Written by 08:22 Röportaj

Büşra Cebeci ile gazetecilik serüvenini konuştuk

‘Gergedan röportaj’da bu hafta: Ekibimizden İrem Doğanışık, Gazeteci Büşra Cebeci ile konuştu.

Büşra Cebeci, yaklaşık iki yıl önce “Başörtü Mücadelesinin Değişen Yolculuğu” yazı dizisiyle hayatımıza girmiş genç bir gazeteci. Meslek hayatının daha çok başında böylesi ses getiren bir işe imza atan Büşra ile gazetecilik serüveni üzerine konuştuk.

***

Büşra Cebeci’yi “Başörtü Mücadelesinin Değişen Yolculuğu” yazı dizisiyle tanıdık. Senin de bu mücadelede bir yerin olduğunu biliyoruz. Ancak sen başörtünü çıkartıp yoluna devam ederken bunu geride bırakıp tozlu raflara kaldırmak yerine bu mücadeleyi benzer öykülerle birlikte su yüzüne çıkarttın ve böylece bundan habersiz birçok kişiyi bu mücadeleye ortak ettin. Bu yazı dizisine, başörtüsünün yeni mücadelesini anlatmaya nasıl karar verdin?

O zaman Bianet’te stajerlik yapıyordum, stajer gazeteciydim ve bir haber önerisi vermem gerekiyordu. Benim de aklımda zaten başörtüsü ile ilgili bir şeyler yapma fikri vardı. Çünkü ben başörtümü çıkardığım süreçte birdenbire birçok kadınla temas halinde buldum kendimi. Örneğin o zaman üniversitedeydim ve sınıfımdaki birkaç kadın da başörtüsünü çıkarmıştı. Ayrıca bana mesajlar atan ve sadece sosyal medyadan tanıdığım insanlar oldu. Tüm bunların ardından düşündüm bununla ilgili bir dert var demek ki. Çünkü bir hocamız vardı, haberi önce kendi hayatınızda sonra yakınlarınızın hayatında sonra dışarıda arayacaksınız diyen.  Google’a yazdığımda başını açan kadınlarla ilgili hiçbir şey çıkmadı karşıma. Çıkan sonuçlarda sadece İran üzerinden yapılan haberler vardı. Bir de biliyorsun, Google’ın ilgili aramalar bölümü var, daha önce arananları gösteren. Orada “başımı açmak istiyorum, başörtüsü örtmek istemiyorum” gibi aramalar vardı, insanlar böyle aratmışlar. Ben de editörüme sordum, Çiçek vardı o zaman. Çok beğendi o da fikri. Daha sonra genel yayın yönetmenine söyledi ve böyle bir şey yapalım dedik. Sonra fikir geliştirildi. Yani sadece başörtüsünü çıkaran kadınlar olmadı onun yerine başörtüsünün yıllar içinde sorunlarının nasıl değiştiğine dair bir haber oldu.

Evet, hatta ilk röportajında Ayşe Çavdar aslında biraz tarihsel sürecini veriyor başörtü mücadelesinin. O röportajda Ayşe Çavdar’ı dinledik ama bir de senden dinleyelim. 28 Şubat dönemiyle bugünü karşılaştırmalı olarak okuyabilir miyiz başörtüsü konusunda?

Okuyabiliriz aslında. Şu an insanlar başörtüsünün içinin boşaltıldığını düşünüyor çünkü böyle kadınlarla ilk defa karşılaşıyorlar. Başörtüsünü çıkarmak isteyen kadınlar ya da başörtüsünü çıkarmak istemiyor ama muhafazakar iktidarı da desteklemiyorlar. Oje sürüyor, makyaj yapıyorlar, partilere katılıyorlar, alkollü mekanlarda bulunuyorlar. Bu nedenle bazıları başörtüsünün içinin boşaltıldığını düşünüyor. Ben de aksine böylelikle başörtüsünün içine kafa konulduğunu düşünüyorum. Yani öncesinde başörtüye yönelik bir özgürlük iddiası vardı; şimdi başörtülü kadınlar kendi kendilerine o özgürlüğü, yaşam tarzlarını almak için savaşıyorlar ve tek tip değiller. Fatma Bostan o röportajlardan birinde şunu söylemişti: “Biz o zaman arkadaşlarımızın farklılıklarını görmüyorduk. Başörtüsü ile ilgili verdiğimiz bir mücadele vardı dolayısıyla bu konu bizi aynı çatı altında birleştiriyordu. Yani o neyi sever, ilgi alanları nedir ne değildir bilmiyorduk.” Bugün bazı insanlar “Biz başörtüsü mücadelesini bu yüzden mi verdik?” diyorlar. Ama şimdi böyle bir sorun kalmadı. Hani ne yapsın bu kızlar okula girebiliyorlar artık hala nöbet mi tutsunlar okulun önünde? Onların da derdi normalleşti. Artık derdi okula girememek değil, iyi ki de değil, dünyanın en saçma derdi olurdu çünkü. Artık cinsel kimliğini açıklamak ya da savunmak veya başörtüyü çıkarma kararını ya da muhalif kimliğini bir şekilde kabul ettirmek dertleri.  

Yaptığın haberlere bakınca sanki daha çok iki kimlik ön plana çıkıyor: mevcut düzene ve rejime muhalif muhafazakarlar ile kadınlar. Böyle olduğunu söyleyebilir miyiz?

İki yıldır İstanbul’dayım ve başörtüsü yazı dizisini yaptığımda mesela beşinci ayıydı gazeteciliğimin. Haberi yaptıktan sonra yavaş yavaş böyle bir kitle gerçekten oluşmaya başladı. Bu şekilde ulaşan insanlar oldu, eleştiren de oldu. Ama başörtülü olup “Evet, biz bu konunun artık erkekler tarafından tartışılmasını istemiyoruz. İyi ki böyle bir tartışma başlattınız.” diyen kadınlar da oldu. İnanan, başörtülü kadınlardan bahsediyorum. Bir de kendim de aynı geçmişten geldiğim için muhafazakarları, dindarları ve İslamcıları kısacası bu camiayı az çok tanıyorum. Orada da aslında birçok fraksiyon olduğunu biliyorum. Hani biz sürekli soldaki uçsuz bucaksız fraksiyonları biliyoruz ama İslamcılık içinde de az fraksiyon yok. Yani, bu yüzden o camiayı araştırmayı da seviyorum. Yeter artık deşme bu kadar diyen insanlar da oluyor ama hoşuma gidiyor. Herkes bildiği işi yapmalı. Sözün özü, öyle bir kitle yavaş yavaş oluştu galiba.

Kendim de aynı geçmişten geldiğim için muhafazakarları, dindarları ve İslamcıları kısacası bu camiayı az çok tanıyorum.

Başörtü mücadelesi veren kadınların yanı sıra, 24 Haziran yerel seçimi öncesinde AK Partili ailelerle ve de çocuklarıyla röportajlar yaptın. Peki, muhafazakar kesime ve muhalif muhafazakarlara ulaşmak zor mu? 

Ben o haberi öneri olarak sunduğumda aklımda ulaşabileceğimi düşündüğüm birkaç isim vardı zaten. Ama sonrasında Ruşen Abi “Sen git bunu devam ettir.” dedi. O böyle deyince düşündüm nereden bulacağım bu insanları diye. Hani paketlemiyorum ki bu insanları. Ama Balat’ta masa masa dolaştım mesela “Aileniz AK Parti’ye oy veriyor mu?” diyerek. Yani, ulaşması zor değil. Ben haberlerimde kişilerin isimlerini kullanmıyorum. Çoğu zaman kimlikleri hikayeden ortaya çıkmasın diye istemedikleri yerleri de kullanmıyorum haberde. O sebepten benim ulaşmam o kadar zor olmuyor ama çok zararsız bir konu bile olsa artık insanlar ismiyle cismiyle röportaj vermek istemiyorlar. Dolayısıyla o anlamda birini bulmak zor. Ama şu çok sık rastlanan bir şey, ailesi muhafazakar dindar ama kendisi çok da ailesinin istediği gibi düşünmüyor. Böyle insanları bugün de bulmak kolay, dün de bulmak kolaydı. Çünkü çocuk, aile ile çatışan bir şey.

Bu insanları bulmak kolay dedin ama bir yandan sana güvenmeleri de lazım aslında. Bu güveni nasıl veriyorsun?

Ben bu güveni nasıl veriyorum? Şöyle ki ilk başta düşün daha hiçbir yerde yazım yok, hiçbir şeyim yok yani gelmişim başörtüsünü istemeyen kadınlarla ilgili haber yapmak istediğimi söylüyorum. Mesela o zaman o kadınlara verdiğim güven şuydu: Büşra da başörtüsünü çıkardı dolayısıyla ne yaşadığınızı biliyor. Zaten onlarla senin burada yaptığın gibi muhabbet ediyordum ben. Ağlıyordum, gülüyordum, insani ilişkiler kuruyordum. Ayrıca o haberlerden sonra hiçbirinin hikayesinden de ortaya çıkmadı kimliği. Yaptığım haberlerin güven vermesinin bir sebebi de bu. Bir de şöyle bir şey var, kadınlar hem korkuyorlar başlarına gelebilecek şeylerden dolayı hem de yaşadıkları şeyi göstermek ve duyurmak istiyorlar. Bu röportajlar aslında bu anlamda bir kanal oluşturuyor onlar için. Yani düşün, Google’da bir girdi yoktu başörtüsünü çıkaran kadınlarla ilgili. Haber oldu, bir yıl geçti geçmedi #10yearschallenge adında bir akımla kadınlar başörtülü başörtüsüz fotoğraflarını yayınlamaya başladılar. Bu çok büyük bir adımdı mesela. Blog kurdular kendilerine.

Kadınlar hem korkuyorlar başlarına gelebilecek şeylerden dolayı hem de yaşadıkları şeyi göstermek ve duyurmak istiyorlar.

Benim aldığım geri dönüşlerde hep “Ben neler yaşamışım? Neler yaşamışım da hayatta kalmışım!” diyorlar çoğu zaman. Böylelikle insanlar birbirinden hem güç alıyorlar hem de ben de anlatabilirim hikayemi diyorlar.

Aslında az önce sen de bahsettin, muhafazakar bir geçmişinin olmasının işleri biraz kolaylaştırdığını. Sence böyle bir geçmişin olmasaydı da çalışmalarını benzer hikayeler üzerinden yürütebilir miydin?

Yani şöyle, ben empati yeteneğim ya da gücüm neyse işte, onun olduğunu düşünüyorum. Ama burada yine de karşı tarafın güvenmesi konusunda sıkıntıya düşebiliyorsun. Mesela bir örnek vereyim. LGBTİ bireylerle ilgili şimdiye kadar bir haber yaptım. Çünkü konunun terminolojisine çok hakim değilim ve yanlış bir şey yapmaktan çok korkuyorum. Yaptığım tek haber de hayat hikayesi üzerindendi yani yine röportaj. Ekleme çıkarma yaptığım bir şey değil. Dolayısıyla bir konuya çok hakim olmak beni de bu konuyla ilgili özgüven sahibi yapıyor. Böylelikle ben bu konunun üzerine daha fazla gidebilirim, haber yapıp üzerine analiz de yapabilirim diyorum. Yani böyle bir geçmişim olmasaydı bu kadar hakim olamayabilirdim. Etrafımda birileri başörtüsünü çıkaracak da aklıma gelecek, çok hikaye dinleyeceğim de öyle anlayacağım. Kısacası süreç gecikirdi galiba.

Seçime yönelik röportajlarında 2000 doğumlu seçmenleri “Erdoğan nesli” olarak niteliyorsun. Bunun yanı sıra yaptığın röportajda Ayşe Çavdar; başörtüsünü çıkaran kadınlar için Müslüman 68’i diyor, 68 kuşağına gönderme yaparak. Haberlerinde Erdoğan nesli ve Müslüman 68 gibi tabirlere rastlıyoruz kısacası. Tabii bir de kadınlar, onlara da oldukça yer veriyorsun. Senin sesini duyurmak istediğin kitle bu insanlardan oluşuyor diyebilir miyiz?

Yani Erdoğan nesli dediğimiz nesil, kendini bildi bileli Erdoğan iktidarından başka bir şey görmemiş bir nesil. Bu neslin refleksleri ve reaksiyonları çok önemli geliyor bana. Bu insanların sesini duyurmayı istiyorum ama bu insanlara değil açıkçası, belki bir üst jenerasyona. Çünkü o üst jenerasyon aslında çok bakıyor ama o kadar da görmek istemiyor. Çok basit bir örnek, geçtiğimiz gün haberini yaptığım radikal İslam’dan kurtulmuş kadının hikayesi. Dışarıdan baktığın zaman bu kadın belki gözü bile kapalı, çarşaflı bir kadındı öncesinde. Bu nedenle tacizci bakışlara maruz kalabiliyordu. Ama o kadının ne yaşadığını kimse düşünmüyordu bile. Çünkü fiziksel ya da psikolojik şiddet görmesini, tecavüze uğramasını ya da dokuz yaşında okulu bırakmış olmasını kimse görmek istemiyordu. Çünkü o dışarıdan bakan insanlar için bir yobaz ya da irticacı. Artık ne dersen… İrticacı çok kullanılan bir şey değil gerçi ama. Yani öyle bir insan. Dolayısıyla bu insanların hikayelerini vererek insanların arasındaki iletişimi, birbirini anlama yetisini yaratmak istiyorum. Yani sen bu hikayeyi okuduktan sonra dışarıda gördüğün diğer insana farklı bak istiyorum. Ulaşabildiğim kitle çok büyük olmasa da bunu bir noktada başarabildiğimi düşünüyorum.

Peki, biraz da sana gelelim. Hem genç hem de kadın bir gazeteci olmak nasıl bir şey? En sık hangi sorunlarla karşılaşıyorsun? Hangisi daha zor koşullarda bırakıyor seni?

Reşit olmadığımı düşünüyorlar bazen. On beş yaşında falan sanılıyorum. (Gülüşüyoruz.) Bunun dışında… İki yıldır bu mesleği yapıyorum ve sahada ya da herhangi bir yerde her şeye maruz kalıyorsun. Bunun kadını erkeği yoktur belki ama kadın bir noktada biraz daha mobbinge maruz kalabiliyor. Bunu engelleyemiyorsun.

Belki on erkek gücünde çalışıyorum ama yine de o iş için bir erkek daha güvenilir bulunabiliyor.

Sahada tacize uğraman çok olası, aynı şekilde ciddiye alınmaman da. Bunun hem kadın olmamla alakası var hem de biraz daha yaşımdan da küçük gösteriyor olmamla. Tamam yirmi altı yaşındayım ve yaşımı göstersem de genç bir gazeteciyim ama ben bir de on beş gösteriyorum. Ayrıca gittiğim haberlerde çoğu zaman kameramanım, kurgucuyum ve muhabirim. Tek başıma yaptığım bir sürü haber oluyor. Ama ben bunu yeterince pazarlayamıyorum yani çok iş yapmışım gibi görünmüyor bir şekilde. Belki on erkek gücünde çalışıyorum ama o iş için erkek daha güvenilir bulunabiliyor. Benim için en büyük zorluğu bu galiba.

Yaptığın haberler aracılığıyla insanların arasında iletişim kurmak istediğini söyledin. Ayrıca haberlerinde yer verdiğin insanlardan da bahsettik. Peki, yakın gelecekte yeni bir özne görecek miyiz senin haberlerinde? Özel olarak yapmak istediğin bir şey var mı?

İslamcılık üzerine uzmanlaşmak istiyorum.

Seks işçileriyle ilgili bir şeyler yapmayı çok çok istiyorum. Bunun dışında… Ara ara aklıma gelen ama şu an hatırlayamadığım birçok şey var. Bunun için çok erken ama bir gün bu hikayelerin olduğu bir kitap yazabilmeyi çok istiyorum mesela. Ya da yine kadınlar üzerinden olacak ama nafaka konusuyla ilgili bir şeyler yapmayı da çok istiyorum. Orada çok özel, travmatik hikayeler var. Artık çok fazla erkek mağdurumuz çıktığı için bütün kadınların Şeyma Subaşı kadar nafaka aldığının düşünülmesi durumu var. Oysa inanılmaz boyutta mağduriyetler var, 200-300 lira olan nafakalar var. O yüzden bu tarz haberler yapmak istiyorum açıkçası. Ayrıca İslamcılığa bayılıyorum. Bu alanın farklı farklı yönleriyle haber yapmak istiyorum. Aslında sadece bu konuyla özdeşleşmek istemiyorum. Ama benim hayatımın hatası hep parça parça her şeyi bilmek ama hiçbir şeyi tam anlamıyla bilmemek oldu. Bu nedenle bir konuda uzmanlaşacaksam bu siyasal İslam olabilir. Mesela şu an çalıştığım kurum Medyascope, Ruşen Çakır da genel yayın yönetmeni. Dolayısıyla Türkiye’de İslamcılık üzerine uzmanlaşacaksam aslında çok doğru bir yerdeyim. Bu yüzden bu konuda uzmanlaşmayı ve çok açılmamayı istiyorum bir yandan. Bununla birlikte her türlü haberi yine yaparım, yapıyorum da ama özellikle bu konu üzerinde daha fazla çalışmak istiyorum.

Bizi kırmayıp zaman ayırdığı için Büşra Cebeci’ye, bu tanışıklığa vesile olan Ayşe Toprak’a ve fotoğraflar için Meryem Yavuz’a kucak dolusu teşekkürler.


İrem Doğanışık

1996’da Bursa’da doğdu. Bursa Anadolu Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Türkiye’nin ilk doğruluk kontrolü projesi Doğruluk Payı’nda bir yıl kadar fact-checker olarak çalıştı.

Galatasaray Üniversitesi Stratejik İletişim Yönetimi programında yüksek lisans yapmaktadır. İlgilendiği konular arasında toplumsal cinsiyet çalışmaları, medya-siyaset ilişkisi, post-truth ve kent hakkı bulunmaktadır.

(Visited 1.331 times, 1 visits today)
Close