Written by 01:14 Makaleler

Türkiye Siyasetinde Yeni Denklemler III: Kılıçdaroğlu Adaylaşırken…

Nezih Kavaklı yazdı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet Yürüyüşü’nün ardından ikinci kez siyasal iddiasını yükselttiği bir süreç yürütüyor. Merkez Bankası, TÜİK gibi çeşitli kamu kurumlarına baskın ziyaretlerle başlayan bu süreçte Kılıçdaroğlu hem partisi içerisindeki liderliğini pekiştiriyor hem de bir anlamda stratejisti olduğu muhalefet bloğunun sözcülüğünü üstleniyor. Bu sürecin hedefi de kuşkusuz -erken bir seçim olmadığı takdirde- 2023 yılında gerçekleşecek olan cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bilindiği üzere yeni iki turlu seçim sistemi, farklı siyasal tercihlerin tek bir potada eritilmesini ve olası bir ikinci turda tek bir aday etrafında birleşilmesini gerektiriyor. Peki bu aday Kemal Kılıçdaroğlu olabilir mi?

Özellikle 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından toplumsal olan her şeyin güvenlikleştirildiği OHAL döneminde CHP liderliği, iktidara karşı hiçbir ideolojik ayrıksılık barındırmayan “mülkiyet, aile, din, düzen” sınırlarına gerilemişti. Marx’ın 18 Brumaire’de kavramsallaştırdığı, burjuva siyasetine içkin bu değerler ile cumhuriyetçiliğe özgü en biçimsel, demokrasiyle ilgili en yüzeysel talepler ana muhalefetin siyaset yapma biçimi haline gelmişti. Bu süreci 2 yıl önce yine Gergedan’da yayımlanan bir makalemde, bir geri çekilme stratejisine atıf yapan “uzun yürüyüş” kavramıyla tanımlamıştım.

OHAL döneminde CHP liderliği, iktidara karşı hiçbir ideolojik ayrıksılık barındırmayan “mülkiyet, aile, din, düzen” sınırlarına gerilemişti.

Bir siyasal eylem biçimi olarak yürüyüş, Adalet Yürüyüşü’nün yanı sıra hem Kılıçdaroğlu’nun siyaset sahnesinde parladığı ilk yıllarda benzetildiği Mahatma Gandhi’nin ‘Tuz Yüyürüşü’nü hem Mao Zedong liderliğinde Çin Komünist Partisinin ‘Uzun Yürüyüş’ünü hem de Martin Luther King’in ‘Özgürlük Yürüyüşü’nü anımsatan oldukça bereketli bir imge. İlerleme çağrışımına karşın andığımız örneklerdeki gibi pasif direnişe ya da bir iç savaşta mevziiyi geriye çekme stratejisine de işaret edebiliyor. Kılıçdaroğlu da bugüne kadar sarayın bütün anayasal güvenceleri ortadan kaldıran taarruzları karşısında pasifist bir geri çekilme stratejisini ısrarla sürdürdü. Ancak bütün geri çekilmeler, gerçek bir ilerleme için elverişli koşulların oluşmasına yönelik bir hazırlık sürecidir. Ana muhalefet partisinde hazırlığın ne ölçüde tamamlandığını ise mücadelenin seyri gösterecek; ama CHP liderinin son hamleleriyle uzun yürüyüşün iktidara yöneldiğini söylemek mümkün. Bunun açık beyanı da 26 Nisan tarihli grup toplantısında “yol arkadaşlarına” yönelttiği şu sözler oldu:

“Bütün yol arkadaşlarıma sesleniyorum. Size de bir çift lafım var. Bu engereklerle ve çıyanlarla çatışma ne kadar sert olursa zafer de o kadar yakın ve görkemli olacaktır. Ne pahasına olursa olsun yürüyeceğiz. Bu millete, çetelere boyun eğdirmeyeceğiz. Ben, o yoksulluğa mahkûm edilen çocuklar için mücadele edeceğim. Ya bana katılın ya şimdi şu anda yolumdan çekilin. Açık ve net söylüyorum. Bir insanın uğrunda öleceği bir şey yoksa hayatında, zaten o hiç yaşamamıştır. Pes etmeyeceğim, durmayacağım, söz veriyorum. Hepinizin huzurunda, milletimin huzurunda söz veriyorum. Durmayacağım[1]”.

Kılıçdaroğlu, helalleşme çağrıları ve haram-helal söylemleriyle geniş halk kitlelerinin hukuk, demokrasi ve laikliğe ilişkin en temel beklentileri konusunda ikircikli bir tutum sergilemeyi sürdürse de “vatanı satanlarla kavga edeceğiz” ifadeleriyle daha sert ve cesur bir yola girdiğini ilan etmiş oldu. Bunu Canan Kaftancıoğlu hakkındaki mahkumiyet kararı karşısındaki tepkisi, SADAT’a baskın ziyareti ve Maltepe mitingi takip etti. Düzen siyasetinin sınırlarında yürüyen Kılıçdaroğlu, bu hamleleriyle adaylaşma yolunda belki de en önemli eşiği aştı ve muhalefet bileşenlerine bayrağı taşıyabileceğini göstermiş oldu.

Düzen siyasetinin sınırlarında yürüyen Kılıçdaroğlu, son hamleleriyle adaylaşma yolunda belki de en önemli eşiği aştı ve muhalefet bileşenlerine bayrağı taşıyabileceğini göstermiş oldu.

24 Mayıs’taki grup konuşmasında “bir kaçış planının anatomisi” olarak duyurduğu açıklaması[2] da saray cephesinde iktidar değişikliğine hazırlanıldığını gösterme amacı taşıyordu. Ancak bu açıklamada ortaya koyduğu büyük ölçekli para transferlerini gölgede bırakan “kaçış” iddiası hamlesinin hamasi söylemlerle savuşturulmasına yol açtı. Bununla birlikte Yöneylem Araştırma’dan Doç. Dr. Derya Kömürcü’nün de dikkat çektiği üzere Kılıçdaroğlu’nun bu randevulu açıklamaları ve baskın ziyaretleri, gündem belirleyici nitelikte ve psikolojik üstünlüğü ele almasına katkı sunuyor[3]. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ilişkin süregelen endişeleri ise iki ayrı başlıkta özetleyebiliriz: Recep Tayyip Erdoğan karşısındaki seçim karnesi ve anketlere yansıyan oy potansiyeli.

Kılıçdaroğlu, genel başkanlık koltuğuna oturduğu tarihten itibaren AKP iktidarı karşısında 4 genel seçim, 2 anayasa referandumu kaybetti. Bu süreçte gerçekleşen iki yerel seçimde de CHP sandıktan ikinci parti olarak çıktı. Ama aslında Kılıçdaroğlu 1 Kasım 2015 genel seçimlerinden beri hiçbir seçime doğrudan özne olarak girmedi. Olası adaylığı genel kanının aksine yeni bir durum yaratabilir.

Aslında Kılıçdaroğlu 1 Kasım 2015 genel seçimlerinden beri hiçbir seçime doğrudan özne olarak girmedi.

En son gerçekleşen 2019 yerel seçimleri de en kritik büyükşehirlerin CHP’nin adayları tarafından kazanılmış olması bakımından ayrı bir yerde duruyor. Seçmenlerin sandık başına gittiği bu son tarihte gerçek kazananın CHP olduğu bugün çok daha açık bir şekilde görülüyor. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu siyasi karnesindeki bütün yenilgilere karşın, 2019’da doğru adaylarla hassas bir ittifak dengesini kuran ve AKP’nin yerel iktidarlarını sonlandıran isim olarak karşımızda duruyor.

2019 başarısının gerçek öznesinin kim olduğu tartışması ise bizi ikinci endişeye ulaştırıyor. Yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın yüksek popülerliklerinin karşısında Kemal Kılıçdaroğlu’nun “doğru” aday olup olmadığı tartışmasına… Her zaman kuşkuyla ele alınması gereken pek çok araştırma İmamoğlu ve Yavaş’ın Erdoğan karşısında şansı en yüksek adaylar olduklarını ortaya koyuyor. Bu verileri referans alan pek çok yorumcu da özellikle Ekrem İmamoğlu’nun aday olmaması halinde, halihazırda bir ivme yakalayan muhalefetin büyük bir risk alacağını öne sürüyorlar. Ancak şunu unutmamak gerek ki siyaset seçim anketlerinden çok daha karmaşık ve çok katmanlı bir iş. Siyasetin hegemonik doğasını görmezden gelerek demokrasi umudunu, kolayca değişkenlik gösterebilen anket sonuçlarına bağlamak da siyaseti teğet geçmek oluyor. Ekrem İmamoğlu’nun yurt gezilerinde gördüğü yüksek ilgiyi cumhurbaşkanlığı adaylığı için gerekli tek kriter olarak sunmak da aynı şekilde apolitik bir tavır. Çünkü siyasetin bireye dair hedeflerini ve toplumsal düzene ilişkin vaatlerini yok sayarak bir sandık fetişi yaratıyor. Oysa bugün, Türkiye’nin demokratik ufkunu genişletecek, ekonomik bir iyileşmenin önünü açabilecek ve geçiş sürecine liderlik edebilecek bir merkeze ihtiyaç var. Bu merkez de siyasetin mevcut yıldızlarının hasletlerine bırakılamayacak kadar akılcı olmalı. İmamoğlu’nun özellikle son krizlerdeki tutumu, devletin zirvesine oynamaya hazır olup olmadığı ve cumhurbaşkanı seçilmesi halinde geçiş sürecini dengeli bir şekilde yönetip yönetemeyeceği konusunda soru işaretleri barındırıyor.

Siyasetin hegemonik doğasını görmezden gelerek demokrasi umudunu, kolayca değişkenlik gösterebilen anket sonuçlarına bağlamak da siyaseti teğet geçmek oluyor.

2018’den bu yana Millet İttifakı’nın ve yeni ortaklarının sponsorluğunu yapan, en büyük muhalefet partisinin lideri olması sebebiyle doğal bir meşruiyete sahip olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı bugün hiç olmadığı kadar gerçekçi. Kendisi için en doğru zamanda ve büyük olasılıkla geri dönüşü olmayan bir “çatışma” için sesini yükseltiyor. Uzlaşma becerisi ve yazının başında değindiğimiz kavga etme kararlılığı, bir restorasyon sürecini yürütebilecek en uygun aday olduğunu düşündürüyor. Müttefiklerinin tümünü kendi sağından seçmesi sebebiyle, Millet İttifakı’nın diğer parti liderleri arasından çıkacak olası bir ortak adaya göre en soldaki seçenek, ehvenişer, olması da cabası.

Öte yandan önce Ekmeleddin İhsanoğlu, sonra -direkten dönse de- Abdullah Gül ismini aday gösteren bir lidere, 2023’te üçüncü kez kendisi dışında bir cumhurbaşkanı adayı gösterme imkânını belki de hiç vermemek, partisinin kendisine göre daha soldaki tabanı için de en “hayırlı” seçenek olabilir. Ana muhalefet liderinin son aylarda yükselen iddiasının karşılığı, belki de ilk kez eyleminin sonunu getirerek cumhurbaşkanlığına aday olması olacaktır. Kılıçdaroğlu’nun siyasi kariyerinin en güçlü anında, siyasi kariyerinin en zayıf günlerini yaşayan Erdoğan’a karşı potansiyeli anketleri yanıltabilir.


[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/kilicdaroglu-vatani-satanlarla-kavga-edecegiz-haber-1562333

[2] https://twitter.com/kilicdarogluk/status/1529175455386959873?s=20&t=TF1cEk1vn5YxvXwQJ3MOQg

[3] https://twitter.com/derya__komurcu/status/1530068054889181184?s=20&t=0AwDEt-UK89QPAzuQ3_WqA

(Visited 361 times, 1 visits today)
Close