]. Seçim sonuçlarının Washington tarafından tanınması, Bolsonaro’nun iktidarı devretmeme ihtimalini ortadan kaldıran dış etkenlerden biri oldu.
Lula, Kongre’de çoğunluğu kazanamamasına karşın Devlet Başkanlığı seçimlerinin ikinci turunun gerçekleştirildiği 30 Ekim’de %50,9 oyla üçüncü kez Brezilya Cumhurbaşkanı oldu. Vatanseverliği kimselere bırakmayan Jair Bolsonaro ise 1 Ocak’ta düzenlenecek olan devir teslim törenini beklemeden ABD’ye kaçtı.
Brezilya’da Bolsonaro yenildi ama bolsonarizm; devletin kurumlarında, orta sınıflarda, ordunun çeşitli kademelerinde yaşıyor. Asker ve polislerin de aralarında bulunduğu Bolsonaro yanlıları, 8 Ocak Pazar günü Planalto Başkanlık Sarayı’na, Kongre’ye ve Federal Yüksek Mahkeme’ye baskın düzenlediler. Darbe girişimi engellendi ancak Lula’nın önünde hâlâ verilmesi gereken çetin bir mücadele var. Bolsonaristlerin silahlı kampları, Bolsonaro’nun inşaat, lojistik ve gıda sektörlerinden darbe girişimini destekleyen imtiyazlı ortakları, darbecilere kamu kurumlarının kapılarını açan işbirlikçi memurlar bu mücadelenin karşı cephesini oluşturuyor[6].
Bolsonaro’nun siyasi mirası; Türkiye’ye pek de yabancı değil.
Sermaye yanlısı hükümet programı, kötü kriz yönetimi, dinsel tahakküm, militarist söylemler ve paramiliter gruplar gibi unsurlardan oluşan Bolsonaro’nun siyasi mirası; Türkiye’ye pek de yabancı değil. Bu ülke Kahramanmaraş Depremi’nin ardından geçen 17 günde sermayenin devlet tarafından nasıl gözetildiğini, kötü yönetimin doğal afetleri felakete nasıl dönüştürdüğünü, dinin nasıl siyasallaştırıldığını ve sesini çıkaranların nasıl susturulmaya çalışıldığını bir kez daha gördü. Bugün, AKP iktidarının halka yoksulluk ve ölüm dışında bir gelecek vaat etmediği daha şeffaf bir şekilde görülüyor.
Bu iki ülkenin, tüm muhalefete parmak sallayan, polis ve yargıyı demokratik kurumların içini boşaltmak için sopa olarak kullanan, “din, vatan, aile” kavramlarını tahakkümün simgesi haline getiren devlet başkanları da birbirine oldukça benziyor(du). Peki, bu tahakküme direnenler için de bir benzerlikten söz edilebilir mi?
İdeolojik ve yapısal farklılıklar baki kalmakla birlikte, Türkiye’de muhalefet kanadındaki ittifak yapısının Bolsonaro karşıtı blok ile ortak noktalar barındırdığını görmemiz gerekir. Mevcut rejimin ateşli destekçilerinin ve otoriterleşmenin basiretsiz izleyicilerinin önemli bir kısmının bugün Cumhur İttifakı karşıtı bloğa eklemlenmesi bu ortak noktalardan biri. Buna Türkiye’deki solun zayıflığını ve parçalanmışlığını da eklemeliyiz, şaşırtıcı değil. Ancak daha dikkat çekici olan bu kesimleri bir araya getiren ve Erdoğan sonrası bir Türkiye ümidini örgütleyen bir liderin mevcudiyeti. Evet, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan söz ediyoruz.
CHP lideri Türkiye’ye ilişkin hayallerimizin vücut bulduğu kişi olmayabilir. Lula gibi sosyal devleti yücelten bir iktidar pratiğinden de yoksun. Sosyal medya hesaplarında bulunan “Gençlerin Demokrat Amcası” unvanının gençler arasında ne kadar popüler olduğu tartışılır. Kendi partisinin elitlerinin dahi rızasını üretmekte zorlandığı görülüyor.
Kılıçdaroğlu’nun olası cumhurbaşkanı adaylığına karşı çıkanlar, onun parti içi iktidar mücadelelerinde koltuk hesaplarında mahir olduğunu hatırlatırken parti içi demokratikleşmeyi dahi sağlayamadığını söylüyorlar. 74 yaşında Erdoğan karşısında seçim kazanamayacağına, yeni isimlere yer açması gerektiğine inanıyorlar. Türkiye’nin tarihsel dönüm noktalarında (milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması gibi) yaptığı hatalar için samimi bir özeleştiri yapmadığını söylüyorlar. Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masadaki müttefiklerinin siyasi geçmişlerine dikkat çekenler; kurduğu ittifakın geleceği değil, geçmişi temsil ettiğini söylüyorlar. Bu eleştirilerin tamamına katılıyoruz, eksiği var fazlası yok.
Ancak adına propaganda merkezlerinde “asrın felaketi” denen bu tedbirsizlik, denetimsizlik ve rant düzeninde on binlerce insanını bir gecede kaybeden Türkiye’nin ödediği bu acı bedelin siyasi yansımaları görülmeye başlandı. Millet İttifakı’nın içinde halkın acı çığlığına kulak verme konusundaki çekimserliklerin gün yüzüne çıktığı bu devlet dersinde Kılıçdaroğlu, sokağa çıktığı dönemlere mahsus kararlı bir duruş sergiledi. Son aylarda her grup konuşmasında seslendiği inşaat kartellerine, paramiliter yapılara karşı uzlaşmaz tavrını yineledi. Bu grup konuşmalarının sonuncusunda, deprem bölgelerindeki gözlemlerini paylaştıktan sonra Erdoğan ile “siyaset üstü hizalanmayı reddettiğini” tekrarladı.
Türkiye 6 Şubat’ta yeni bir döneme uyandı. Acılarla yoğrulan bir coğrafyanın son trajedisinde 45 bini aşkın yaşam son buldu, milyonlarca insan evsiz kaldı ve bunların önemli bir kısmı hâlâ sokakta, aç ve temel ihtiyaçlarını karşılama imkânından yoksun. Şimdi bizleri bugüne getiren siyasetle hesaplaşmaktan başka çaremiz yok. Elbette paraya, kâra tapan bu düzeni değiştirmenin yolu oy vermekten geçmiyor; ancak yeni bir felaket yaşanmadan bu cinayetin sorumlularını oturdukları koltuklardan indirmenin tek yolu bu. “Siyaset üstü” kurnazlığına kanmadan, halkı haftalardır çaresiz bırakan kurumları yüceltmeden, unutmadan…
“Siyaset üstü” kurnazlığına kanmadan, halkı haftalardır çaresiz bırakan kurumları yüceltmeden, unutmadan…
Latin Amerika’da ömrü mücadele ile geçen Lula, 77 yaşında devletin kılcal damarlarında dolaşan neo-faşizm ile çetin bir mücadelenin tam ortasında. Adaylık sürecindeki Lula ile benzer eleştirilerin odağındaki Kılıçdaroğlu ise dünyanın bir diğer ucunda çok daha zorlu bir mücadelenin eşiğinde. Yalnızca 20 yıllık otoriter bir iktidara değil; onu destekleyen beton lobileri ile paramiliter çetelere karşı da mücadele etmek zorunda. Lula’nın hikâyesi ve Brezilya’daki geçiş dönemi Türkiye için pek çok ders barındırıyor. Hiçbir şey kolay olmayacak.
[1] https://indianexpress.com/article/explained/explained-global/the-story-of-lula-how-a-shoe-shiner-became-brazils-beloved-president-8357206/
[2] https://www.lemonde.fr/idees/article/2019/11/19/lula-sauveur-ou-fossoyeur-de-la-gauche-et-du-bresil_6019673_3232.html
[3] https://www.aa.com.tr/tr/analiz/brezilyada-secim-sureci-ittifaklar-ve-beklentiler/2705113
[4] Breno Altman, “Lula’nin Brezilya Sağ Kanadına Keskin Geçişi”, Çeviren: Yâsin Kocadüz, Le Monde diplomatique Türkçe, Eylül 2022.
[5] https://artigercek.com/makale/lula-iktidar-olur-mu-228406
[6] Anne Vigna, “Bolsonarosuz bir ‘bolsonarizm’”, Çeviren: Ahmet Öylek, Le Monde diplomatique Türkçe, Şubat 2023, s. 15-18.