Written by 08:20 Eleştiri

Siyaseti Yerelden Okumak: Mahalledeki AKP

İrem Doğanışık yazdı…

Mahalledeki AKP kitabı, bir hocamın tavsiyesiyle haberdar olduğum ve korona günlerinde bana eşlik eden kitaplardan biri oldu. 2012 yılında başladığı ve Sanayi Mahallesi özelinde Kağıthane’de yürüttüğü araştırmasının çıktılarını bu kitapta derleyen Sosyolog Sevinç Doğan, araştırmanın 2014 yerel seçimleri öncesine denk gelmesiyle birlikte yerelde oldukça hareketli bir döneme tanıklık ettiğini belirtiyor.

Bu çalışmasında Doğan, kendi ifadesiyle, AKP’nin toplumsal ilişki biçimlerini aşağıdan okumaya çalışıyor. Yazar, yereldeki pratiklerin incelenmesinin partinin işleyişini anlayabilmek için anlamlı olduğunu belirtirken çalışmada parti, “toplumsal alandan yalıtık ve soyut bir total kurum olmanın ötesinde, içinde bulunduğu mekansallıkta ve toplumsal ilişkiler içinde var olan bir alan” olarak tanımlanıyor. Tam da bu gerekçe ile parti, çelişki ve çekişmelerden uzak homojen bir aygıttan ziyade Bourdieucu bakış açısıyla bir “alan” olarak ele alınıyor. Böylece parti, devlet alanı ile toplumsal alanın kesiştiği bir “ara alan” işlevi de görüyor. (Doğan, 2016: 11-23)

Kitapta, Bourdieu literatürüne ait kavramlara dayanan argümanlara sık sık rastlıyoruz. Bu inceleme yazısında bu kavramların kitapta nasıl sunulduğundan bahsedecek ve en sonunda AKP’nin geçmişteki yerel pratiklerinin bugün bize ne söyleyebileceğine kısaca değineceğim.

İyi Bir Örneklem: Sanayi Mahallesi ve Kağıthane

Kitap boyunca Kağıthane’nin ve Sanayi Mahallesi’nin yakın dönem ekonomik ve siyasi geçmişine ve bileşenlerine ilişkin bilgilerle sık sık karşılaşıyoruz. Aslına bakılırsa genel olarak Kağıthane; 1950’lerden bu yana kente gelen göçlerin, 1980 sonrası uygulanan neoliberal kent politikalarının ve AKP dönemi yerel pratiklerin açıkça görünür olduğu bölgelerden biri. Bu nedenle de oldukça elverişli bir araştırma sahası. Maslak-Levent hattının son yıllardaki gelişimi ve ilçenin Şişli ile Beyoğlu’na yakınlığı göz önüne alındığında da Kağıthane’nin merkezi bir konumda bulunduğu söylenebilir.

Kısaca yakın tarihine baktığımızda, Kağıthane Belediyesi’ni 1970’lerde ortanın solu CHP’nin, Özallı yıllarda ise ANAP’ın yönettiğini; ardından 1989’da Belediyenin SHP’ye geçtiğini ancak kısa bir süre sonra, 91 ara seçimlerinde ilçede Refah Partisi’nin seçimleri kazandığını görüyoruz. Doğan’ın yaptığı görüşmelerde de özellikle RP döneminde yürütülen çalışmalara sıkça değiniliyor. Bu bağlamda 90’lı yıllara damgasını vuran RP belediyeciliğinin, ilçede oldukça etkili olduğu anlaşılıyor.

1990’ların sonuna gelindiğindeyse Milli Görüş Hareketi içindeki bölünmelerin yerele de yansıdığı fark ediliyor. Mahalle birimlerinden başkan adaylarına kadar birçok alanda gözlemlenen hizipleşme ve ayrışmanın, RP’nin kapatılmasından AKP’nin kurulmasına dek yerelde de farklı boyutlarda yaşandığı görülüyor. Çalışma kapsamında yapılan pek çok görüşmede, bu dönemde yerelde yaşanan çekişmeleri ve iktidar mücadelelerini okuyoruz. Bununla birlikte “devletle barışıp piyasayla kucaklaşan” AKP, 2004 yerel seçimleri ile birlikte Kağıthane’de üstünlüğü ele geçirmiş durumda.

Tüm bunların ışığında, gittikçe gelişen Büyükdere Caddesi’ne oldukça yakın olan ve şehir merkezinde sayılabilecek Kağıthane’nin, dönemin siyasi atmosferine göre değişkenlik gösteren yerel yönetimleri ve içinde pek çok farklı toplumsal kesimi barındırdığı da dikkate alındığında, bölgenin araştırma için epey elverişli olduğu söylenebilir.

Parti Habitusu

Doğan, AKP’nin yereldeki pozisyonunu ve işleyişine odaklanırken daha en başında parti habitusundan söz ediyor. Bildiğimiz üzere Bourdieu, habitus kavramını -en basit tabirle- toplumsal ilişkilerimizi yapılandıran ve deneyimlerimiz sayesinde edindiğimiz alışkanlık, beceri ve eğilimler olarak niteliyor. Yazar da bu tanımdan yola çıkarak AKP’nin kendi habitusunu, yani partinin hangi eğilimlere ve yatkınlıklara sahip kesimlere kapısını açtığını mercek altına alıyor. Söz konusu eğilimler, yaşam tarzı ve planlarından beğenilere; bedeni kullanma biçiminden günlük dile kadar pek çok unsurdan oluşuyor. (Doğan, 2016: 74)

Örneğin Sevinç Doğan, partili erkeklere özgü bıyık ve sakal tarzının siyasi kimliğin bir taşıyıcısı olarak nitelenebileceğini dile getiriyor. Doğan’a göre çok farklı etnik, dinî ve coğrafi geçmişlere sahip partili erkeklerin sahip olduğu benzer bıyık ve sakal biçimleri, onların aynı cemaat kültürünü paylaştıklarını gösteriyor. Partili kadınlar için de benzer bir durum söz konusu. Partide yer alan kadınların kıyafetleri ve vücut dillerinden toplumsal cinsiyet rollerine bakışlarına kadar pek çok alanda kadınların ortaklaştığı ifade ediliyor. Bunun yanı sıra mahalle özelindeki örgütlenmede hemşehriliğin temel dinamiklerden biri olduğu da tüm görüşmelerde fark ediliyor. (Doğan, 2016: 74-76)

Sevinç Doğan, bir kesişim noktası olan parti habitusunun getirdiği ortaklıklarla birlikte, partinin farklı sınıflardan meydana gelen heterojen bir yapıda olduğunu belirtiyor ve özellikle sosyoekonomik olarak dezavantajlı kesimlerin, ait oldukları sınıfları yadsıyarak partide yer aldıklarını iddia ediyor. Yaptığı görüşmelere referans veren yazar, örneğin mahallenin yoksul emekçi bölgesinde yaşayan işsiz bir kadının ya da gencin, dünyayı burjuva sınıf siyasetçilerin kavramlarıyla yorumladığını söylüyor. Benzer şekilde çalışmada göze çarpan bir diğer saptama, yoksulluğun siyasete içkin bir sorun olarak algılanmayışı. Oysa kitapta yer alan pek çok örnekte, ekonomik ve kültürel sermayenin parti içi ilişkilerde ne denli önemli rolü olduğunu ve belli konumlara gelebilmede belirleyici olabildiğini sık sık görüyoruz. Bu bağlamda yazar bu sınıfsal yadsımayı, AKP siyasetinin en önemli başarılarından biri olarak tanımlıyor. (Doğan, 2016: 100, 246)

Bununla birlikte Doğan, partililere özgü bir başka özelliğin daha üzerinde duruyor. Yazar burada araştırma sürecinde görüştüğü birçok partilinin gelecek kurgusunu parti üzerinden şekillendirdiğini ve bu doğrultuda partinin kaderiyle kendi kaderlerini bir gördüklerini belirtiyor. Doğan’ın ifadesiyle parti ve partililer arasında, dünyevi ve rasyonel planların merkezde olduğu ve sınıf atlama umudu taşıyan bir ilişki söz konusu. (Doğan, 2016: 83, 213) Burada Sevinç Doğan, bu ilişkinin saf bir çıkarcılık olarak görülmemesi gerektiğini vurgularken yine Bourdieu literatürüne başvurarak partililerin bu tutumunu illusio (yatırım) ve strateji kavramları ile ilişkilendiriyor. Bu açıdan eyleyicilerin (partililerin) pratikleri, alandan bağımsız ve bilinçli bir şekilde basit bir hesapçılıkla bağdaştırılmıyor; ancak süreç içinde, reaktif ve siyasal alanın yönlendirmesiyle bu pratiklerin sürdürüldüğü belirtiliyor. İşte bu nedenle partinin kaderi partililerin de kaderi olarak nitelenirken alanın varlığı (parti), her şeyin garantisi olarak görülüyor. (Doğan, 2016: 212)

Siyasal Yabancılaşma

Araştırmanın en somut çıktılarından biri, partinin yereldeki işleyişinin yalnızca seçimden seçime aktif olmaması. Yapılan görüşmelerde ve incelenen faaliyetlerde, yerel örgütlerin oldukça hareketli ve dinamik bir yapıya sahip olduğu fark ediliyor. Bu bağlamda Doğan’ın da belirttiği üzere, söz konusu yerel örgütler; kendine özgü bir işleyişe sahip ve günlük hayatta da epey yeri olan ilişkiler bütününden oluşuyor. (Doğan, 2016: 155)

Yerelde çalışan partililerin zaman zaman maddi destek vermekten gocunmaması ve aslında birçoğunun aile hayatı gibi çokça değer verdikleri alanları bile boşlayacak kadar ciddi bir mesai harcaması, ne kadar aktif bir biçimde sürece dahil olduklarının birer işareti. Ancak Doğan’ın kitapta öne sürdüğü üzere, bunca zaman ayırıp emek veren partililer; aynı zamanda siyasal yabancılaşma süreçlerini de birlikte yaşıyorlar. Bu noktada yazar, partili kimliklerinin kişileri siyasal özneler yapmaya yetmediğini belirtiyor. Mahalle birimlerinden ilçe teşkilatına, toplantı gündemlerinin dahi merkezce belirlenip bildirilmesi gibi, yereldeki işleyişin merkezi talimatlarla ve kontrol altında sürdürülmesine dair pek çok somut örnek; bu argümanın alt yapısını oluşturuyor. (Doğan, 2016: 83-93)

Burada dikkat çekici noktalardan bir diğeri; mahalle birimlerinde dahi partililerin, parti faaliyetlerinde mahalleyi değil partiyi temsil edecek şekilde hareket etmesi. Örneğin yazar, kitabın bir bölümünde “Başkan, mahallelerin değil partinin sözcüsü gibiydi.” değerlendirmesinde bulunuyor. (Doğan, 2016: 90)

Tam da burada siyasal yabancılaşmanın tamamlayıcı bir unsuru olarak AKP tipi temsiliyet anlayışından söz etmek gerek.  Kitapta da değinildiği üzere, AKP’ye dair en bilindik tutumlardan biri; demokrasinin sandığa indirgenmesi. Her birimizin sık sık şahit olduğu üzere, parti tarafından “millet iradesi” vurgusunun sıkça yapılması ve neredeyse her siyasi manevrada demokrasi namına sandığın işaret edilmesi; partinin başvurduğu başlıca söylemlerden biri. (Doğan, 2016: 93-98) Bu açıdan temsili olmak kaydıyla demokrasinin ısrarla altının çizilmesi ve milletin vekaletinin partiye, hatta parti liderine devri; siyasal yabancılaşmayı hem kolaylaştıran hem de pekiştiren bir etmen oluyor. Bu temsili demokrasi mitinin tekrarlanmasıyla partililer, mahallelerinin değil partilerinin temsilcileri oluyorlar. Çünkü parti zaten, milleti temsil etmekle çoktan onurlandırılmıştı.

Bu doğrultuda günün sonunda partililer, çalışmaları sonucunda kazandırdıkları oy oranlarına ilgili kalırken partinin toplam çıktısı ve gidişatı üzerinde bir hakimiyete sahip olmuyorlar. Doğan’ın ifadesiyle bu haliyle siyaset; dönüştürücü gücü olan bir eylemden çok, kendi ürünlerinin (parti örgütü ve lider) egemenliği altına girdikleri ve bunun sadece sıradan bir parçası haline dönüştükleri bir faaliyete dönüşüyor. (Doğan, 2016, 94)

Bununla birlikte AKP’nin sık sık dile getirdiği sandık ve demokrasi söylemine ters bir şekilde, mahalle birimlerinde görev yapan başkanların dahi en çok oyu alan kişiler değil, ancak merkezin onay verdiği ve belirlediği kişiler olduğunu öğreniyoruz. Bu bağlamda AKP hükümetince atanan kayyım rektörler ya da kayyım belediye başkanlarının partinin sandık söylemini alaşağı etmesi gibi, parti içi düzende de sandık demokrasisinin dahi sağlanamadığını okuyoruz. Doğan da benzer bir şekilde, yereldeki mevcut işleyiş için “Her türlü kolektif-kamusal düşüncenin altını oyan, insanlara kendi hayatlarında söz hakkı tanımayan (…) bir yönetim anlayışının sokaktaki diliydiler.” diyor. (Doğan, 2016: 94)

Yereldeki İnşaat İttifakı

Kağıthane örneği incelenirken AKP’nin genel politikalarıyla yerel pratiklerin birbirini nasıl tamamladığını fark ediyoruz. Belediyenin sahip olduğu güç ve sunduğu imkânlarla ne kadar iyi bir kaynak olduğunu göz önünde bulundurunca partinin belediye aracılığıyla farklı kesimler üzerinde kurduğu hegemonyasını anlamak zor olmasa gerek. Sevinç Doğan da belediyenin hem parti tabanına ve kadrolarına hem de yerel sermaye çevrelerine yeni olanaklar açtığını belirtiyor. (Doğan, 2016: 169) Kitabın bu bölümünde Kağıthane Belediyesi, neoliberal belediyecilik kavramı ile ilişkilendiriliyor. Doğan, Kağıthane ölçeğinde gerçekleşen tüm yerel pratiklerin bu anlayışa uygun düştüğünü, yıllar içinde belediyenin personel giderleri gittikçe azaltılırken ilçede inşaat ittifaklarının çoğaldığını anlatıyor. Bir süredir aşina olduğumuz kentsel dönüşüm projeleri ve kentsel pazarlama taktikleriyle ilçe yeni baştan tasarlanırken mülkiyet hakları sıkıntılı kesimlerin işgalci görüldüğü ve yerinden edildiği, yalnızca büyük sermaye gruplarının değil küçük ve orta sermayedarların da bu süreçte nemalanabildiği ve tam da bu noktada partiyle ilişkili olmanın getirilerin belirdiği bir atmosfer görüyoruz. (Doğan, 2016: 186-188) AKP dönemi ekonomisinin yapı taşı olarak görülen inşaat sektörü, yereldeki işleyişle beslenip palazlanırken yazarın tabiriyle kentsel rantı dağıtan AKP’nin sunduğu fırsatları değerlendirebilenler, inşaat tarikatına girebilmiş oluyor. Büyüme, kalkınma ve ilerleme gibi kavramların devasa yapı projeleriyle değerlendirildiği AKP anlayışında, yine Doğan’ın ifadesiyle parti müteahhitleri, aynı zamanda toplum mühendisleri oluyorlar. (Doğan, 2016: 207)

Yerel Pratikleri Bize Ne Anlatır?

2019 yerel seçimlerinde Kağıthane Belediyesi’ni yine AKP kazanmış; tekrarlanan İBB seçimlerinde bir miktar oy kaybetse de Binali Yıldırım, oyların çoğunluğunu yeniden alabilmişti. Bu bağlamda pek çok il ve ilçede değişim rüzgârları esen son yerel seçimde dahi Kağıthane’nin bir süre daha AKP ile yoluna devam etmekte kararlı olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. AKP’nin Kağıthane özelinde yürüttüğü çalışmaların en azından seçim sonuçlarında başarı yarattığını düşünürsek ilçenin yerel pratiklerine hakim olmanın önemi bir kez daha anlaşılabilir.

Peki, bu pratikleri anlamak bugüne ne katar? Son yerel seçimlerde el değiştiren belediyelerde, birçok örnek çalışmaya imza atarak pek çok yurttaşın ilgisini ve takdirini kazanan belediye başkanları; Türkiye siyasetinde değişimin sandıkla gelebileceğine dair bazı kesimlerin umudunu yeşertti. Rantı değil doğayı ve yaşamı esas alan, daha adil ve temiz yerel yönetimler elbette ki haklı bir umuda vesile oluyor; ancak siyaseti sosyal yardımlar ekseninde kurgulamanın ötesinde, yapısal sorunları çözmeye odaklı bir eylem planı oluşturulmadığı sürece kalıcı bir huzur ve refah ortamından söz etmek pek de mümkün görünmüyor.

Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi siyasetçilerin kullandıkları siyaset dili ve farklı kesimleri sosyal politikalar ekseninde ikna etme çabaları, belediye kaynaklarının seçmenlerin rızasını üretmeye yönelik kullanılması anlamında iyi bir strateji ortaya koyuyor.  Bununla birlikte son yerel seçimde esen değişim rüzgârının ülke genelinde yaprak kıpırdatıp kıpırdatmayacağı; yapısal sorunlarla ne kadar yüzleşileceğine de bağlı. Yeni kurulan Gelecek ve DEVA Partilerinin akıbetini de yine bu yüzleşme cesareti ve çözebilme kabiliyeti belirleyecek gibi duruyor.

Bu nedenle iktidar olma iddiasındaki partilerin AKP tipi iktidar ve örgütlenme modelini aşmaları gerekiyor. Gerçek bir değişim, parti alanlarına dahil olabilen belli kesimleri kalkındıran projelerle ya da dezavantajlı grupları avutacak sosyal yardımlarla değil; ancak kapsamlı, adil ve etkili politikalarla mümkün olabilir. Çünkü nefes alamıyorum diyen halk kitlelerinin beklentisi; Victor Hugo’nun sözünü ettiği gibi yardım edilmiş yoksulluklar değil, ortadan kaldırılmış bir yoksulluk.


Sevinç Doğan, Mahallede AKP: Parti İşleyişi, Taban Mobilizasyonu ve Siyasal Yabancılaşma, İletişim Yayınları, 2016, İstanbul


İrem Doğanışık

1996’da Bursa’da doğdu. Bursa Anadolu Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Türkiye’nin ilk doğruluk kontrolü projesi Doğruluk Payı’nda bir yıl kadar fact-checker olarak çalıştı.

Galatasaray Üniversitesi Stratejik İletişim Yönetimi programında yüksek lisans yapmaktadır. İlgilendiği konular arasında toplumsal cinsiyet çalışmaları, medya-siyaset ilişkisi, post-truth ve kent hakkı bulunmaktadır.

(Visited 817 times, 1 visits today)
Close