Düşünün, henüz 30’lu yaşlarınızdasınız; elinizde sadece bir kitabınız, afili bir akademik geçmişiniz ve yalnızca birkaç bin oyla seçildiğiniz ufak bir ilçenin belediye başkanlığı var. Yanınızda da iki kişi. Kiraladığınız ufak bir ofiste oturuyor ve Amerikan başkanlığına aday olabilmek için ne yapmanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Ne yaparsınız?
Bundan yaklaşık bir yıl önce, South Bend Belediye Başkanı Pete Buttigieg’in tarihi seçim kampanyası tam da böyle başladı. İnsanların okuyamadığı bir soy isim ve o üç kişiden fazlası ellerinde yoktu. Ama başkan adaylığının bir ihtimal dahi olabilmesi için seslerini duyurmak zorundalardı. Bu gerçekten kaçmayarak yola çıktılar. Ana akım gazete ve televizyonlardan çok, marjinal/niş yayınlarla işe başladılar. Pete sabah bir podcast’te konuşuyor, akşam spor programına konuk oluyor, magazin basınıyla gelir adaleti konuşuyor, Snapchat üzerinden sağlık sistemi reformu anlatıyordu. Kısa sürede ismi ABD’de tanınır oldu; Fox ve CNN’de yaptığı iki yayın ise adını, anketlerin başına doğru çıkardı. O odadaki üç kişiden biri, medya danışmanı Lis Smith, bu taktiği ‘Her Yere Git’ diye özetliyor.
Türkiye’de AKP’ye muhalif olan herkesin bu tarihi yolculuktan ders çıkarması gerek. Zira -sözde- ana akım medyanın kapıları, onlara kapalı. Meral Akşener yayına çıktı diye Habertürk’e ceza kesen bir RTÜK ve göbeğinden iktidara bağlı iş adamlarının yönettiği basın, sürekli kontrol altında tutuluyor. Bu ortam, muhalifleri seslerini çıkarabilmek için yeni yollar bulmak zorunda bırakıyor.
Evin salonundaki televizyonun önünde elma yiyen aile profilinin sonu geldi. Artık herkes kendi ‘elma’sına bakıyor, kendi yarattığı medya ortamında zaman geçiriyor.
Hoş, baskıcılığın ötesinde 90’ların ezberleri de bozuldu artık. Hürriyet’in kimi desteklediği, iktidarı belirleyebilecek güçte değil. Hatta hemen hemen hiç kimsenin umurunda bile değil. Hayat, büyük medya şirketlerinin cafcaflı stüdyolarında akmıyor artık. Medya artık mass, yani geniş kitleler için kendini tasarlamıyor. Birey kendi seçtiği mecralardan içerik tüketiyor. Evin salonundaki televizyonun önünde elma yiyen aile profilinin sonu geldi. Artık herkes kendi ‘elma’sına bakıyor, kendi yarattığı medya ortamında zaman geçiriyor. Sevgililer Netfix’te bir diziyi aynı anda izlemeyi beceremiyorlar.
Bu, medyanın da çeşitlenmesine ve hatta birey bazına inmesine denk düşüyor. Türkiye’nin 22 yıl boyunca hemen her cuma evine konuk ettiği Beyazıt Öztürk’ten çok, Orkun Işıtmak izleniyor bugün. Kimse cumaları saat 23’te ekran başında reklamların bitmesini beklemiyor, 5 saniye bekleyip Youtube reklamlarını geçiyor. Cüneyt Özdemir’in Youtube kanalı, her gün Hürriyet’in tirajından fazla insana hitap edebiliyor. Milliyetçi gençleri Yeniçağ gazetesi değil Oğuzhan Uğur yönlendiriyor. Markalar, Instagram canlı yayınlarına on binlerce TL’lik reklamlar veriyor.
Zira KONDA’nın Medya Raporu da konvansiyonel gazetelere güvenin geçtiğimiz 10 yıl içinde dramatik bir şekilde yüzde 7,2’ye düştüğünü gösteriyor. Televizyondan haber takip eden kitle sürekli azalıyor. İnsanlar, tirajları da benzer bir trendle düşen gazeteler yerine internet sitelerinden ve Youtube gibi mecralardan habere ve medya içeriğine ulaşıyorlar. Üstelik bu mecraların kullanıcıları da hayat tarzlarıyla ayrılmıyor, genç Türkiye mozaiğini yansıtıyor. Özetle yeni dünya, haber kanallarının ışıkları altında geçmiyor ve bu gerçekliğe ayak uydurulmadığı sürece siyasi partilerin etki alanları genişlemiyor.
Cesur Yeni Medya’da Klişeci Eski Muhalifler olmak, yetmiyor. Herkese ve her yere gitmek; bireyselleşen medya düzeninde, bireylere hitap etmekten çekinmemek gerekiyor.
Fakat Türkiye’de muhalif fikir babalarının 90’lardan çıkamadığı açıkça ortada. Yeni düzene ayak uydurmaya çalışarak Youtube yayıncılığına girişenler, ilk iş olarak CNN Türk’ü anımsatacak stüdyolar kiralıyorlar; sunucularını TRT spikerleri yetiştiren kurslara gönderen yerlerden sonuç almaya çalışıyorlar. Spor yorumcularının arasına oturan Pete’i geçtim, tarih konuşan İlker Canikligil ve Emrah Safa Gürkan’la bile temas eden oldu mu acaba? Bütün bunların ötesinde daha güçlü Facebook grupları kurmayı bile beceremediler. Twitter’da üç tane güçlü hesaptan retweet beklemek gibi umutları var, hemen hepsini sadece ‘TC Bilmem Kim’ isimli abiler ve ablalar umursuyor. Cesur Yeni Medya’da Klişeci Eski Muhalifler olmak, yetmiyor. Herkese ve her yere gitmek; bireyselleşen medya düzeninde, bireylere hitap etmekten çekinmemek gerekiyor. Bir Haluk Levent, bin Halk TV yayınına bedeldir.
Tabii ki Türkiye’ye hâkim olan partizan atmosfer, siyasetin dışında kalan yayın ve yayıncıları sınırlıyor. Kişiler, endişeleriyle birlikte var olmaya çalışıyorlar. Bu hakikati dışlayarak yol almak, pek mümkün değil. Ama statükoyla kavga ederek yapılan, aslında sadece sınırların zorlanmasını engellemekten ibaret. Siyaset dilini değiştirmek, herkesin ilgisini çekecek kişilikleri politikaya katmak, aktif siyasi rol almasa da toplumun saygı duyduğu ve sözüne güvendiği insanlarla bir araya gelmek elzem. Ekrem İmamoğlu’nun mazbatası iptal edildiğinde yaptığı ‘’Herkes konuşacak’’ çağrısı ne çabuk unutuldu.
Fakat bütün bunlar kitle iletişiminin sonuna geldiğimiz anlamını da taşımıyor elbette. Geniş kitlelerin aynı anda tükettiği medya hâlâ önemli. Ama aynı anda tüketildiği takdirde önemli. Reklamcı Andrew Essex, ‘The End of Advertising’ kitabında da bu konuyu işler. Essex, reklamların yalnızca birkaç yıl önce insanların sohbet gündemini belirleyen hikayeler olmaktan çıkıp ‘Reklamı Geç’ butonuna dönüştüklerini söyler. Bunun yegâne istisnalarından biri ABD’nin en çok izlenen programı ve dolayısıyla en pahalı reklam kuşağının olduğu Amerikan futbol liginin finali Super Bowl’dur. Burada fark, herkesin aynı anda aynı içeriğe maruz kalmasıdır.
Yani, herkesin izlediğinden eminseniz anlamı ve gündem yaratma gücü var. Bu, yeni medya sistemini anlayabilen ve buna göre hareket edebilenler için önemli bir avantaja dönüştürülebilir. Tıpkı Super Bowl gibi, ana akımda görünen bir muhalifin normalden epeyce büyük bir kitleyi televizyon başına geçirmesi mümkün olacaktır. Zira KONDA’nın dikkat çeken bir diğer verisi ise eskinin ana akımının -çoğunlukla- bugün zaten siyasi fikri oluşmuş insanlar tarafından izleniyor olduğu. Fox ve -bir nebze- Habertürk haricinde insanlara günlük haber veren kanalların izleyicileri parti çizgileriyle ayrılıyor. AKP’liler Halk TV’yi, CHP’liler A Haber’i izlemiyor. Fox ve Habertürk’ü takip edenlerin önemli bir kısmı ise kendilerini ‘kararsız’ olarak tanımlıyor. Dolayısıyla karar verebilmek için ekran başına geçiyor. Bu fırsatı tepmenin anlamı olmamakla birlikte, seçmenle iletişimin İsmail Küçükkaya’nın Demokrasi Meydanı’ndan ibaret olmadığını da kabullenmek gerek.
Yankı odalarından çıkmanın yolu, o odalardaki alkışla yaşamayı bırakmak.
Muhaliflerin gediklisi olduğu kanalların muhalefete kazandırdığı hiçbir şey yok. Zaten birbirini takip eden hesapların, aynı isimlerin konuşmalarını paylaşıp durması da bir işe yaramıyor; hatta zaten kızgın olmaya meyilli milyonları, daha da öfkeli ve iletişim kurulamaz hâle getiriyor. Yankı odalarından çıkmanın yolu, o odalardaki alkışla yaşamayı bırakmak. 90’larda siyaset ve siyasetçiler için çizilen dar çemberin dışına çıkmak zorundalar. Saatlerce rap müzik dinleyen, aile evlerinden çıkamamış, üniversite diplomasının hayatta hiçbir işe yaramayacağını kabullenmek zorunda kalan öfkeli çocuklar; o çemberin içinde değil. Modern hayat tarzından keyif alan ama ailesi dindar gençlerin de o yankı odalarında yeri yok. Ama ikna edilmeyi bekleyenler, onlar.
Ne yazık ki yeni medya düzeninin ve Türkiye yapısının çok uzağında bugün muhalefet. İnsanlarla konuşamıyor. Zoom ile birkaç eski ana akım medya mensubunun yayınlarına katılarak da ulaşamayacak, ayda bir ana akıma konuk olarak da. Bunlar yeterli değil. İnovatif ve cesur olmak, herkese ve her yere gitmek zorundalar. Bireylere, onları bireysel alanlarından çıkarmadan ulaşmak zorundalar. Pete gibi olmak zorundalar. Bütün o kalabalık parti teşkilatlarının, istişare toplantılarının zamanı geçti; artık herkes bir ofiste üç kişi oturarak başkanlığa gidebilecek yolu inşa edebilir. Hürriyet’te manşet olduk diye sevinenlerin zamanı değil.