Written by 10:20 Çeviri

“Aşırı Sağ Ancak Korkakların Desteğiyle Başarılı Olabilir”

Oğul Tuna çevirdi.

Avrupa ve ABD’deki aşırılıkçılık ve popülizm üzerine çalışan Flemenk siyaset bilimci Cas Mudde, Vaşington’da Trump taraftarlarının Kongre Binası’na saldırısını The Guardian’a yorumladı. Aşırı sağın dünya genelindeki yükselişinin ondan destek uman ana akım sağın suçu olduğunu söyleyen Mudde, “Son yıllarda Almanya, Hollanda ve Macaristan’da aşırı sağcıların parlamento ve devlet dairelerini basma girişimlerine tanık olduk” diyor.

Mudde’nın “What happened in Washington DC is happening around the World” başlıklı makalesini Oğul Tuna Türkçeleştirdi.


Siyah kadınların Georgia’da ABD demokrasisini, bir kez daha, korumasından tam bir gün sonra, beyaz erkekler Vaşington’da aynı demokrasisinin gerçek sembolüne saldırdı. İlk saldırı içerden, Joe Biden’ın seçim zaferine karşı çıkan bir grup Cumhuriyetçi kongre üyesinden geldi. İkinci saldırı ise Trump taraftarı “Soygunu Durdur” (Stop the Steal) gösterisiyle dışardan başladı. Aşırı sağcı bir çetenin önemli ölçüde zayıf polis kordonunu aşması ve yasadışı biçimde Amerikan Kongre Binası’na hücum etmesiyle içerde bitti. İçerde polis memurlarıyla selfie çekmeyi başlarken “ACAB” diye (“Bütün polisler p**tir”) bağırıyorlardı.

Ben yaklaşık 30 yıldır uluslararası ilişkiler üzerine çalışıyorum ve bu insanları hiç son yıllardaki kadar cesur görmemiştim. Açık konuşmak gerekirse mevzu sadece Donald Trump ya da ABD değil. Daha geçen yıl, çoğunluğu aşırı sağcı aşı karşıtlarından oluşan eylemciler Alman Parlamentosu’nu, Reichstag’ı basmayı denemiş ve orada da önemli ölçüde zayıf polis direnciyle karşılaşmışlardı. Hollanda’da ise genelde aşırı sağcı Çiftçi Savunma Gücü’nün yönlendirdiği öfkeli çiftçiler, 2019’dan bu yana devlet dairelerini mahvedip siyasetçileri tehdit etmekteler. Daha da geriye gidersek, 2006 yılında aşırı sağcı gruplar Macar Parlamentosu’na hücum etmiş ve Budapeşte sokaklarında haftalarca polisle çatışmışlardı. Bu olay bir bakıma mevcut başbakan Viktor Orban’ın radikalleşmesinin ve iktidara dönüşünün önünü açmıştı.

Peki, buraya nasıl ve neden geldik? Birinci ve en önemli sebep, ana akım sağın uzun süren korkaklık, başarısızlık ve ileriyi göremeyen oportünizmiydi. Daha 2012’de yılların önde gelen bir neo-Nazi’nin Wisconsin’deki bir Sih tapınağına düzenlediği kanlı terör saldırısının ardından, “Sözde yasalara boyun eğen vatanseverlerin başvurduğu aşırılıkçı söylem çok daha ciddiye alınmalıdır” yazmıştım. Cumhuriyetçi liderlere, birlikte oldukları kişileri ve kullandıkları sözleri seçerken daha dikkatli olmalarını önerdim. Fakat gerçekte yaşananlar tam tersi oldu: aşırı sağcı fikirler ve insanlar dışlanacaklarına ana akım haline geldiler. 

Diğer pek çok olaydaki gibi Donald Trump bu süreci başlatan değil fakat hızlandıran kişi. ABD sağının radikalleşmesi Trump’tan önce başladı. Hatta aşırı sağın Cumhuriyetçi Parti’nin merkezine yerleşmesine katkı sağlayan Çay Partisi’nden bile geriye gidiyor. Aslında ırkçılık ve ırkçı köpek düdüğü siyaseti, Güneyli beyazları Cumhuriyetçi Parti’ye çeken 1970’li yılların kötü şöhretli “Güney Strateji”sinden beri anahtar niteliğinde. Fakat bu durum daha önceye uzanıyor. Sadece ideolojik değil; aynı zamanda sistem karşıtı bir radikalleşme söz konusu. Geçtiğimiz yıllarda sağcı siyasetçiler ve uzmanlar fırsatçı bir şekilde sağ seçmeni “gerçek halk” olarak tanımladı. Bu gürültülü azınlığın, sözde sessiz çoğunluk olduğunu ilan ettiler ve seçmenlerden faydalandılar. Bu politika çok uzun bir sürece yayılırken, ABD’de gayet başarılı oldu. Fox News’ten radyo programlarına “muhafazakar” medyayı ve aynı zamanda dinci sağın müthiş altyapısını genişleterek kuvvetlendi. Ayrıca o kadar başarılı oldu ki Trump’ın başkanlık seçimini kazanmasından önce bile, beyaz Evanjelistlerin ekseriyeti “beyazlara karşı ayrımcılığın, beyaz olmayanlara karşı ayrımcılık kadar hassas bir noktaya vardığına” inanıyordu. Bir yıl sonra [2017’de] yapılan bir kamuoyu araştırması[1] beyaz Evanjelistlerin çoğunluğunun, ABD’deki Müslümanlardan daha çok ayrımcılığa uğradıklarına inandığını gösterdi.

Gelgelelim “beyaz mağduriyeti” söylemi artık tamamen sağ siyasete ait bir fenomen değil. Aşırı sağın başarıları ana akım medyayı ve siyaseti her şaşırttığında gazeteci ve siyasetçiler aşırı sağı fazlasıyla taltif ediyor; “ırkçıları” kınamak ve göz ardı etmekten onları savunmaya ve hatta övmeye dek yol alıyorlar. Bu gazeteci ve siyasetçiler yıllardır ırkçılığın önemini arka plana çekip “ekonomik kaygı” anlatısını öne çıkarıyorlar. Irkçılar, aşırı sağın genel oy’un %10’unu zar zor aşabildiği ülkelerde bile “geride bırakılanlar” ya da “halkın ta kendisi” oldular.

Şüphesiz bazı sağcı siyasetçiler ve uzmanlar kendi propagandalarına cidden inanmaktalar. Fakat büyük çoğunluk, aşırı sağcı seçmenlerin ancak küçük bir azınlığa denk geldiğini gayet iyi biliyor. Evanjelist olsun ya da olmasın, beyazların hiçbir yerde Müslümanlar ya da diğer beyaz olmayan ve Hıristiyanlığa inanmayan gruplar kadar ayrımcılığa uğramadıklarının farkında. Eğer içlerinde buna inanmayanlar varsa, onlara şunu soralım: Eğer bu eylemciler Afrikalı Amerikalı ya da Müslüman olsalardı gerçekten Kongre Binası’na ulaşabileceklerini düşünür müydünüz?

Siyasetçilerin ve uzmanların çoğunluğu muhtemelen en başta bu gruplardan fırsatçılıkla fayda sağlamak istediler ve aşırı sağın desteğini almayı umdular. Ama aşırı sağ cesaretlenip daha şiddetli bir hale geldikçe, ana akım sağ çok daha korkar oldu. Ana akım sağa mensup siyasetçilerin büyük kısmı ve diğer elitler artık aşırı sağa karşı konuşmaya cüret edemiyorlar çünkü aşırı sağcı kalabalıkların şahsi ve siyasi tehditlerinden korkuyorlar.

Aşırı sağcı çetelerin ve kalabalıkların gittikçe cüretkarlaşan ve açık hale gelen şiddeti, aşırı sağa imkan sağlamış ve aşırı sağın işportacılığını yapmış herkese bir uyandırma çağrısı olmalı. Siz onları kontrol etmiyorsunuz, onlar sizi kontrol ediyor. Bu çeteler, aşırı sağ görüşlere sahip nüfusun geniş kesimini temsil etmese ya da aşırı sağcı aday ve partileri desteklemeseler bile onlarla ortak bir dünya görüşü paylaşıyorlar. Bu dünya görüşünde ise ince bir ayrıma ya da uzlaşmaya yer yok. Onların koşullarına göre ya müttefiklerisiniz ya da düşmanları. Ve düşmanlara merhamet yok, eski müttefiklerine bile. Gidin, Georgia Valisi Brian Kemp’e ya da aynı eyaletin sekreteri Brad Raffensperger’e sorun.

Öyleyse şu an liberal demokrat gazeteciler, siyasetçiler ve uzmanların aşırı sağın ne olduğunu anlamaları için en uygun zaman: aşırı sağ, liberal demokrasiye bir tehdittir. Hem de müthiş bir tehdit; yine de öyle bir tehdit ki; ancak ana akımcı oportünist koalisyonların ya da korkakça sessiz kalanların örtülü desteğiyle başarılı olabilir. 1930’lu yıllarda yaşamıyoruz. Bugün Amerikalıların ve Avrupalıların büyük çoğunluğu liberal demokrasiyi destekliyorlar. Fakat gitgide görmezden gelinen ve temsilcileri tarafından korunmayan sessiz çoğunluğa dönüştüler.

Aşırı sağa karşı ayağa kalkmanın ve liberal demokrasiyi savunmanın zamanı geldi. Aşırı sağın demokratik olmayan söyleminden ve davranışlarından, ırkçılıktan hesap sormanın zamanı geldi. Ve toksik beyaz mağduriyeti söylemini açıkça reddetmenin zamanı geldi. Elbette, beyazların içinde mücadele verenleri görmeli, özellikle çiftçileri ve işçilerin mücadelesini tanımalıyız. Fakat bu durum beyaz olmayanların ya da liberal demokrasinin zararına olmamalı.


[1] https://www.theatlantic.com/politics/archive/2017/03/perceptions-discrimination-muslims-christians/519135/


Oğul Tuna

1995 yılında Adana’da doğdu. 2019’da Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Master eğitimini hâlen Fransa’da Lille Siyasal Çalışmalar Enstitüsü’nde (Sciences Po Lille) sürdürmektedir.

Siyasî tarih ve karşılaştırmalı siyaset çalışan Tuna Türkiye, İran ve Rusya üzerine yoğunlaşmaktadır.

(Visited 440 times, 1 visits today)
Close