Burjuva Zihniyeti(?)
Bir devrin ekonomik zihniyetinin temelinde, o dönemi egemenliği altına almış olan ekonomik sistem yatar[i]. Sombart’ın “Burjuva” isimli eserini üzerine inşa ettiği bu önerme, insanlığın ekonomik davranışlarının izahı bakımından dikkate alınması gereken bir fikirdir. Nitekim yazar, eserin ilerleyen bölümlerinde bu önermesini birçok tarihi vakıa üzerinden ispatlamaya girişir. Ancak önerme bu hâliyle bile üç iddiayı içermektedir.
İlk iddia esasen Dilthey’ın tarihselci felsefesine uygun bir şekilde insanın ekonomik davranışlarının tespiti için ilgili döneme ait detaylı araştırmalar yapılması zaruretidir. Bu sebeple tek bir ekonomik davranıştan söz edilemez. İnsanlık tarihi bakımından insanın her zaman girişimci olduğu, zenginleşmek istediği şeklinde genel geçer önermelerde bulunmak mümkün değildir. Bu iddialı izahların hepsi indirgemecilik eleştirisine kurban gider.
İkinci iddia ise sosyal bilimlerin jokeri konumunda olan insan doğası üzerinden yapılan izahların, baştan itibaren geçersiz kabul edilmesini konu alır. İnsanın ekonomik doğası diye bir şey yoktur[ii]. İnsan; var gücüyle zenginleşmek isteyen, daima daha fazlasını arayan bir varlık değildir. İnsanın ekonomik doğası veya insan doğası, şayet bir kavramsa, araştırma tembelliğinin tabii sonucundan başka bir şey olamaz.
Son ve belki de en önemli iddia ise ekonomik zihniyet kavramında gizlidir. Burjuva şüphesiz kapitalist ekonomik zihniyetin bir ürünüdür. Ancak bundan bağımsız olarak burjuva da toplumsal bir sınıftan ziyade bu dönemin ekonomik zihniyetini yansıtan bir kurum olarak değerlendirilmelidir. Başka bir ifadeyle burjuva, sınıf olmaktan çok bir zihniyettir.
Bu çerçevede burjuva ve burjuva zihniyeti de bir anda ortaya çıkmaz. Öyle ki burjuva Orta Çağ Avrupası’nın kurumu değildir. Bunun sebebi ise Orta Çağ Avrupası’ndaki ekonomik sistemin ve ekonomik zihniyetin, burjuvanın varlığını ortaya çıkarabilecek unsurlara sahip olmamasında yatar. Nitekim Sombart’a göre Orta Çağ’ın ekonomik sistemi biriktirme değil, harcama üstüne kuruludur[iii]. Bununla bağlantılı olarak Orta Çağ Avrupa’sının ekonomik zihniyeti de biriktirme değil, harcama zihniyeti olarak belirir. Nitekim Orta Çağ skolastik metinleri de pekâlâ harcamayı salık verirken biriktirmeyi tenkit eder. Ancak kabaca ifade edilecek olursa harcama ekonomisinin yavaş yavaş iflâs etmeye başlaması, keşiflerle birlikte altın ve değerli madenlerin alelade süs eşyasından çıkarak mübadele aracı hâline gelmesi ve tüccarlar, spekülatörler gibi kesimlerin yeni bir tür girişimci özne olarak ortaya çıkması; harcama ekonomisinden biriktirme ekonomisine geçişi olanaklı kılmaya başlar[iv]. Koşullarla birlikte ortaya çıkan bu yeni sistem kendi zihniyetini, yani burjuva zihniyetini inşa edecek; burjuva zihniyeti yaygınlaştıkça sistem de kuvvetlenecektir.
Mutlu Son’dan Parazit’e: Eski Burjuvadan Modern Burjuva Zihniyetine Doğru
Eski burjuva erdemleri ile modern burjuva zihniyetinin erdemleri arasındaki fark Haneke’nin Mutlu Son filmiyle Ho’nun Paraziti filmlerinde mükemmel bir şekilde resmedilmektedir. Mutlu Son, esasen bir alegoridir. Her karakter belirli bir düşünceyi, hatta ideolojiyi temsil eder. Klasik burjuva bir ailenin krizini ele alan hikâye, aslında siyasi yapının krizini anlatır. Görünüşte eski burjuvanın erdemlerine sahip bir ailenin bireyleri; ekonomik faaliyeti ve çalışmayı öncelemekte, kendi toplumsal konumunun bilincinde olup bu konumun sonucu izole olarak yaşamakta, günlük hayat pratiklerine belirli bir disiplin çerçevesinde devam ederken insan ilişkilerinde mümkün olabildiğince asil davranışlar bütününe uygun davranmaktadır. Aile, bütün bu yönleriyle eski burjuvanın erdemlerine sahip gözükür. Haneke’nin eski burjuva eleştirisi de buradan başlar. Ailenin görünüşte sahip olduğu eski burjuva erdemlerinden disiplin ve tasarruf zihniyeti; aslında kişisel menfaate odaklanma, ölçülülük ve alçakgönüllülük, keyfe düşkünlük ve nobranlıktan başka bir şey değildir. Bütün bu erdemler, aile bireylerinin pratikleri karşısında birer illüzyon hatta manipülasyondur. Öyle ki aile; kendilerine ait büyük inşaat şirketinin şantiyesinde meydana gelen iş kazasını, hiçbir insani yönden değerlendirmeyip ekonomik menfaatini kontrol etmekle uğraşır. Ailenin büyük oğlu, sadece aile itibarını düşünerek tanımadığı ve sevmeye çalışmadığı kızını yanına almaya karar verir. Esasen eski burjuvanın dürüstlük, kanaatkarlık, ölçülülük, tasarruf gibi erdemlerinin mevcudiyetinde burjuvanın bir sınıf olarak ortaya çıkmaya başladığı zaman aristokrasi ile yaşadığı siyasi geriliminin de bir parça payı vardır. Zira aristokrasi ile girişilen kavgada burjuva; yalnızca siyasi ve ekonomik alanda değil, ancak ahlaki anlamda da üstünlüğü elinde tutmak zorundadır. Aristokrasi ile olan bu gerilimi boyunca burjuva da bir toplumsal sınıftan ibarettir. Henüz dört başı mamur bir zihniyete evrilmekten uzaktır. Ne zamanki kapitalist sistem, eski ekonomik sistem üzerinde açık galibiyetini ilan eder, burjuva da toplumsal sınıf kimliğinin ötesinde bir zihniyete dönüşür. Haneke’nin Mutlu Son’u esasen eski burjuva erdemlerinin birer ikiyüzlülük olduğunu vurgular. Hâlbuki Ho’nun Parazit’i, modern burjuva zihniyeti ve bunun cazip davetine karşı sade vatandaşın verdiği cevabı konu alacaktır.
Sombart, eski burjuvanın erdemlerinin, modern burjuva zihniyetiyle çoğunlukla bağdaşmadığını ileri sürmektedir. Buna göre modern burjuva zihniyeti; büyüklük, arzunun gerçekleşme hızı, yenilik ve iktidar duygusunu içerir[v]. İşte her zaman daha fazlasını isteyen, başkalarının üzerindeki iktidarından zevk alan yeni ekonomik insanın zihniyeti bu şekilde inşa edilmektedir. Nitekim Parazit filmindeki burjuva ailenin eylem pratiği tam da burada ön plana çıkar. Üst düzey bir iş insanı olan beyefendi Park; yeni şoförün sürüş kabiliyetini, keskin bir viraja girilmek üzereyken elindeki bardağın içindeki kahvenin hareketi üzerinden sınar. Karısı hanımefendi Yeon-kyo ise kocasının arabasında yalnız olduğunda içeride şoför yokmuşçasına ayaklarını koltuğun üstüne uzatarak küçük şımarıklıklar yapar. Aile bireyleri için kendi tabirleriyle çalışanların “haddini aşmamaları” mükemmellik dışında en fazla önem taşıyan unsur olarak belirir. Resimden zerre anlamayan Yeon-kyo’nun kurnaz çalışanları tarafından kandırılıp çocuğunun resimlerinde manalar aranması ve bunun gibi hanımefendinin düzenlediği çocuk partileri, ailenin modern burjuva eylem pratiğini oluşturur.
Parazit filmindeki burjuva aile ile Haneke’nin Mutlu
Son’undaki aile arasında önemli farklılıklar mevcuttur. Mutlu Son, Kıta
Avrupası’ndaki bir burjuva aileyi konu alır. Ailenin tarihsel arka plana sahip
olan burjuva erdemlerine atfı, tereddütsüz bir riyakarlıkla nihayete erse de
belirli bir statükonun varlığını da gösterir. Hâlbuki Güney Kore, Kıta
Avrupası’nda farklı bir siyasi ve ekonomik gelişmeyle çok hızlı biçimde kapitalistleşmesini
gerçekleştirmiştir. Böylelikle Parazit’in burjuvası, eskisine yapılacak hiçbir
atıf olmadığı için, lümpen bir karaktere sahiptir. Ailenin bu eylem pratiği ise
yeni burjuva zihniyetinin dayanaklarını oluşturur. Öyle ki mülkiyetin konusu yalnızca
eşya olmaktan çıkarak ekonomik karakterini bir ölçüde yitirir. Artık mülkiyet
manevi değerlere, hatta insana teşmil edecektir. Ailenin çalışanlarıyla
olan ilişkisi bu yeni mülkiyet tasviri üzerinden değerlendirilmelidir. Gözü
önünde beş on saniye önce bir kadının bıçaklanmasına karşın Park’ın, yalnızca
olayı görüp bayılan çocuğuna odaklanması ve genç kadını hastaneye yetiştirme
düşüncesi bir yana tam da bu anda şoförünün kötü kokusunu sorunsallaştırması bu
yeni mülkiyet ilişkisinin bir ürünüdür. Yeni burjuva zihniyetinin özü ise başarı
fetişidir. Başarı, her eylemin nihai ereğini teşkil eder. Bu fetiş, modern
insanda tatminsizlik hissinin de kaynağıdır. Yean-Kyo’nun
çocuğunun resim üzerindeki başarı ihtimaline karşı aldığı akıl dışı pozisyon,
bu önermenin yerinde bir delili olsa gerek. Bunlarla bağlantılı unsurlardan
biri de ifşa arzusudur. Başarı, zenginlik ve ütopik düzeyde
estetikleştirilmiş özel yaşama dair her şey ifşa edilmelidir. Filmde Yean-Kyo’nun
düzenlediği partinin temelinde de evini ve zenginliğini ifşa arzusu
yatmaktadır. Burada ifşanın iki özelliği bulunur: Birincisi ifşayla birlikte bu
gayri insani tin, kendine önemli bir meşruiyet alanı sağlar. Ayıplanmadıkça, teorik
anlamda sağlam bir itiraza uğramadıkça veya takdir gördükçe ifşanın derecesi
artar. Bunun dışında ifşa, burjuvayı bir toplumsal sınıf olmaktan çıkarıp bir
zihniyete dönüştürür. Artık ekonomik olarak burjuva sayılmayan toplumsal
kesimler de burjuva zihniyetinin salık verdiği bu eylemleri tekrarlar. Başka
bir deyişle sade vatandaş da cepheye çağrılır. Böylelikle o da modern burjuva
zihniyetinin inşasına katkıda bulunur. Tüm bunlar yeni burjuva zihniyetinin,
eskisinden farklı olarak, ekonomik faaliyetle olan bağlantısını önemli ölçüde
kopardığı gibi onun sınıfsal karakterini de aşındırır. Şimdi yazının
başlığındaki soruya gelelim. Aklı, rasyonaliteden uzaklaştıran; eylemi ise gayri
ahlaki bir alana hapseden böylesi bir yeni tinle insanın nasıl sorunu olmaz ki?
[i] Werner Sombart, Burjuva: Modern Ekonomi Dönemine Ait İnsanın Ahlâki ve Entelektüel Tarihine Katkı (Çev. Oğuz Adanır), Doğu Batı Yayınları, 3. Bası, Ankara 2018, s. 22.
[ii] Sombart, a.g.e., s. 19.
[iii] Sombart, a.g.e., s. 25.
[iv] Sombart, a.g.e., s. 83 vd.
[v] Sombart,a.g.e., s. 198 vd.
Ozan Tok
1989’da İstanbul’da doğdu. 2013’de Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden; 2016’da Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Tezli Yüksek Lisans Programı’ndan mezun oldu.
Felsefe ve sosyoloji alanlarında çalışmalar yapmakta olup Gergedan Dergi’de sinema ve sosyal bilimlerle ilgili yazılar yazmaktadır.