Written by 16:47 Makaleler

Bu Bir İdam Tanıklığıdır!

Savash Porgham yazdı…

İdam insanlık onuru ve haysiyetine aykırıdır. En “insani” yöntemle infaz edilse bile böyledir.

Daha önce de idam konusunda yazılar kaleme almıştım. Kabul etmek lazım; idam çok çetrefilli, girift ve çok yönlü bir olgu. Konuya hükümlü, hükümlü yakınları, maktul, maktul yakınları, toplum ve devlet perspektifinden bakıldığında hepsinin birbirinden farklı düşündüğü görülür. Ama benim perspektifim bu konuda net: Ben kendi gözlerimle şehir meydanında bir idama tanık olmuş biri olarak kategorik biçimde idama karşıyım!

Türkiye’de özellikle kamuoyunda infial yaratan olaylardan sonra idam konusu temcit pilavı gibi ısıtılıp önümüze konuyor ve genellikle de devlet destekli bir süreç işliyor. Yani idam bir politik aparat olarak kullanılıyor. İdam karşıtı olduğumu söylediğimde “Senin sevdiklerinin başına gelseydi yine aynı mı düşünecektin?” tepkilerini duyar gibiyim. 

Cevabım yine aynı; sevdiklerimin başına gelse de idama karşıyım ve bu konuda sırtımı bir anneye, İranlı Samareh Ali Nezhad’a dayıyorum. Samareh Ali Nezhad kim midir? Oğlunun katili, boynunda yağlı ilmek ile elleri ve gözleri bağlanmış bir halde infazını beklerken son saniyede ona bir tokat atıp “seni affediyorum” diyen ve ardından oğlunun katilinin annesine sarılan yüce gönüllü bir kadındır. Kendisi Türkiye’ye de davet edilip yılın annesi olarak ödüllendirilmişti. 

Samareh Ali Nezhad gibi onlarca anne, baba, kardeş ve eş var. Yani sevdiklerinin başına geldiğinde bile idam yoluyla katli meşru görmeyen ve affeden insanlar var. İran Yargı Erki’nin resmî verilerine göre, geçtiğimiz yıl kısas üzerinden idama mahkûm olan 300 kişiden 230’u Evliyayi Dem (Kan Sahipleri) tarafından affedildikleri için idam edilmekten kurtuldu. Elbette aralarında para için affedenler de yok değil ama ağırlıklı olarak insani nedenlerden dolayı aileler af yoluna gidiyorlar. Bundan dolayı da “Senin sevdiklerinin başına gelseydi yine aynı mı düşünecektin?” tepkisinin ayakları idamı meşrulaştırmak konusunda yere çok da sağlam basmıyor.

İdamın “ibreti âlemlik” bir durumu var mı, yani ne kadar caydırıcı? “Taksim meydanında bunlardan ikisini sallandırsak” hakikaten de suç oranları düşer mi? İdamın uygulandığı 58 ülkedeki suç oranlarına şöyle bir göz ucuyla baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığını görüyoruz. Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) verilerine göre, geçtiğimiz yıl dünya çapındaki idamların infaz edilme oranları üçte bir azalarak son 10 yılın en düşük seviyesine indi. Çünkü dünyada idam cezalarının infaz edilme eğilimi düşüş trendinde ve idam cezasını kaldıran ülke sayısı gün geçtikçe artıyor. Yani idamların caydırıcılığı ve suç oranlarını düşüreceği savı da tartışmaya bir hayli açık. 

İdamın tek bir “kullanışlı” yönü var o da politik infazlar. Yine Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre, geçtiğimiz yıl dünyadaki idamların %78’i İran, Suudi Arabistan, Vietnam ve Irak’ta gerçekleşmiş. Çin ise başlı başına bir “politik idam cehennemi” ve bu konuda dışarıya hiçbir bilgi sızdırmıyor. Geçtiğimiz yıl kayıtlara geçtiği kadarıyla İran’da en az 253, Suudi Arabistan’da 149, Vietnam’da 85 ve Irak’ta 52 idam cezası infaz edildi. 

İran Yargı Erki’nin yukarıda verdiğim verilerine göre eğer 230 kişinin idamı geçtiğimiz yıl aileler tarafından affedilmişse infaz edilen diğer 253 idamın anlamı nedir? Anlamı, ağırlıklı olarak muhalif olarak görülenlerin siyasi nedenlerle idam edildiği gerçeğidir. Yani idam isteyen veya idam cezası uygulayan devletlerin suç oranlarını düşürmek için caydırıcılık yaratmak gibi bir niyetleri yok, asıl istedikleri idam gölgesi altında muhalefeti tamamen etkisiz hale getirip susturmaktır. İdamın uygulandığı yüzyıllar boyunca da hedef hep bu olmadı mı? 

İdam insanlık onuru ve haysiyetine aykırıdır. En “insani” yöntemle infaz edilse bile böyledir. İdam edilenlerin o an neler hissettiklerini hiç düşündük mü, yoksa “hak etmişler, beter olsunlar” mı diyoruz? ABD’de 2005’te yapılan iki araştırmaya göre zehirli şırıngayla infaz edilen idamlarda hükümlülerin %44’ü ölümleri sırasında olanların farkındalar ve acı çekiyorlar ancak zehir kaslarını felç ettiğinden bağıramıyorlar ve hareket edemiyorlar. Ayrıca kalbi durdurması beklenen zehir bazen işe yaramıyor ve mahkûmlar nefes alamadıkları için yavaş yavaş boğularak ölüyorlar. 

İster zehirli şırıngayla ister asılarak veya herhangi bir yolla infaz edilsin, devlet eliyle cinayet işlenmesini tasvip edip alkışlamak mümkün mü? Hele hayatı boyunca hiçbir idamın infazını kendi gözleriyle görmemiş ve belki de hiç görmeyecek olanların özellikle de sosyal medya yaygarası ve konforuyla idam ve ölüm çığırtkanlığı yapmasının hiçbir anlamı yok.  

Ben İran’da 2009 yılının soğuk bir kış gününde şehir meydanında yapılan bir idamın infazına hasbelkader şahit oldum. Elbette bir sokak infazıyla karşı karşıya olduğumu bilmiyordum. Kalabalık bir insan grubunun güle oynaya elinde çerezlerle bir yöne doğru gittiğini gördüm. Merakım uyandı “Neler oluyor?” diye ve peşlerine takılıp onları bir süre izledim. Kalabalık giderek artıyordu. Önce eylem veya kültürel bir etkinlik olduğunu sandım ama polisin insanlara karşı yumuşak tavrını ve barikatın ardından vince bağlanmış ilmeği görünce neler olduğunu anladım. 

Önce gitmek ve kalmak arasında tereddüt ettim çünkü böyle bir şeyi canlı olarak izlemek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Amacım bir insanın son anlarını izlemek değildi ama kaldım çünkü anlamam gerekiyordu. İnsanlar çocuklarının ellerinden tutup onları idam izlemeye getirmişlerdi ve olan bitene karşı en ufak bir tedirginlikleri ve itirazları görünmüyordu. Bunca yıl boyunca insanların çocuklarıyla birlikte nasıl bu infazı izleyebildiğini hala anlayabilmiş değilim.

Sonrasında gözleri, elleri ve ayakları bağlı mahkûmu üç maskeli ve polis üniformalı cellat vince yaklaştırmaya başladılar. Vincin başı hala kurtuluş umudunun olduğu son yerdir çünkü idam mahkûmlarının aileleri son ana kadar maktul yakınlarının affını sağlamak için uğraş verir ve pek çok kişi ilmek boynundayken son anda idamdan kurtulmayı başarmıştır. Tuhaf bir acı hissi yaşatır o süreç, en azından ben izlerken yaşamıştım. O gün şanslı bir gün değildi ve maktulün ailesi rıza vermeyerek idamın infazını istedi. Mahkûm vinçte yükselirken arkamı dönüp gittim; ardımda ıslıklar, alkışlar, sevinçle salavat edenler, gülen ve eğlenen çocuklar ve bir de merhametsizliğe isyan eden küçük bir grup bıraktım.

Kendimi çok sıkı ve güçlü biri olarak bildim hep ama bir daha hiç iyileşmeyecek bir mide rahatsızlığına ilk kez o idam gününün akşamı yakalandım ve uzun süre gözüme uyku girmedi. Dayanamamıştım bu sahneyi izlemeye ve kaldıramamıştım olup biteni ama beni yoran bir insanın ölümünü izlemekten öte oradaki halkın vicdanen ölümünü izlemek olmuştu. Ben böylesi saf bir kayıtsızlığı ilk kez o zaman görmüş ve yaşamıştım ve insana dair ilk yumruğu o gün tam midemin üstüne yemiştim. Bir hafta yemek yiyememiş olmam da insana isyanımdandı aslında.Kıssadan hisseye gelecek olursak, idam tuhaf bir şeydir, görmeyen bilemez. Her görende de aynı etkiyi yaratmayabilir ama idamın cezasının bir cinayet olduğuna dair hiçbir şüphe yok. Konforlu alanlarımızdan başkalarının “yasal olarak öldürülmesi” için alkış tutmayalım artık; kendi yakınlarımızın başına gelse bile çünkü ölümü ölüm temizlemiyor, çivi çiviyi sökmüyor.


Savash Porgham

1985 yılında İran’ın Urumiye şehrinde doğdu. Türk, Kürt ve Arap kökleri olan bir ailenin mensubu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır.

“Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Keskin Kılıcı: Haber” kitabının yazarlarından. “Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Uzmanlık Alanları” kitabının bölüm yazarı. 2012 yılı Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Araştırma/İnceleme Haberciliği ödülü sahibi. Ulusal ve Uluslararası basın mecralarında yayınlanmış haber, röportaj, makale ve çeviri çalışmaları bulunuyor.

(Visited 8.380 times, 1 visits today)
Close