Türkiye’de belediyecilik, kentlerin yönetimi ve geleceği açısından hayati bir rol oynamakta. Aslında belediyeciliği; halkın ihtiyaçlarını karşılamak, kent altyapısını geliştirmek ve kentlerin genel refahını artırmak gibi prensiplerle özetleyebiliriz. Ancak aynı zamanda Türkiye’de belediye dendiğinde aklımıza siyasi partilerin kendi çıkarları doğrultusunda bir üye-çalışan ilişkisi kurduğu ve rant alanı olarak kullandığı kurumlar geliyor. Bu durum, halkın temel ihtiyaçlarının karşılanmasında aksamalara ve kentlerin geleceği açısından ciddi risklerin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Rant siyaseti ise siyasi aktörlerin siyasi kazanç elde etmek amacıyla kent alanlarının değerini artırmak için spekülasyonlar yapması ve plansız kentleşme uygulamalarını benimsemesi olarak tanımlanabilir. Bu yaklaşım genellikle kısa vadeli ve popülist politikaları teşvik ederken uzun vadeli çıkarları göz ardı eder. Plansız kentleşme, plansız altyapı çalışmaları ve plansız imar uygulamaları kentlerin doğal ve sosyal dengesini bozmakta ve uzun vadeli olarak ekonomik, çevresel ve sosyal zararlara yol açmaktadır. Bu durum, kentlerin yaşanabilirliğini ve sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır.
Siyaset ve Belediye
Belediyeler, siyasi partilerin güç ve etki alanlarını genişletmelerini sağlar. Belediyeler aracılığıyla bir parti; yerel düzeyde politikalarını uygulayabilir, hizmetleri sunabilir ve seçmenlerin ihtiyaçlarını karşılayabilir. Parti üyelerinin belediyelerde istihdamı ile partinin üye-merkez ilişkileri pekiştirilir, üye sayısının artması sağlanır. Bu da partiye güç ve etki sağlar.
Kent alanlarının kullanımını ve gelişimini yönlendiren önemli karar alma organları yine belediyelerdir. Bu nedenle belediyeler siyasi partiler için önemli birer kaynak merkezi olarak görülür. İmar alanlarının belirlenmesi, arazi kullanımının düzenlenmesi gibi kararlar siyasi partilere büyük fırsatlar sunar. Özellikle ilçe belediyelerinin bu alandaki yetkisi rüşvet temelli kaynak ağı için bulunmaz bir fırsattır.
Belediyeler aynı zamanda yerel düzeyde halka doğrudan hizmet sunan kurumlardır. Bu hizmetler arasında altyapı çalışmaları, sosyal yardımlar, sağlık hizmetleri, eğitim ve kültürel etkinlikler gibi birçok alan bulunur. Sosyal yardımların ve bu hizmetlerin bütçelendirilmesinden verilmesinde kimlerin önceliklendirildiğine kadar, bu hizmetlerin gerçekleşme sürecindeki ihaleleri kimlerin aldığı da dahil olmak üzere her bir aşama yine siyasi partinin aldığı belediye üzerinden bir rant ağı kurmasına olanak sağlar.
Rant siyaseti bize ne kaybettiriyor?
Türkiye’de özellikle büyük şehirlerde görülen plansız kentleşme, gecekondulaşma ve kaçak yapılaşma gibi sorunları beraberine getirmiştir. Örneğin, İstanbul’un çeşitli bölgelerinde özellikle 1980lerde plansız ve kontrolsüz bir yapılaşma gerçekleşmiştir. Bu durum, altyapı eksiklikleri, trafik sorunları ve çevre kirliliği gibi sonuçları beraberinde getirmiştir. Sonrasında ise imar aflarıyla bu yapılar kaçak statüsünden çıkarılarak şehirdeki kontrolsüz büyüme kalıcı hale gelmiş, sonradan düzeltilemeyecek bir hale getirilmiştir. Bu yapılaşma halinin elbette çevresel olarak da geri döndürülemeyecek etkileri olmuştur. Örneğin 2022 yılında İstanbul’da kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarı 7,20m2 olarak hesaplanmıştır.[i] Bu hesaplamaya sadece park-bahçe değil, aynı zamanda kent ormanları, tabiat parkları, mesire alanları ve arberetumların da eklendiğini düşünürsek durumun ne kadar vahim olduğunu da anlamış oluruz.
Yolsuzluk ve rüşvet, rant siyasetinin önemli bir parçası. Özellikle imar izni, ruhsatlandırma süreçleri ve imar planlarının değiştirilmesi gibi konularda yolsuzluk iddiaları artık Türkiye’nin gündemi olamayacak kadar yaygın olsa da rant siyasetinin temelini oluşturduğu için hepimizin yerel yönetimlerden beklentilerini de şekillendiriyor. 6 Şubat’ta çok kötü bir şekilde tecrübe ettiğimiz gibi, sadece cebimizi değil canımızı da tehlikeye atan bu rüşvet ve usulsüzlükler ağı maalesef Türkiye’nin bir normu haline geldi.
2024 yerel seçimleri, Türkiye’nin kentlerinin geleceğini belirlemede önemli bir fırsat sunmaktadır desem yalan olur. Kentlerimizin geleceğini değiştirmek için ipleri elimize almak için geç kalmış olabiliriz. Ancak bu seçimlerde, halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak ve kentlerin sürdürülebilirliğini sağlamak için adil, şeffaf ve hesap verebilir bir belediyeciliği talep etmeye devam etmeliyiz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi:
İstanbul yoğun nüfus, trafik, altyapı ve plansız kentleşme gibi pek çok sorunla karşı karşıya. Bu durumda elbette yıllardan beridir süregelen merkezi yönetim hatalarının etkisi büyük. Ancak bu rant siyasetinin etkisini de görmezden gelmek doğru olmaz.
İstanbul’da rant siyaseti; kentin değerli arazileri, ormanları, tarım alanları üzerinde spekülasyon yapılmasına ve plansız yapılaşmaya yol açtı. Bu durum kentin doğal dengesini bozdu, çevresel problemlere neden oldu ve halkın yaşam kalitesini düşürdü. Ayrıca, rant siyaseti, belediyenin kaynaklarını doğru bir şekilde kullanmasını sekteye uğratarak kamu hizmetlerinin etkin bir şekilde sunulmasını zorlaştırdı. Yıllardır yaşadığımız bu sorunlar ise her yıl katlanarak artmakta.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin adil, şeffaf ve hesap verebilen bir belediye olması mümkün mü, açıkçası söylemek zor. Birçok belediyenin şeffaflık iddiasıyla uygulamaya koyduğu çalışmaların hep “sonuç” odaklı olduğunu görüyoruz. İhtiyaçların tespitinin merkezden yapılması ve tabi dolayısıyla bütçelendirmenin ve önceliklerin belirlenmesinin de merkezden yapılması şeffaf bir belediyecilik anlayışından bizi uzak düşürüyor. Katılımcı karar alma mekanizmasının yerleştirilmesine bu parkı nereye yapacağız sorusundan önce bu parka ihtiyacınız var mı sorusuyla başlamalı. Biz buraya bu kadarlık yatırım yaptık açıklamasından önce bütçemizin yüzde 5’ini bu projeye ayırmak istiyoruz, sizce uygun mudursorusunu sormalı.
İstanbul gibi bir şehre edilen ihaneti sadece belediye üzerinden açıklamak da elbette yetersiz kalıyor. Merkez-yerel iş birliğiyle Kuzey Marmara’dan Validebağ’a, Gezi Parkı’ndan Kanal İstanbul’a onlarca gündemle boğuşan İstanbul için hiç ders alınmadı ve muhtemelen alınmayacak.
Sonuç yerine
Birkaç çözüm önerisi yazmak gerekiyor, her biri aslında bizim neler talep edeceğimizle ilgili. Şeffaflık ve hesap verebilirliği talep etmeliyiz. Belediyeler zaten halihazırda mali raporlarını, bütçelerini, faaliyet raporlarını ve hatta birçoğu meclis toplantılarını paylaşıyor. Giderek daha çok belediye e-belediye uygulamalarıyla birçok çalışmasını kamuya açık şekilde paylaşıyor. Beklentimiz ise belediyelerin kent planlama ve karar alma süreçlerine katılımı artırması, yerel halkın ihtiyaçlarını ve taleplerini dikkate alması. Katılımcı planlama ile sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, akademisyenler ve yerel halkın bir araya gelerek kentin geleceği üzerinde ortak bir vizyon oluşturmasını sağlanmalı. Bu süreçte, karar alma süreçlerine katılan paydaşlar, kentin planlanmasında ve geliştirilmesinde aktif bir rol oynamalı.
Halkın belediyecilik süreçleri ve kent planlaması konusunda bilinçlendirilmesi de elbette önemli. Eğitim ve farkındalık programları aracılığıyla yerel halkın kentlerinin gelişimine katkı sağlama potansiyeli ortaya çıkarılabilir. Bu tür programlar, vatandaşların kentlerindeki sorunların kökenini anlamalarına ve çözüm süreçlerine aktif olarak katılmalarına olanak tanır. Özellikle kendi mahallem gibi emekli halkı çoğunlukta olan mahallelerde bu tarz çalışmalar çok etkili olma potansiyeli taşıyor.
Türkiye’de belediyecilik anlayışının ve uygulamalarının düzelmesi, şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışının benimsenmesine bağlı. 2024 yerel seçimleri, Türkiye’nin kentlerinin geleceğini çok etkiler mi, tahmin etmek zor. Ancak taleplerimizi artırmak ve güçlendirmek her zaman gerekli. Ancak bu şekilde Türkiye’nin kentlerinin yaşanabilir, sürdürülebilir ve adil bir şekilde yönetilmesinin yolu açılabilir.
[i] Yeşil İstanbul Planlama Yaklaşımı. (2022). Erişim adresi https://yaysis.istanbul/planlama-yaklasimi/mekansal-analizler