Written by 08:11 Eleştiri

Yeni Bir Dünyanın Eşiğinde

Nezih Kavaklı yazdı…

Mehmet Ali Güller’in Kırmızı Kedi etiketiyle birinci baskısını Mart 2019’da yapan son kitabı “Amerikan Hegemonyasının Sonu” uluslararası politikadaki hegemonik dönüşümü inceliyor ve “yeni bir düzenin” kurulmakta olduğunu haber veriyor.

Amerikan Hegemonyasının Sonu, ayrıntılı olgulara ve büyük olaylara kısa açıklamalar getiren ve bunları birkaç tez etrafında ilişkilendiren bir kitap. Kitabın söz konusu tezlerinin en önemli ve merkezî olanı, kuşkusuz Amerikan hegemonyasının çöktüğü/çökmekte olduğu tezi. Bir diğer AB, Rusya, Çin gibi aktörlerin de birer kutbunu oluşturduğu çok merkezli bir dünyanın şekillenmekte olduğu tezi. Yazar bu iki tezini, çeşitli veri ve argümanlarla destekleyerek teoriden ziyade pratiğe yaslanan bir çalışma ortaya koymuş. Bu incelemede kitabın biçimsel ve düşünsel bir takım eksikliklerine değineceğiz.

Amerikan Hegemonyasının Sonu, konunun uzmanı ya da ilgilisi olmayan okurlar için yazılmış bir kitaba benziyor. Bununla birlikte, “hegemonya”, “jeopolitik”, “güç” ve “strateji” kavramlarını ele alan giriş bölümünün ansiklopedik mahiyetini, kitabın tezlerinin ağırlığını gözettiğimizde yetersiz bulduğumuzu belirtelim. Üstelik bu ekseriyetle realist kavramlar ve onlara getirilen açıklamalar yazarın yaklaşımına ilişkin teorik bir çerçeve sunmaktan uzak. Soğuk Savaş’ın realist düşünürlerinin pek meraklı olduğu bu kavramlar, alternatif bir gelecek ya da yeni bir düzen umudu vaat etmiyorlar.

Kitabın bölümlerine eleştiriler

Güller, kitabın birinci bölümde Amerikan hegemonyasını ele alıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası ilişkilerde “hegemon” olarak tanımlayabileceğimiz bir oyuncu olup olmadığı tartışmalarını es geçerek doğrudan ABD hegemonyasının kuruşunu anlatmaya koyuluyor. Tarihsel dönüm noktaları üzerinden yapılan bu incelemede, Soğuk Savaş dönemi kronolojik bir dizin şeklinde bırakılmış. Oysa ideolojik olarak karşıtlık kurduğunuz aktörün güçler dengesinden nasıl muzaffer çıktığını daha iyi analiz etmeniz gerekmez mi? Ancak böyle bir analizden sonra bir sistemin, rejimin ya da hegemonik bir gücün çöküşünü savlayabilirsiniz. Yazar detaylı incelemeleri sonraki bölümlere saklamış olsa gerek, insanlığın üçüncü bir dünya savaşının eşiğinde olduğuna işaret ederek tamamlıyor bu bölümü:

“Her iki dünya savaşı da emperyalist paylaşım savaşıydı ama yine de dünya bu iki savaşın sonuncundan da – büyük kayıplara rağmen – yararlanabildi: Birinci Dünya Savaşı emperyalizme karşı kurtuluş savaşlarını ve sosyalist devrimleri doğurdu. İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunda sömürgeler bağımsızlıklarını kazandı. Bu yeni savaşın sonucunda ise emperyalizm yenilmiş olacak.”

Ulusların onurlu bağımsızlık savaşımını öne çıkaran bu okumaya katılmamak mümkün değil. Yine de burada farklı bir perspektiften, alternatif bir okuma denemesi karalamakta – en azından içerisinde bulunduğumuz İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem hakkında – yarar görüyorum.

İkinci Dünya Savaşı emperyalist tahayyülün el değiştirme sürecinin tamamlanmasıyla sonuçlanmıştı. Onu, Üçüncü Dünya’nın bağımsızlık savaşları takip etti ve Avrupa’nın zorunlu geri çekilişi gerçekleşti. Artık Soğuk Savaş, yeni yöntem ve aktörleriyle farklı hegemonik ilişkiler öngörmekteydi ve ne yazık ki sömürgelikten on yıllar süren savaşlar sonucunda kurtulan halklar bu ilişkilerden bağımsız değildi. Bu ülkeler büyük ölçüde, Soğuk Savaş konjonktürünün eşitsiz araçlarına (Gladyo, askeri darbeler, 5. kol) direnemediler. 1980’ler, Türkiye’den Orta Asya’ya uzanan Yeşil Kuşak’tan, neo-liberal ekonomi politiği boynumuza geçiren askeri darbelere sistemli bir meydan okumaya sahne oldu. Orta vadeli başarısı/başarısızlığı ortadadır. Yeni ve muhtemel dünya savaşının yaratacağı konjonktüre ilişkin temenniyi de paylaşmakla yetiniyorum.

Kitabın ikinci bölümü, “çok merkezli bir dünya”yı ele alıyor. Mehmet Ali Güller bu bölüme özgün bir çalışma olduğunu zannettiğim bir tasnifle başlıyor. ABD ve Çin’i “küresel güçler” olarak piramidin en tepesinde konumlandırırken, altına sırasıyla “yarı küresel güç” olarak Rusya’yı, “kıtasal güçler” AB (Almanya ve Fransa) ile Birleşik Krallık’ı, “yarı kıtasal güçler” Japonya ve Hindistan’ı, “bölgesel güçler” Türkiye, İran, Brezilya ve İsrail’i, “alt bölgesel güçler” Pakistan, Suudi Arabistan ve Mısır’ı koyuyor. Güller, buradan hareketle dört aktörü (ABD, AB, Çin, Rusya) ulusal güvenlik ve strateji belgelerini esas alarak detaylı inceliyor. Burada da kitabın ana tezine uygun olarak ABD’nin iflas eden dış politikaları ve başarısız angajmanları karşısında Rusya ve Çin’in ekonomik, politik, stratejik yükselişlerini görmek mümkün; ancak yazarın bu bölümde devletlerin güvenlik belgelerini merkeze koyması yanılgı payını büyütüyor. Nasıl mı?

Öncelikle Mehmet Ali Güller, BRICS ülkelerinin karşı karşıya olduğu yapısal problemleri göz ardı ediyor. Aceleci teşhislerden önce şu soruları sormak gerekiyor: BRICS ve ŞİÖ yeni bir uluslararası sistem yaratmak niyetinde midir? Öyleyse bunu gerçeklikle uyumu ne düzeydedir? Bu girişimin uluslararası alternatif bir düzen ya da rejim kurma potansiyeli var mıdır? Çin Halk Cumhuriyeti özelinde de değerlendirdiğimizde başlıca propaganda metinleri üzerinden yapılan bir okumanın, devlet kapitalizmine dayalı küresel bir gücün “insan merkezli” olabileceği yanılgısına yol açtığını görüyoruz. Güller’in yapmaya çalıştığı gibi mevcut Atlantik merkezli köhne, eşitsiz ve sömürüye dayalı düzenin yerine yeni bir küresel sistemin inşası için fikir emeği ortaya koymak devrimci ve ciddi bir iştir. Bunu yaparken şeffaf olmayan devlet sistemlerinin strateji belgeleri ile heyecanlanmamak gerekir.

Üçüncü ve dördüncü bölümlerse Amerikan Hegemonyasının Sonu’nu somut olgular üzerinden savunan olgu-olay analizi odaklı bölümler. Yazar “Atlantik-Asya Çarpışması” başlıklı üçüncü bölümde dört cepheyi ele almış: Asya-Pasifik, Doğu Avrupa, Afrika ve Güney Amerika. Esasen beşinci cepheyi oluşturan ve Türkiye’yi de içine alan Batı Asya’yı[1], takip eden bölümde daha detaylı incelemiş.

Günümüzde de baktığımızda Batı Asya’da siyasal gündemin sıcaklığını yitirmemesi boşuna değildir. ABD’nin yarım yüzyıla uzanan stratejisi bu coğrafyada beklenmedik derecede güçlü bir direnişle karşılaşmıştır. Mehmet Ali Güller, kuşkusuz en iyi bildiği bu coğrafyayı doğru saptamalarla derinlemesine ele almaktadır.

Sonuç olarak Amerikan Hegemonyasının Sonu’nda bolca ansiklopedik bilgiye karşın titizlikle savunulan güçlü argümanlar bulamamaktan mustarip olduğumu belirtmeliyim. Arzu ederdim ki kitap yalnızca üçüncü, dördüncü ve beşinci bölümlerden oluşsun ve yazar buradaki olguları daha detaylı tartışsın; ancak daha adil ve daha eşitlikçi bir dünya heyecanını taşıyan bizleri cezbeden post-Atlantik dünya düzeninin daha ciddi bir tartışmayı gerektirdiği açık.

Mehmet Ali Güller, Amerikan Hegemonyasının Sonu, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019.


[1] Uluslararası İlişkilerde bölge adları ve tanımları, dünyanın hangi noktasını merkez aldığınıza ilişkin olarak farklı dönemlerde ve toplumlarda farklılık gösterir. Sosyal bilimlerde kavramlar ve tanımlar hegemoniktir. Ortadoğu, Yakın Doğu, Güneybatı Asya ya da Akdeniz’in doğusu olarak adlandırılabilir ve adlandırılmıştır da.

(Visited 190 times, 1 visits today)
Close