Written by 09:30 Çeviri

Joan Robinson’dan Keynesyen İktisat Dersleri V: Tasarrufların Dalgalanması

Oktay Özden derledi.

Tasarruf etme arzusundaki değişikliğin, bir bütün olarak toplum tarafından gerçekleştirilen fiili tasarruf miktarını değiştirmek için yeterli olmadığını görmüştük. Çünkü fiili tasarruf oranı, üstlenilen yatırım oranı tarafından belirleniyor. Fakat tasarruf etme eğilimi, gelir düzeyi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Eğer ki eskisinden daha fazla olacak şekilde haftada 1-pound tasarruf etme kararı verirseniz, sizin tükettiğiniz ürünleri arz eden perakendeciler ve imalatçılar, eskisine kıyasla haftada 1 pound daha az kazanır. Sonuç olarak ya daha az tasarruf edersiniz ya da daha az harcarsınız. Daha az harcadığınız kadarıyla diğer insanların gelirleri düşer. Bu süreç, devreden devreye sürmektedir. Böylece harcamalarınızdaki haftalık 1 poundluk düşüş, diğer insanların gelirlerinde düşüşe neden olduğu gibi onların da tasarruflarında haftalık 1 poundluk düşüşe neden olur. Eğer ki çarpan 3 ise harcamalarınızdaki haftalık 1 poundluk düşüş, gelir düzeyinde haftalık 3 poundluk düşüşe neden olur. Diyelim ki bir yıl sonra tasarruf ederek servetinize 52 pound eklerseniz, ancak diğer insanlar bu tasarrufu etmediğiniz durumda elde edecekleri servetlerinden 52 pound daha az servet elde etmiş olurlar; yani 52 pound fakirleşmiş olurlar. Dolayısıyla bir bütün olarak toplumsal servet değişmez ama gelir düzeyi düşüş gösterir.

Kısacası yatırım oranı tasarruf oranını belirler. Yatırım oranı verili iken tasarruf etme eğilimi, gelir düzeyini belirler. Burada toplumun tasarruf etme arzusuyla her gelir düzeyinde ne kadar tasarruf edileceğini belirleyen tüm etkilerin kompleksliğinden bahsediyoruz. Bireyin tutumlu olması, her bir gelir düzeyinde tasarruf edeceği miktarın bir çizelgesi ile temsil edilebilir. Toplumun tasarrufu ise her bir toplam gelir düzeyine karşılık gelen toplam tasarrufla temsil edilebilir. Bir ülkenin tasarruf çizelgesinin küçük bir parçası aşağıdaki tablo gibidir:

GELİRTASARRUF
4300280
4600420
4800350
Milyon Pound

Verili tasarruf planı altında gelir düzeyi, yatırım oranına bağlıdır. Örneğin, eğer ki yatırımlar yıllık 420 milyon pound oranında gerçekleştirilirse gelir düzeyi yıllık 4600 milyon pounda ulaşır. Düşük yatırım oranı düşük gelir düzeyi, yüksek yatırım oranı yüksek gelir düzeyi demektir. Gelir düzeyi her zaman tasarruf oranını yatırım oranına eşitleyecek şekilde cereyan eder.

Borsa Etkisi

Tasarrufların dalgalanması, ticaretteki inişlere ve çıkışlara eşlik edebilir. Geleceğe dair olumlu bir güven durumu, yalnızca kapitalistlerin daha fazla yatırım yapmasına neden olmayabilir; aynı zamanda bireylerin de daha fazla harcama yapmasına neden olabilir.

Bu tür şeylerin gerçekleşmesini beklemek için özel bir neden vardır. Ticaret her türlü endüstriyel kaygı beklentilerini iyileştirdiğinde daha parlak görülür ve özellikle aynı sermaye varlıkları halk tarafından daha yüksek rakamlarla ilgi görür. Çünkü gelecekteki kazanca dair inanç ve temettü ödeme gücü artar. Kısacası borsalarda şişme yaşanır. Şimdi borsadaki şişme başlamadan önce bir miktar hisse satın almış olan herhangi bir kişi, varlıkların fiyatlarının arttığını düşünmeye başlar. Yani şöyle denilebilir, eğer ki bu kişi bu varlıkları satarsa ödediğinin çok daha ötesinde bir kazanç elde edebilir. Satış yapmak istemeyebilir. Fakat yüksek bir rakamdan satış yapabiliyor oluşu ona rahatlık hissi vererek kendisini zengin hissetmesine neden olur. Bu nedenle her tür tüketim harcaması için daha az katı bir psikolojiye bürünür; ve dolayısıyla tasarruf oranı da düşer.

Borsada yaşanan şişme, yatırımdaki artıştan kaynaklanan ve daha sonra bu artışı da teşvik edecek beklenen karların artışının bir sonucudur. Böylece yatırımın kendisi artarken aynı zamanda belirli bir yatırım oranına karşılık gelen tüketim oranında da bir artış yaşanır. İktisadi aktivite, istihdam ve karların yükselişi kendi içinde büyüme eğilimine girer. Bu olgu, 1929’da son bulan büyük Wall Street hisse genişlemesi boyunca büyük öneme sahipti. Bu durum, borsa fiyatlarında belirgin bir artış olduğunda muhtemelen daha açık şekilde cereyan etmektedir.

Bütçe Açığı

Tasarruflarda özel bir türde azalma da bütçe açığı ile de temsil edilebilir. Devlet; memurlara, müteahhitlere vb. gruplara vergilendirmede kazandığından daha fazla maaş ve ödenek sağlıyorsa ve aradaki farkı da Hazine Bonosu çıkarak veya kamu kredilerini artırarak ödünç alarak finanse ediyorsa o zaman sadece geçmişte birikmiş servetini kullanarak veya borçlanarak cari tüketime gelirden daha fazla harcama yapan bir birey gibi davranmış olur. Kısacası devlet daha az tasarruf etmiş olur. Sonuç olarak harcamalar ve gelirler artar. Devletin ödemelerini ve vergilendirmesini sabit tuttuğunu varsayalım. Daha sonra vergi mükelleflerinin artan net gelirinin bir kısmı harcanacak ve bu fazladan harcama gelir düzeyinin artmasına neden olacaktır. Gelir düzeyindeki bu fazlalık üzerinden, tekrar yeni bir parça harcamalara yönelecek ve devreler bu şekilde sürüp gidecektir. Tıpkı yatırım durumunda olduğu gibi fazladan harcama, gelirlerde öylesine bir artışa yol açacaktır ki halk, hükümetin borç aldığı oranda, aksi takdirde yapacağından daha fazla tasarruf etmiş olacaktır.

Bütçe açığının ticaret için iyi olduğu düşüncesi sık sık şok edici bulunur. Fakat bu, 1929’da başlayan büyük depresyondan bu yana dünya hükümetleri için aşikar hale gelen bir gerçektir. Bu argüman, özellikle İngiltere’de bütçe açığının kapitalistlerin güvenini zedelediği dolayısıyla istihdama doğrudan yarar sağlamaktan çok dolaylı zarar verdiği şeklinde yorumlanarak yaygın olarak kullanılırdı. Ama bu “düşüncenin onu böyle yaptığı” bir durumdur ve günümüzde doğru propagandanın eşlik ettiği bir bütçe açığının çok faydalı bir etki yaratabileceği görülmüştür.

Bir bütçe açığının ticaret için iyi olduğu gerçeği, bütçe açığının gerçekleşmesi için yeterli bir argüman değildir. Çünkü ticareti iyileştirmenin diğer farklı yöntemleri de tercih edilebilir. Bununla birlikte, ticaretin çok kötü olduğu dönemlerde bütçelerin çözülme eğilimi göstermesi de kabul edilebilir. İşsizlik maaşı ödemeleri artarken vergiler beklenildiği kadar gelir sağlamaz ve devlet bu gidişat karşısında borçlanmak durumunda kalır. Bu borçlanma, istihdamdaki düşüşü -eğer bütçe dengede tutulursa var olacağı boyut kadar ileri gitmesini- engelleyici etkiye sahiptir.

Gelir Eşitsizliği

Toplumun tasarruf düzey üzerindeki önemli bir etki, belirli bir toplam gelirin bireyler arasında dağılımıdır. Genel konuşmak gerekirse, gelir dağılımı ne kadar eşitsiz ise toplumun tasarruf düzeyi o denli büyük olacaktır. Yıllık 10 bin pound kazancı olan bir insandan 100 pound alınırsa onun yaşam standardında önemli bir değişme yaşanmaz ama tasarruf oranında düşüş yaşanır. Fakat daha önce 150 poundu olan bir insana 100 pound verilirse, hayat standardında ek gelirin tamamına yakın derecede net bir değişim yaşanır. Böylelikle bu iki insanı bir arada düşünürsek gelir transferi, 10 bin 150 poundluk birleşik gelir üzerinden tüketim miktarında artışa neden olur. Çarpanın belirleniminde bu prensibin nasıl çalıştığını görmüştük. Çünkü belirli bir gelir artışının, tasarrufta daha büyük bir artışa yol açacağını bulmuştuk ve gelirdeki bu artış ne kadar fazla ise karlara ne kadar az ise ücretlere gitmektedir.

Tasarruf konusundaki genel psikolojik tutum, aile sevgisine, sağduyuya ve kendine hakim olmaya bağlı olarak değişmemektedir. Tasarruflar ancak gelir eşitsizliğini azaltmaya yönelik tedbirler alınırsa düşüş gösterebilir. Vergi sisteminin toplumun en zengin kesimi tarafından daha fazla ve en yoksul kesim tarafından daha az miktarda vergi ödeyecek şekilde değiştirildiğini varsayalım. Bu zengin sınıfın net gelirinin düşmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla harcamalarını bir dereceye kadar kısacaklardır. Fakat harcamalardaki bu düşüş ek verginin boyutuna denk değildir. Diğer yandan net geliri artmış olan fakir sınıf neredeyse artışın tamamını harcamalarına ayırır. Böylece artan harcamalar toplam gelirin artmasını beraberinde getirerek fiili tasarruf miktarında daha öncekinden fazla bir etki yaratırken; verili toplam gelir üzerinden elde edilen tasarruflar da düşüş gösterir.

Bazen, gelir eşitsizliğinin tasarrufları teşvik ettiği gerçeğinin, eşitsizliğin bir gerekçesi olduğu ve sermaye birikiminin kaynağını kurutacağı gerekçesiyle zenginleri yoksulların yararına vergilendirmenin son derece tehlikeli olduğu söylenir. Bu argüman hiç de ikna edici bir argüman değildir. Tasarrufun onlar için gerekli olmadığı noktaya kadar, belirli sayıda insanı adeta doyurup şişmatlatmak için tasarruf yaptırmak son derece iktisat ötesi bir yöntemdir. Bazen tasarruf yapmaları yüksek gelirli olmalarının bir sonucuymuş gibi gerekçelendirilebilir; o zaman zenginlere lüks bir yaşam standardı sağlamak için harcanan tüm kısım tam anlamıyla israf olarak görülmelidir. Dahası, gelir eşitsizliğinden kaynaklanan tasarruf derecesinin toplumsal bir bakış açısından tasarruf etme arzusuna karşılık geldiğini varsaymak için hiçbir neden yoktur. Gelecek için servet biriktirmek üzere bir insanın şu an açlıktan sağlığını mahvetmesi aptallığın doruk noktası olacaktır. Mevcut koşullarda hızlı bir sermaye birikimi oranının toplumun en yoksul kesmi için daha yüksek bir yaşam standardına tercih edilmesi gerektiğini  iddia etmek ise zordur.

Ancak ne olursa olsun, eşitsizliği haklı gösterme girişimi tasarruflu olmayı teşvik ettiği için, tasarruftaki bir artışın tek başına sermaye birikiminde bir artışa neden olmadığının farkına varılması ile suya düşer.

Sosyal Bir Erdem Olarak Tasarruf

Tasarruflar yatırımların gerçekleşmesine neden olmaz ama aynı zamanda yatırımları mümkün kılar. Çıktı düzeyinin genişlemesinin her zaman mevcut kaynaklar tarafından belirlenen bir üst sınırı vardır. İnsanlar ne kadar tutumlu olursa o kadar az tüketmeye meyilli olurlar. Mevcut tüketimi arz etmekten geri, artan bir kaynak kalır. Ve bu artan kaynaklar yatırımların gerçekleşmesi için kullanılabilir. Yatırım güdüsü zayıf olduğunda kaynaklar, atıl bir halde boşa harcanır ve dolayısıyla tasarrufların azalarak harcamaların artması topluma bir fayda olarak görülebilir. Aksi halde yatırım güdüsü güçlü olduğunda tüm olaylar farklı şekilde cereyan eder. Yatırım oranı mevcut kaynaklarda belirlenen sınıra baskı yaptığında ve tüm çalışanlar tam olarak istihdam edildiğinde, bu durumda tüketim azalmadıkça yatırım oranında daha fazla artış gerçekleşemez; ve aynı zamanda bazı durumlarda kaynakların atıl kalması yerine tüketimin artış göstermesi yalnızca yatırım harcamaları ile gerçekleşebilir.

Genişleme döneminde karlı yatırım fırsatları yaygınken tasarruflar, işsizliğin bir nedeni olarak görünmek yerine yatırımın bir nedeni olarak ortaya çıkar ve sermaye birikiminden (evler, yollar, makineler) kaynaklanan tüm artan zengilik, tasarrufun etkilerine atfedilir. Bu tasarruf görüşü geleneksel iktisat öğretisini renklendirir. Ve gördük ki bazı yazarlar, eşitsizliğin tasarrufları teşvik etmesinden ötürü gelir eşitsizliğinin haklı olduğunu açıkça savundular.

Günümüzde, işsizlik sorunu aklımınızı meşgul ettiğinde, bir genişleme dönemi başladığında dahi konuşma doğrudan bir sonraki çöküşte ne olacağına geliyor. Dolayısıyla bahsettiğimiz türde tasarruf görüşü tehlikeli olduğu gibi kendi içinde bir paradoks da içeriyor. Fakat bazı durumlarda tasarruf bir toplumsal erdem haline gelir. Savaş zamanlarında, özel tüketimden muaf edilen tüm kaynaklar doğrudan askeri harcamalara nakledilir. Yeni sermaye ekipmanına doyumsuz talebin olduğu Sovyet Rusya’da devasa boyuttaki demiryolu inşası, muazzam ölçüde sermayeyi emmeyi başarmıştır. Bu durum toplum için fiili tüketim ile gelecekteki refah arasında yapılan bir seçişten ibarettir. Dolayısıyla Sovyet Rusya’daki her insan şu anki tüketimlerini sınırlayarak savaşın gerekliliği olarak sermaye birikimine katkı sağlamış oldu.

Bu örnekler, yoksunluğun gerçek zenginlik yarattığı ideal bir sistem ile ekonominin israfa yol açtığı ve bütçe dengesi politikasının iflasların nedeni olduğu bildiğimiz sistem arasındaki zıtlığa işaret eder.

Not: Joan Robinson’ın “Introduction to the Theory of Employment” kitabının beşinci bölümünden çevrilip derlenmiştir.

(Visited 795 times, 1 visits today)
Close