Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri adlı eserinde şöyle yazar: “Sömürgelerde ekonomik altyapı aynı zamanda bir üstyapıdır. Neden, sonuçtur: Beyaz olduğunuz için zenginsiniz, zengin olduğunuz için beyazsınız.”[1] Fanon elbette henüz sömürgelerin tam anlamıyla özgürleşmediği, metropol ülkelerin siyasal kontrolünün devam ettiği bir dönemde yaşıyordu. Ancak ulusların emek ve üretim hiyerarşisi bağlamındaki konumlarını metropol-sömürge veya günümüzdeki haliyle merkez-çevre ilişkisi üstünden okuyunca uluslar arasındaki eşitsizliğin ve azgelişmişliğin yeniden üretimi görülebilir.
Sömürgeciliğin oluşumunun tarihini anlatmak burada mümkün değil. Ancak modern dünya sisteminin oluşumunda ve sömürgeciliğin şekillendirilmesinde hangi etkenlerin rol oynadığından ve bunların zaman içinde nasıl dönüştüğünden kısaca bahsedilebilir. Bu bakımdan kapitalizmin tarihini her biri sömürgeciliği de içerecek şekilde dört farklı aşamaya ayırmak mümkündür: merkantalizm, serbest kapitalizm, emperyalizm, neoliberalizm.
Kapitalizmin tarihini her biri sömürgeciliği de içerecek şekilde dört farklı aşamaya ayırmak mümkündür: merkantalizm, serbest kapitalizm, emperyalizm, neoliberalizm.
Avrupa’da ilk belirgin örnekleri 14. yüzyılda görülen, fakat esas yoğunlaşması 15. yüzyılda başlayan ticaret kapitalizmi; temelde orta-küçük üreticinin ve pazarın yavaş yavaş bir parçası haline gelen feodal lordun ürünlerinin dış pazarlara tüccarlar tarafından ulaştırılmasına dayanıyordu. Özellikle tarımın gelişmesiyle genişleyen nüfusa orantılı olarak büyüyen loncalar ve kentler, bu kentlere eşlik eden büyük ticaret panayırları, sermayenin dolaşım alanının genişlemesini sağlamıştır.[2]
Yeni kıtaların keşfiyle yeni dünyadan mübadele edilen mal yelpazesinin genişlemesi, aynı zamanda Avrupa kapitalizminin muazzam sermaye birikimi neticesinde büyümesini de getirmiştir. Pek çok tüccarın Avrupa monarkları tarafından himaye edilmesi, İngiltere’de Kraliyet adına yerlilerin topraklarının dışarıdan gelenlerin özel mülküne geçirilmesi, bunun sonucunda topraksızlaşan yerlilerin ise yaşamak için Avrupalı toprak sahiplerinin plantasyonlarına hizmet etmeye mecbur kalmaları bir yandan servant biçimli bir köle emeğinin ortaya çıkmasına, diğer yandan sömürgeciliğin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Köle emeği sayesinde sadece bu topraklardaki malların mübadelesini değil, üretimini de üstlenen toprak sahipleri, tütün ve şeker plantasyonlarında köle emeği kullanmaya başlayarak farklı toprakların yerlilerinin emeklerini sömürmeye başlamıştır.[3]
Kapitalizmin birinci küreselleşmesinin sonucunda sömürgeciliğin doğması, ikinci etapta [D1] serbest ticaret döneminin de gelişmesiyle devam etmiştir. Bu dönemde klasik politik ekonominin de temeli atılmakla birlikte döneme damgasını vuran esas olgu bir yandan sanayi kapitalizminin gelişmesiyle birlikte merkantalizmin terk edilmesi, diğeri ise ücretli emeğin doğmasıyla modern formuna kavuşan sermaye-emek ilişkisidir. 1815-1848 arasında iki büyük kriz (1827 ve 1847) atlatan dünya kapitalizminin bunalımının özellikle 1848 hareketlerini bastırması sonucunda sona ermesiyle 1873 yılındaki Büyük Buhran’a kadar sürecek bir genişleme dönemi başlamıştır. 1873’deki derin iktisadi bunalımın diğer bunalımlardan esas farkı, kapitalizmin ikinci bir küreselleşme seyrine girerek bu sefer dünyanın hem tüm topraklarının hem de dünya pazarlarının paylaşılmasıdır. Kriz finansal piyasalardaki bir çöküşle başlamış ve ardından büyük bir paniğe dönüşerek dünya bunalımını tetiklemiştir.[4] Uzun bunalımda batık sermayelerin iflas sonucu diğer firmalarla birleşmeleri, ayrıca iflas eden şirketlere ortak olan bankaların biriktirdikleri fazla sermaye sayesinde kredilerle sanayi yatırımlarını kontrol altına almaları dönemin ayırıcı özelliği olmuştur.
Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması ileortaya çıkan dev tekeller, kendi krizlerini dünyanın geri kalanına daha fazla genişleyip bu bölgelerde sermaye yatırımlarına girişerek bitirmeye çalışmıştır. Bunun en büyük politik ifadesi 1884-1885 senelerinde gerçekleşen Berlin Konferansı’dır. Konferans sonucunda dünya pazarlarının metropol ülkeleri tarafından paylaşılması, bu bölgelerdeki ucuz pazar ağlarından yararlanılmasını ve üretken sermaye (sabit sermaye ve emek) yatırımlarının çoğalmasını getirmiştir.
Kabaca 15. yüzyılın sonundan 19. yüzyılın sonuna kadar dünya topraklarının tamamının paylaşılmasının nihayete ermesi, dünya kapitalizminin küresel boyutta eşitsiz iki parçadan oluşmasını sağlamıştır. Uluslararası işbölümünün çeşitli ayrımlarının ve uluslar arasında eşitsiz mübadelenin politik üstyapıyla dolayımlandığı bir dünya sistemi olarak kapitalizm[5], sömürgeler açısından yeni bir aşamayı temsil etmektedir.
Ulusların dünya hiyerarşisi içerisinde hem emek açısından hem üretim sektörleri açısından kabaca ikiye ve birtakım ara formlara (yarı-çevre, yarı-sanayileşmiş vb.) bürünmeleri, uluslararası tahakküm ilişkisini açıklayabilir. Merkezde giderek finansallaşan sermayenin para akışlarını bankalar, borsalar, yatırım fonları, kredi derecelendirme kuruluşları gibi mekanizmalarla düzenleyerek sanayi yatırımlarını yönetebiliyor olması, dünyanın büyük kısmının kaderinin birkaç finans merkezinde toparlanmasına neden olmaktadır. Buna göre strateji geliştiren uluslar ise özellikle üretim faktörlerinin ucuz olduğu pazarlara sermayelerini yönlendirerek hem ulusal kalkınmalarından ödün vermekte, hem de emeğin değersizleştiği yerlere konumlanmaktadır.
Sömürgeciliğin siyasal biçimlerinin değiştiği fakat değer sömürüsünün hâlâ devam ettiği bir dönemde tahakküm ilişkisinin bilgiden çok daha geniş bir perspektifte devam ettiğini söylemek mümkündür.
Bu süreçte sömürgeciliğin siyasal biçimlerinin değiştiği fakat değer sömürüsünün hala devam ettiği bir dönemde tahakküm ilişkisinin bilgiden çok daha geniş bir perspektifte devam ettiğini söylemek mümkündür. Zira uluslararası anarşide, metropol gücünün çevrenin sömürüsüyle dolayımlandığı bir sistemde bunun halklar üstünde elbette büyük etkileri olacaktır. 1974-75’in yarattığı resesyonun ardından dünya sisteminin serbestleşmeye başlayarak duvarların inmesi, ithal ikame politikalarının ihracat odaklı büyümeye dönmesi, metropol ülkelerinin ucuz üretim faktörlerinden (elbette bunun içinde emek de vardır) faydalanmak adına sanayilerini Üçüncü Dünya’ya (daha özelde BRICS ülkelerine) kaydırmaları, metropol ülkelerin finans sermayelerinin ise yeni sanayi odaklarındaki ucuz üretimin devamlılığını sağlamak üzere bir finans hegemonyası yaratmaları[6] meselenin günümüzdeki boyutunu özetlemektedir.
Sonuç
Dünyadaki dönüşüm anları incelenecek olsaydı, şu görülebilirdi: sermaye dönemden döneme, yapısına uygun, kendi imgeleminde bir dünya yaratmaktadır.[7] Irk merkezli teorilerin dünya topraklarının paylaşılmasıyla ve sömürgeciliğin çıkışıyla yükselmesi ve aynı ırkçılığın bu sefer İkinci Dünya Savaşı’nda metropol ülkelerinin kendisini vurması tesadüf değildir. Balkan ve Doğu Avrupa coğrafyasının bir sömürge savaşının ortasında harap olması, sömürge ilişkisinin sadece Üçüncü Dünya’yla sınırlı kalmadığının, zamanı geldiğinde kendi öz topraklarını da vuracağının kanıtıdır.
Bunların yanında bugün dünyanın yüzleştiği göçmen ve azınlık sorunları bunun yanında tabiiyet ilişkisinin bir başka yansımasıdır. Dünyanın muhtelif topraklarından gerek güvenlik, gerekse de daha iyi iktisadi şartlar için göçmek zorunda kalan ve dünya hiyerarşisinde en değersiz emek kalıbına sahip olan göçmenler, popülist siyasetin zor gücünü giderek açığa çıkardığı bir dönemde bu tahakküm ilişkisinin özeti gibidir.
İşte emek ve üretim hiyerarşisinin yarattığı yegâne tahakküm ilişkisi budur: emeğin değersizleşmesiyle birlikte bireyin varlığının da ona koşut olarak değersizleşmesi.
Bu ilişkinin sadece metropolde değil, çevre ülkelerde de bulunduğunun altını çizmek gerekmektedir. Zira uluslararası eşitsizlik var oldukça, bir ulusun kaderi ve toplumsal emeği diğer ulusun sınıfsal hegemonyası tarafından belirlendikçe, ucuz emek pazarları küresel çağda kârın esas kaynaklarından birisi olarak varlığını sürdürdükçe, uluslararası tahakkümün ve değer sömürüsünün de bitmeyeceğini vurgulamak gerekmektedir.
Kişinin kendi emeğine yabancılaşmasının ve emeğinin ürününün kendi vatanından daha çok başka vatanlar için üretilmesi, varlığının üretim koşulunun kendi öz kaynaklarından çok başka merkezlerin yönlendirmesinden geçmesini sağlar. Kişinin varlığı ancak onun emeğinin değeri kadar kabul görür. İşte emek ve üretim hiyerarşisinin yarattığı yegâne tahakküm ilişkisi budur: emeğin değersizleşmesiyle birlikte bireyin varlığının da ona koşut olarak değersizleşmesi. Burada tarihin Hegel’de olduğu gibi mutlaklaşmasından çok, onun özellikle derinleşen iktisadi-maddi bunalımı neticesinde değersizleştiğini görmek mümkündür.
Kapak Görseli: Spiridione Roma, The East Offering Its Riches To Britannia
[1] Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Şen Süer (çev.), 3. Bs, (İstanbul: Versus Kitap, Temmuz 2020), s. 46
[2] Fernand Braudel, Afterthoughts On Material Civilization And Capitalism, Patricia M. Ranum (çev.), 3. Bs, (Baltimore-London: The John Hopkins University Press, 1977), s. 20
[3] Gurminder K. Bhambra (2020): Colonial Global Economy: Towards A Theoretical Reorientation Of Political Economy, Review of International Political Economy, s. 5
[4] Scott Mixon, The Crisis of 1873: Perspectives from Multiple Asset Classes The Journal of Economic History, Vol. 68, No. 3 (Sep. 2008), s. 725
[5] Immanuel Wallerstein, Patterns and Prospectives of the Capitalist World-Economy Contemporary Marxism, No. 9, Imperialism and the Transition to Socialism (Fall 1984), s. 60-63
[6] Dominique Lévy, Gérard Duménil; Neoliberal Dynamics – Imperial Dynamics, Conference On Global Relations, 2003, s. 2
[7] Sözün ilham alındığı yerde orjinali şöyledir: “Sözün kısası, [burjuvazi] kendi suretinde bir dünya yaratır kendine.”: Karl Marx, Friedrich Engels; Komünist Manifesto, Tanıl Bora (çev.), 1. Bs, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2018), s. 57
Doğukan Taşkıran
1997’de İstanbul’da doğdu. 2020’de Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi yüksek lisans programında öğrenimine devam etmektedir.
Politik ekonomi, uluslararası ilişkiler teorisi, siyaset teorisi üzerine yazmakta olup Gergedan Dergi’de aynı alanda yazı üretmektedir.