Küreselleşmenin olgularından birisi olarak yükselen yeni bölgeselleşme hareketleri, günümüz uluslararası sisteminin şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Yoğunlaşan bölgesel ilişkilerin siyasi, ekonomik ve kurumsal alanlarda daha büyük ulus-üstü işbirliklerinin bir parçasını oluşturması, bölgeselleşmeyi sistemde genelleşmiş bir olguya dönüştürmüştür. Küreselleşme uluslararası pazarların bütünleşmesini ve ulus-üstü kurumların doğmasını sağlarken bölgesellik, bölgesel örgütlerde hayat bulmuştur.
Ancak bölgeselleşme olgusu çok daha öncesinde, küreselleşmeden de önce doğmuştur. Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN), Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), Arap Birliği gibi bölgesel örgütler “eski bölgeselcilik” adı verilen bu kategoride değerlendirilebilir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından doğan uluslararası sisteme tepki olarak gelişen eski bölgeselcilik, barındırdığı karakteristikler bakımından “yeni bölgeselcilik” akımının neredeyse tersidir.
Eski bölgeselcilik, güvenlik temelinde bir araya gelen güvenlik topluluklarının içine kapanık, ittifak temelli hareket eden, hegemonik siyasetin etkisinde, iktisadi faktörlerin (insan, sermaye, finans vs.) dolaşımının sınırlı olduğu bir akım olarak tanımlanabilir. Karl Deutsch’a ait bir kavram olarak güvenlik topluluğu, siyasal etkileşim-iletişim temelinde bir araya gelen grupların çatışmayı durdurmak için giderek daha da bütünleştiği bir topluluk biçimidir. (Ditrcyh, 2014)
Yeni bölgeselleşmeyi tanımlamak için ise Söderbaum’un tezi kullanılabilir: bölgesel ticari etkinliklerin çoğaldığı, küresel ekonomiyle bütünleşen, çok-boyutluluk ve çoğulculuk üstüne temellenmiş, ulus-ötesi sivil toplum aktörlerinin inisiyatifinin göreceli olarak arttığı bir dalga olarak ele alınabilir. (Söderbaum, 2015)
Bu makalede ise Arap Birliği, eski ve yeni bölgeselleşme çerçevesinde uluslararası politik ekonomi disiplinine göre incelenecektir. 1973-74 petrol ambargosunun ve ondan doğan 1974-75 krizinin dünyada yol açtığı siyasi-iktisadi dönüşümler, eski bölgeselcilikten yeni bölgeselciliğe doğru evrilen bir bölgesel dönüşüm süreci başlatmıştır. Arap Birliği ülkeleri başarısız bölgeselleşme deneyimleri bir yana, mevcut küresel dönüşümleri dünya sisteminin parçası olarak benimsemek durumunda kalmışlardır.
Arap Birliği’nin çevre ve yarı-çevre ekonomilerinin neden başarısız bir bölgeselleşme projesi gerçekleştirdiklerinin kökleri, kuruluşundan itibaren tarihsel bir şekilde incelenmelidir. Eşitsiz-bileşik gelişme sonucunda bazı ülkelerin dünya sistemine daha erken, bazılarının daha geç eklemlenmesinin yarattığı çatışma durumu da ölçüt olarak alınmalıdır. Eşitsiz-bileşik gelişme ve dünya sistemi teorileri bağlamında Arap Birliği’nin ve Arap bölgeselleşmesinin politik ekonomisi anlaşılırsa Arap Baharı’na şekil veren dinamikler daha iyi kavranabilir.
Eski Bölgeselcilik
Arap Birliği bölgeselleşmesinin değerlendirilmesinde, eşitsiz-bileşik gelişme olgusu ve Arap ülkelerinin dünya sistemine farklı tarihlerde eklemlenmesi önemlidir. Mısır, Suriye, Lübnan gibi ülkelerin Osmanlı yönetimi altında bile halihazırda dünya sistemine eklemlenmiş olmaları, bağımsızlıklarından çok önce gelecekteki toplum yapılarının temelini oluşturmaya başlamıştır. Buna karşın Suudi coğrafyası gibi uzun dönem neredeyse sistemden yalıtılmış bir alan olarak yaşayan ülkeler, sisteme geç eklemlenmelerinden ötürü diğer Arap ülkelerinin toplumsal ilerlemesini yakalayamamıştır. Bu da Arap ülkeleri arasında birtakım eşitsizliklerin doğmasına, ulusal çıkarlarının farklı yönlerde şekillenmesine neden olmuştur.
Arap Birliği ülkeleri dünya sistemine eklemlenmelerinden bu yana iki farklı dönemi yaşamıştır. Her iki dönem de 1974-75 dünya krizinin başlattığı dönüşümlerle, öncesi ve sonrasıyla birbirinden ayrılmaktadır. 1974-75 öncesinde eski bölgeselci akımın karakteristiklerini taşıyan Arap Birliği, aynı krizin ardından dünya sistemindeki dönüşümlerle paralel yeni bölgeselci akımın parçası haline gelmiştir. Hem küreselleşmenin, hem de neoliberal dönüşümlerin temelini hazırlaması bakımından 20. yüzyılın ortasında yaşanmış bu dünya krizi önemlidir. Hatta günümüz itibariyle düşünüldüğünde, Arap Baharı gibi toplumsal hareketlere uzanan büyük bir dönüşümü başlatan bu kriz, bir başka çağın açıldığının da habercisidir. Bu yüzden Arap Baharı’nı, uluslararası politik ekonomi açısından 2008 krizinin açtığı dönüşümlerin sosyal-siyasal ifadesi olarak değerlendirmek gerekir.
Arap Baharı’nı, uluslararası politik ekonomi açısından 2008 krizinin açtığı dönüşümlerin sosyal-siyasal ifadesi olarak değerlendirmek gerekir.
Eski bölgeselciliğin politik ekonomisi dahilinde gelişim gösteren Arap Birliği ülkeleri, döneminin Bağlantısızlar Hareketi’ne mensup yarı-çevre ve çevre ülkeleriyle benzer yapılara sahiptir. Eski bölgeselci politik ekonominin korumacı, ithal ikameci, kamu iktisadi teşebbüsü yoğunluklu, iç piyasaya dönük, ulusal kalkınmacı yapısı dönemin politik ekonomik karakteristiklerini oluşturmaktadır. Mısır, Lübnan, Suriye gibi dünya sistemiyle daha erken bütünleşmiş ve önemli ticaret rotaları üstünde bulunan bölgelerde yetişen orta tabakaların, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından başlattıkları bağımsızlık hareketleri, İkinci Dünya Savaşı ertesinde daha siyasal ve iktisadi taleplerle devam etmiştir. Küçük burjuva orta tabakaların[1] yarattığı siyasal-toplumsal dönüşümler, farklı devlet ve toplum biçimlerini doğurduğu için bölgede ulusal çıkarlar farklılaşmıştır.
Bölgenin gerek maddi güç kapasitesiyle, gerek iktisadi gelişmişliğiyle hegemonik adayı olan Mısır’da, Hür Subaylar Darbesi’yle ordu seçkinlerinin siyasal iktidarı devralması Ortadoğu’da iki devlet tipi inşa etmiştir: sosyalist-cumhuriyetçi devletler ve monarşist-gelenekselci devletler. Mısır gibi ülkelerde ordu, erken dönemde orta tabaka halk kitlelerinin siyasal iktidara ulaşmak adına kullandığı temel kanallardan birisidir. Zira ordu üyelerinin çoğunluğunun köylü ve şehirli orta tabakalardan çıkması nedeniyle ordu, bu tabakaların siyasal iktidar yönünde baskı araçlarından birisini oluşturur. Mısır özelinde aynı halk tabakalarının sadece otuz yıl öncesinde İngiliz mandacılığına karşı ayaklanmış olmaları, bunun Afrika’da yükselen kurtuluş hareketleriyle bütünleşmesi, sol milliyetçi anlayışın doğmasındaki etkenlerden birisi olmuştur. Monarşi darbeyle devrildikten sonra, yoksul kesimlerle ittifak yapmış olan orta tabakalar öncülüğündeki ordu elitlerinin önündeki tek seçenek “cumhuriyet” olarak belirmiştir.
Mısır’da, Hür Subaylar Darbesi’yle ordu seçkinlerinin siyasal iktidarı devralması Ortadoğu’da iki devlet tipi inşa etmiştir: sosyalist-cumhuriyetçi devletler ve monarşist-gelenekselci devletler.
Bunun aksine Suudi coğrafyasının kapitalist dünya sistemine geç eklemlenmesi; bölgedeki sosyal sınıfların, metropol ilişkilerinin ve sivil toplum bilincinin gelişimini de engellemiştir. Suudi toplumunun Mısır’ın aksine, kendi muhafazakar yapısını korumayı nasıl başardığı noktasında, eski bölgeselcilik bağlamında şöyle bir tespit yapılabilir: İkinci Dünya Savaşı’nın bölgeselciliğinin etkilerinden birisi de kapalı bölgeselci bir yapıya sahip olmasıdır. Kapalı bölgeselciliklerde toplumların dış dünyayla ilişkileri, sivil aktörler yerine siyasal aktörlerle sınırlıdır. Bu da zamana yayılarak gelişen, sistemin evrensel yapısıyla bütünleşen bir toplum yapısının önüne geçmiştir. Eski bölgeselciliğin kapalı bölgeselci yapısının Suudi siyasal iktidarının korunması bakımından bir şans olduğu bile söylenebilir. Aile, klan, köy, territoryal devlet ve hepsinin üstünde yükselen din alanına dair gelenekselci ilişkilerin (Valbjørn, 2009), dönüştürülecek maddi temelden yoksun olması, Körfez topluluklarında gerekli dönüşümlerin devlet iktidarına bırakılmasına neden olmuştur. Sosyal hareketlerin belirleyen rolüne büründüğü Doğu Akdeniz toplumlarında ise, Körfez toplumlarının aksine, halk-devlet arasındaki akışkanlık daha fazladır. Çünkü sivil toplumun alanı, politik alana varacak bir dizi ilişkileri sağlayacak kadar yoğun bir güce sahiptir. ,
Arap toplumları eski bölgeselcilikten küreselleşmeci yeni bölgeselciliğe giden yolda iki önemli dönüşüm geçirmişlerdir: 1967-1973 arasında sivil dönüşüm, 1974-79 arasında iktisadi dönüşüm. 1967 Savaşı’nın getirdiği büyük yenilgide İsrail tarafından Mısır’ın maddi güç kapasitesinin önemli bir kısmının imha edilmesi, Sina’nın İsrail tarafından ele geçirilmesi, Mısır’ın hegemonik konumunu bir hayli zayıflatmıştır. 1950’lerden beri yükselen pan-Arabizmin 1967 yenilgisiyle büyük yara alması, üstelik Mısır’ın sahadaki aktörleri güç kapasitesi yıkımından dolayı kontrol etmesinin zorlaşması, bunu takip eden yıllarda Nasır’ın ölümü, köklü bölgesel değişikliklerin başlangıcını olmuştur. Sivil toplumda yumuşak gücünü, politik düzeyde ise temellendiği maddi kapasiteyi yitirmesi açısından kavmî milliyetçilik, teritoryal alanla sınırlanmış daha vatani bir milliyetçilikle ikame edilmiştir.[2] (Dawisha, 2003)
Aynı devirde eski bölgeselciliğe eşlik eden bir gelişme daha olmuştur: içine kapanan bölge devletlerinin Süveyş Krizi (1956) örneğindeki gibi yabancı şirketleri kamulaştırmaları, bu şirketlerin bölgedeki yatırımlarına eşlik eden ulusal bir sermayenin gelişmesini sağlamıştır. Kamu yatırımları öncülüğünde gelişen devlet sermayesi hem siyasal gruplar arasında paylaşım krizi, hem de toplumsal sınıflaşmada değişiklikler meydana getirmiştir. Mısır gibi devletlerin yarı-sanayileşme süreçlerini başlatan önemli hususlardan birisi olmakla birlikte, metropollerin kırlara üstünlüğünü ortaya çıkarmış ve giderek büyüyen bir ücretli işçi sınıfı oluşturmuştur. (Mandel, 1995) Sanayinin gelişimini haber eden bu gelişme ve devlet sermayesinin birikiminin boyutları, yeni bölgeselleşmeye giden yolda iki temel gelişmenin habercisi olacaktır.
İçine kapanan bölge devletlerinin yabancı şirketleri kamulaştırmaları, bu şirketlerin bölgedeki yatırımlarına eşlik eden ulusal bir sermayenin gelişmesini sağlamıştır.
Yeni Bölgeselcilik
Sosyalist-cumhuriyetçi ve monarşist-gelenekselci ülkelerin toplum yapılarının ulusal çıkarın farklılaşmasındaki etkisi, Arap milliyetçiliğinin temsilinin kim tarafından gerçekleştirileceğinde ön plana çıkmıştır. Sosyalist-cumhuriyetçi koalisyona önderlik eden Mısır ile monarşist-gelenekselci koalisyonun temsilcisi Suudi Arabistan arasındaki gerginlik, eski bölgeselleşme çatısında sağlıklı bir bütünleşmeyi engellemiştir. Zaten Arap Birliği’nin kurucu metinlerinde siyasal organlara biçilen görev ve yetkiler de oldukça sınırlıydı.
Tüm bunlara rağmen, her iki koalisyonun da mensubu olduğu kapitalist dünya sistemi, yeni bölgeselleşme yolunda bölge devletlerinin içsel değişmesinin ana motorunu oluşturacaktı. 1973 Yom Kippur Savaşı bölgedeki değişimlerin fitilini ateşleyecek esas kırılma anıydı. Nasır’ın ardından iktidarı devralan Enver Sedat’ın kadrosunun kendisini ispatlaması, diğer bürokratik kadroların halk nezdinde geriletilmesi için önemliydi. Bunlara ek, dünyada 1967’den beridir yükselen enflasyon krizi, bölge devletlerinin eline önemli bir silah vermişti: petrol ambargosu.
Uluslararası politik ekonomi yorumlamalarında savaşa tepki olarak gösterilen petrol ambargosu, genellikle bağlamından koparılarak ele alınmaktadır. Halbuki, petrol ambargosu bölge devletlerinin bağımsız şekilde yaptıkları bir tercihten çok, yükselen dünya enflasyonunun bir sonucuydu. Dünya Bankası’nın verilerine göre enflasyonda yıllık artış 1969’da yüzde 4.9, savaş arefesinde (1972) ise yüzde 6.4’tü. (World Bank, Inflation, GDP Deflator, 2021)
1973 Yom Kippur Savaşı bölgedeki değişimlerin fitilini ateşleyecek esas kırılma anıydı.
Sadece dünya enflasyonu değil, petrol ambargosunun hayat bulduğu ortam, kapitalist dünya sisteminin o döneme kadar mevcut olan temel direklerinin çatırdadığı bir dönemdi. Nixon yönetiminin doların altına dönüştürülebilirliğini sonlandırması, Bretton Woods’un terk edilmesi, hammadde fiyatlarının yükselişi, doların değerinin düşmesi, sonun başlangıcı olmuştur. (Garavin, 2011) Ayrıca pek çok devletin zamanında petrol kalemlerinde işlem gören şirketleri kamulaştırmış olması, petrol arzını kısarak fiyatları manipüle edebilme konusunda fırsat veriyordu. (Mitchell, 2010) 1973-74 ambargosunun yarattığı 1974-75 dünya krizi ardında hem başarısız bir politika bırakmış, hem de Arap devletlerinin telafi edemeyeceği bir ekonomik durgunluk getirmiştir. Ekonomik durgunluğun küreselleşmeyle çakışması, yarı-çevre ve çevre ülkelerin ihracat ve yatırım odaklı büyüme stratejisinin motoru olmuştur. Elbette ekonomik eşitsizliğin artması pahasına.
İthal ikame ve korumacılığın geride bırakılarak kamu yatırımlarının terk edildiği bir dönemde, çevre ve yarı-çevre ekonomileri ihracat ve yatırım odaklı büyüme stratejisine geçmiştir.
Petrol ambargosunun istenen sonuçları vermemesi, Arap ülkelerini krizdeki dünya sistemine tabi konuma itmiştir. İthal ikame ve korumacılığın geride bırakılarak kamu yatırımlarının terk edildiği bir dönemde, çevre ve yarı-çevre ekonomileri ihracat ve yatırım odaklı büyüme stratejisine geçmiştir. Ülkelerin sanayi yatırımlarının ilerlemesinin kentlerde biriken bir ücretli işçi sınıfı yaratması, dışarıdan gelecek yatırımlar için gerekli işgücünün zeminini hazırlamıştır.
Sedat Mısır’ının İsrail’le Camp David’de uzlaşma yoluna gitmesinin ardında, sistemsel dönüşümlere eklemlenme çabası yatmaktadır. Dış yatırımın talep ettiği politik istikrarın sağlanması ve Batı’dan gelecek sermayenin bölge müttefikleriyle iyi geçinilmesi, yatırım-ihracat stratejisinin başarılması hususunda önem arz ediyordu. Sedat’ın ekonomik liberalizasyonu, Mısır’ın devlet çıkarlarını bu neticede yeniden şekillendirmiştir. (Solingen, 2008)
Yeni bölgeselcilik, sahip olduğu birtakım özellikler bakımından küreselleşmenin dinamiklerini yansıtıyordu. Eski bölgeselcilik ne kadar kapalı ise, yeni bölgeselcilik o kadar dışarıya açıktı. Eski ne kadar korumacı ise, yeni de o kadar serbest girişimciydi. Buna ithal ikame yerine ihracat, kamu yatırımı yerine piyasa odaklılık, devlet inisiyatifleri yerine sivil aktör girişimlerini de eklemekte fayda var. Eskisinden farklı biçimde, küresel yönetişimin uzantısı bölgesel yönetişim yapılarının asli unsurlarına dikkat çekmekte fayda vardır. Dünyadaki ilişkilerin küreselleşmesi sonucu bu ilişkileri yönetmek için küresel yönetişim yapılarının doğması, aynı tarzda bir yapılanmayı bölgeselleşme için de gerekli kılıyordu. Bölgesel entegrasyon modellerinde, gümrük birliğindeki devletlerin iktisadi faktörleri birlik içinde serbestleştirmesi, takip eden üstyapı ilişkilerini yönetecek bir dizi kuruma ihtiyaç duyuyordu.
Eski bölgeselcilik ne kadar kapalı ise, yeni bölgeselcilik o kadar dışarıya açıktı. Eski ne kadar korumacı ise, yeni de o kadar serbest girişimciydi.
Arap Birliği ülkelerinin dünya sistemindeki konumları, bu tarz yönetişim yapılarını inşa etmelerine engel olmuştur. Sağlıklı bir bütünleşme modelinde iktisadi yoğunlaşmada bulunan devletler, kendilerinden daha büyük bir ilişki ağına sahip olduğundan, egemen yetkilerinin bir kısmını yönetişim yapılarına devrederler. Arap Birliği örneğinde ise bu tarz bir durum bulunmamaktadır. Bunun sebeplerinden birisi iki şeyin yoksunluğudur: bölgesel hegemonik devlet, yarı-çevre veya çevre ülke olmanın dezavantajları.
Bütün bölge pazarını kendi piyasası üzerinden çekip çevirebilecek bir hegemon devletin yoksunluğu, bölgenin kendi içinde birikecek bir iktisadi yoğunlaşmayı engellemiştir. Diğer yandan çevre ve yarı-çevre ekonomisi olmanın özelliklerinden birisi olarak eşitsiz mübadeleyle, bölge devletleri aralarında ortak pazar oluşturamamıştır. Küreselleşmeyle birlikte çevre ekonomilerinin ihracat odaklı üretime yönelmeleri, bu ihracatın odağının ise güçlü piyasalara sahip merkez ülkeler olmaları, çevre ülkelerinin aralarındaki yoğunlaşmaların önüne geçmiştir.
Bütün bunlara dünya sisteminin 70’lerden sonraki dengesiz gelişimi de eklenmelidir. 1979’da İran İslam Devrimi’yle yeniden patlak veren enerji krizi, buna ek dünya sisteminin giderek dengesizleşmesiyle ardı ardına kriz doğması, bölge devletlerinin sağlıklı iktisadi büyümelerini engellemiştir.[3] Dış yatırımın ucuz üretim faktörlerinin olduğu ülkelerde yoğunlaşmasıyla, Arap Birliği ülkeleri gibi çevre ekonomilerinde ucuz emek her defasında yeniden üretilmiştir. Bu da düşük ücretler, yaygın işsizlik gibi Arap Baharı’na giden yolda kronik sosyo-ekonomik bunalımların zeminini hazırlamıştır.
Arap bütünleşmesini engelleyen önemli etkenlerden bir diğeri ise alt-bölgeselcilik (sub-regionalism) fenomenidir. Alt-bölgeselcilik, bir bölgedeki bölgeselleşmenin coğrafyanın tamamını kapsamak yerine mikro alt bölgelerinde yoğunlaşmasını ifade etmektedir. Bu bağlamda Arap Birliği’nde iki farklı alt-bölgeselcilik eğilimi bulunmaktadır: Akdeniz alt-bölgeselciliği ve Körfez alt-bölgeselciliği. İlki Arap Mağrip Birliği, ikincisi ise Körfez İşbirliği Teşkilatı altında örgütlenmiştir. Bölgedeki iktisadi bütünleşme adına imzalanan Büyük Arap Serbest Ticaret Antlaşması ise alt-bölgeselci yoğunlaşmalardan ötürü başarısız bir girişim olmuştur. Arap Birliği, bu yüzden ekonomik bir bloğa dönüşememişti. Çünkü ticari yoğunlaşmanın seyri bölge piyasasına olmaktan çok, tipik bir bağımlılık ilişkisinde olduğu gibi, dünya metropol piyasalarına doğrudur. Alt-bölgeselcilik bağlamında ise Körfez-Akdeniz ülkelerinin kendi içindeki ticaretleri, hemen bu piyasaların ardından gelmektedir.
Arap Birliği’nde iki farklı alt-bölgeselcilik eğilimi bulunmaktadır: Akdeniz alt-bölgeselciliği ve Körfez alt-bölgeselciliği.
Dış yatırıma bağlı, ucuz emek yoğunluklu, eşitsiz mübadeleli, borca dayalı, ihracat odaklı gelişim öğeleri, Arap Baharı’na giden yolun taşlarını döşeyecektir. Arap Baharı ayaklanmaları sırasında ana akım iktisat yorumlamaları makroekonomik göstergeler açısından baktığında, ayaklanmaların kaynağını daha çok politik gerekçelerde bulmuştur. Bütçe dengesi, fiyat seviyesi, döviz kuru dengesi gibi göstergeler devletin bakış açısını yansıtırken, halk tabanında durum çok farklıdır: ekonomik eşitsizlik, kronik işsizlik, düşük ücretler gibi faktörler halkın öfkesinin sosyo-ekonomik bir temelle desteklendiğini göstermektedir. (Yamamoto, 2016) Örneğin bölgedeki işsizlik, hiçbir zaman yüzde 9’un altına düşmemiş; 2010’dan önce yüzde 10’a kadar yükselmiştir. (World Bank, Unemployment, total (% of total labor force), 2021) 2006’da yıllık yatırım GSMH’nın yüzde 6.1’ini oluştururken, bu rakam 2010’da keskin bir düşüşle yarı yarıya düşmüştür. (World Bank, Foreign direct investment, net inflows, 2021) Bu da Arap ülkelerinin yatırım hedeflerinin gerçekleşmediği anlamına gelmektedir.
Arap Baharı’nın dünya sisteminin krizi bağlamında okunması, bağımlılık çerçevesinde bölge ülkelerinin kökten bağlı olduğu metropol bölgeleri veri alınarak yapılmalıdır. Çevre Arap ekonomilerinin büyük kısmının Avrupa ekonomileriyle olan hem ticari hem de finansal bağı, Avrupa’dan yayılacak bir krize karşı onları hassas konuma getirmiştir. Bunun da etkisini 2008 krizinin devamı olarak 2010 Avrupa krizinde görmek mümkündür. Ayaklanmaların başlangıç tarihi, merkezdeki krizlerin çevredeki yansımaları göz önünde bulundurulursa birbirine oldukça yakındır. Ancak söylendiği gibi, ayaklanmalar sadece 2008 krizinin etkisi olmaktan ziyade, 1974-75 krizinden beridir dengesizleşmiş dünya sisteminin niceliksel birikimi olarak yorumlanmalıdır. Piyasanın yarattığı eşitsizlikler, kronik işsizlikler, büyüme stratejilerinin başarısızlıkla sonuçlanması, ucuz emeğin ekonominin temel bileşine haline gelmesi, altyapısal olarak ayaklanmaların temellerinden birisini oluşturmuştur. Nasıl 1974-75 krizi, petrol ambargosu sonucu dünyada küreselleşme yönündeki gidişatın habercisi olmuşsa; 2008 krizinin de bölgedeki yansımaları Arap bölgeselleşmesinde yeni bir dönemi başlatmıştır. Kriz, siyasal ifadesini hem Arap Baharı sırasındaki ayaklanmalarda, hem de iç savaşa dönüşen yüksek yoğunluklu çatışmalarda bulmuştur.
Sonuç
Arap Birliği nezdinde bir Arap bölgeselleşmesinin başarılamaması, iki sebepte aranabilir: dünya sisteminde Arap ülkelerinin çevre niteliği, Arap ülkelerinin sistemle eşitsiz-bileşik gelişimi. Birincisinde entegrasyon süreci başlatacak tarzda bir iktisadi yoğunlaşma, eski ve yeni bölgeselleşme tipinde farklı koşullar nedeniyle üretilememiştir. İlkinde devletlerin korumacı duvarlarla örülü iç piyasalara dönük faaliyeti, ikincisinde ise ihracat odaklı üretimin metropol ülkeleriyle bütünleşmesi sebebiyle.
Eşitsiz-bileşik gelişme cephesinde ise devlet çıkarlarının iç-toplumsal yapılar tarafından belirlenmesi söz konusudur. Dünya sistemine erken eklemlenen devletlerdeki orta tabakaların siyasi iktidarı devralabilmesine karşın, kırsal ve cemaat ilişkilerinin korunduğu Körfez devletlerindeki dönüşüm devletlerin eline kalmıştır. Bu da mevcut toplumsal yapıların aynı sistemle bütünleşirken farklılaşmasını, toplumların kendi özgün sosyal koşullarına sahip olmasını sağlamıştır.
Devlet öncüllü sanayileşmenin ve modernleşmenin doğurduğu şehirli ücretli işçi sınıfının doğuşu, değişen dünya sistemiyle birlikte yatırım odaklı büyüme için gereken sermayelerden birinin temelini oluşturmuştur. Bu sebeple zaten hammadde ihracatçısı olan Arap ülkeleri, küreselleşmenin ihracat-yatırım odaklı ve borç artışına dayanan ortamında, metropol ekonomilere daha fazla bağımlı hale gelmiştir. Bu bağımlılığın ise kapitalist dünya sisteminin krizlerinden etkilenmesi, Arap Baharı gibi bir dizi toplumsal değişimin önünü açacak süreçleri başlatmıştır. 1974-75 krizi nasıl bu süreci başlattıysa, 2008 krizinin ardından sık sık patlayan sosyal hareketler de daha farklı bir sürecin kapısını aralamıştır.
Kaynakça
Dawisha, A. (2003). Arab Nationalism in the Twentieth Century: From Triumph To Despair. New York: Princeton University Press.
Ditrcyh, O. (2014). Security Community: A Future For A Troubled Concept? . International Relations, 28(3), 351.
Garavin, G. (2011). Completing Decolonization: The 1973 ‘Oil Shock’ and The Struggle For Economic Rights. The International History Review, 33(3), 478-481.
Hurrell, A. (1995). Explaining The Resurgence Of Regionalism In World Politics. Review Of International Studies, 21(4), 341-343.
Mandel, E. (1995). Yarı-Sömürge Ülkeler ve Yarı-Sanayileşmiş Egemenlik Altındaki Ülkeler. A. G. Frank, & E. Mandel içinde, Ekonomik Kriz ve Azgelişmiş Ülkeler (s. 61-62). İstanbul: Yazın Yayıncılık.
Mitchell, T. (2010). The Resources Of Economics: Making The 1973 Oil Crisis . Journal Of Cultural Economy, 3(2), 195.
Solingen, E. (2008). The Genesis, Design and Effects of Regional Institutions: Lessons from East Asia and the Middle East. International Studies Quarterly, 52(2), 282.
Söderbaum, F. (2015). Early, Old, New And Comparative Regionalism: The Scholarly Development Of The Field. KFG Working Papers (s. 16). Berlin: SSRN Electronic Journal.
Valbjørn, M. (2009). Arab Nationalism(s) In Transformation: From Arab Interstate Societies To An Arab-Islamic World Society. B. Buzan, & A. Gonzalez-Pelaez içinde, English School Theory At The Regional Level (s. 143). New York: Palgrave Macmillan.
World Bank. (2021, 2 11). Foreign direct investment, net inflows. The World Bank Data: https://data.worldbank.org/indicator/BX.KLT.DINV.WD.GD.ZS?locations=ZQ adresinden alındı
World Bank. (2021, 2 10). Inflation, GDP Deflator. The World Bank Data: https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.DEFL.KD.ZG adresinden alındı
World Bank. (2021, 2 11). Unemployment, total (% of total labor force). The World Bank Data: https://data.worldbank.org/indicator/SL.UEM.TOTL.ZS?locations=ZQ adresinden alındı
Yamamoto, Y. (2016). Development Challenges and Solutions After the Arab Spring. A. Kadri içinde, Development Challenges and Solutions After the Arab Spring (s. 98-100). Londra: Palgrave Macmillan.
[1] Küçük burjuva kapsamının dönemine göre değişmesi ve muğlaklığı sebebiyle, orta tabaka kavramı kullanılacaktır.
[2] Kavmi milliyetçilik devlet sınırlarını aşan soy temelli bir milliyetçiliği temsil ederken, vatani milliyetçilik milletin sınırlarının territoryal devlet alanıyla sınırlı olduğunu ifade eden bir görüştür.
[3] Özellikle 80’ler ve 90’larda her iki-üç yılda bir patlak veren çeşitli ülke krizleri (Şili, Rusya, Arjantin, Meksika, Asya, Japonya vs.), dünya pazarının durumu hakkında bir fikir verebilir.
Doğukan Taşkıran
1997’de İstanbul’da doğdu. 2020’de Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi yüksek lisans programında öğrenimine devam etmektedir.
Politik ekonomi, uluslararası ilişkiler teorisi, siyaset teorisi üzerine yazmakta olup Gergedan Dergi’de aynı alanda yazı üretmektedir.