Geçtiğimiz günlerde Çin ve İran arasında imzalanan 25 yıllık ve 400 milyar dolarlık stratejik işbirliği anlaşması Ortadoğu, Uzakdoğu ve Transatlantik dengeler bağlamında pek çok tartışmayı beraberinde getirmiş durumda. Bir kesim bu anlaşmayı İran lehine desteklerken başka bir kesim ise bu anlaşmayla İran’ın Çin’e satıldığını ve zamanla bir Çin müstemlekesine dönüşeceğini düşünüyor. Hatta bazıları bu anlaşmayı İran’ın kuzey topraklarının bir kısmının Rusya’ya verildiği 1828 yılındaki Türkmençay Anlaşması’na benzeterek “TürkmenÇin” benzetmesinde bulunuyor. Bir hususu belirtmek gerekiyor; imzalanan anlaşma şu an bir stratejik mutabakat şeklinde ve henüz tarafları bağlayıcı bir nihai anlaşmaya dönüşmüş değil.
Bu anlaşmanın neleri ve hangi alanları kapsadığına dair taraflardan resmî bir açıklama yapılmasa da uzun zamandır varlığı bilinen bu anlaşmaya dair önemli bilgiler sızmış durumda. Anlaşmaya göre Çin İran’da, enerjiden altyapıya, tarımdan üstyapıya, ulaştırmadan denizciliğe, kültürden bilime, turizmden sağlığa, iletişimden güvenlik konularına, askeri ve ekonomik pek çok alanda aşamalı olarak 400 milyar dolarlık yatırım yapacak. Buna karşılık İran’dan petrol ve doğalgaz’ı %12 indirimli alacak, yatırımlarının riski için bir %8 indirim daha alacak ve diğer indirimlerle birlikte İran petrol ve doğalgazını toplamda %32’lik bir indirimle alacak. Çin, İran’dan aldığı petrolün parasını Yuan olarak her satıştan 2 yıl sonra ödeyecek. Ambargolardan dolayı İran’a para transferi mümkün olmadığından İran’ın parası Çin bankalarında bloke olarak kalacak ve bu para ancak İran’ın Çin’den ürün ve hizmet satın alması karşılığında kullanılabilecek.
Bazıları bu anlaşmayı İran’ın kuzey topraklarının bir kısmının Rusya’ya verildiği 1828 yılındaki Türkmençay Anlaşması’na benzeterek “TürkmenÇin” benzetmesinde bulunuyor.
Çin’in “Yeni İpek Yolu” projesiyle dünyanın 60 ülkesine 1.3 trilyon dolarlık yatırım yapma vaadi göz önünde bulundurulduğunda, İran’la varılan mutabakatın bu projenin bir parçası olduğu ve Çin’in jeopolitik yayılmacı politikalarını ortaya koyduğu açık. Öte taraftan Çin’in diğer ülkelerle yaptığı benzer anlaşmaların sonucunda elde ettikleri ve bu konudaki karnesi İran’la yaptığı anlaşmaya karşı çıkanların argümanlarını oluşturuyor. Pek çok örnekten bilindiği üzere, Çin yüksek faizle yüksek miktarlarda verdiği kredilerin ödenmemesi halinde ülkelerin liman ve adalarının kullanım haklarına onlarca yıllık ek anlaşmalarla sahip oluyor ve fiili olarak o ülkelerin topraklarının bir kısmına onlarca yıl el koymuş oluyor. Öte taraftan “yatırımlarını koruma” amacıyla askeri ve istihbarat elemanlarını anlaşma yaptığı ülkelerin topraklarında konuşlandırıyor. Sızan bilgilere göre Çin 5 bin askerini İran topraklarında konuşlandırma niyetinde ve bu konu bir kesim için İran’ın ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğüne bir tehdit olarak görülüyor.
Ancak bu anlaşmanın Amerika ve ambargolarına rağmen uygulanabilmesi mümkün gözükmüyor. Bunun en önemli göstergesi 2018 yılında, Donald Trump’ın tek taraflı olarak nükleer mutabakattan çekilmesi sonrasında uygulamaya başladığı ambargolarla birlikte Çin’in özel ve devlet şirketlerinin İran pazarından çekilmesidir. Yani Çin, Amerika ambargolarını uygulamak zorunda kaldı çünkü Amerika’nın bankacılık sistemine erişiminin kopmasını istemiyor. Öte taraftan Çin ve İran arasında imzalanan stratejik anlaşmanın konjonktürü ve zamanlaması çok önemli çünkü İran önümüzdeki hafta itibariyle Viyana’da Amerika’yla nükleer mutabakatın yeniden hayata geçirilmesi için dolaylı görüşmelere başlayacak. Şüphesiz böylesi bir dönemde Amerika’yla masaya oturacak olan İran’ın elinde önemli bir Çin kozu bulunacak. Amerika aşamalı olarak ambargoların kaldırılması düşüncesinde ancak İran tüm ambargoların kaldırılmadığı sürece herhangi bir anlaşma veya mutabakatın mümkün olmayacağını söylüyor.
Amerika’yla masaya oturacak olan İran’ın elinde önemli bir Çin kozu bulunacak.
Burada konuya bir de Amerika-Çin ilişkileri açısından bakmak gerekiyor. Donald Trump döneminde iki ülke özellikle Güney Çin Denizi ve Hong Kong meselelerinde karşı karşıya geldi ve karşılıklı adımlarla ekonomik olarak birbirine zarar verdi. Ancak iki ülke arasındaki 800 milyar dolarlık ticaret hacmi kontrollü bir gerginliği zorunlu kılıyor. Çin en büyük ihracatını Amerika’ya yapıyor. Öte taraftan Çin, Amerika’dan en çok ürün ithal eden üçüncü ülke konumunda. Amerika, Çin’e en çok ihracat yapan dördüncü ülke konumundadır. Her iki ülkenin de birbirine ekonomik olarak bu denli bağımlı olduğu düşünüldüğünde, İran her iki ülke için de birbirine karşı kullanabileceği bir kart ve baskı aparatı konumunda bulunuyor. Anlaşmanın imzalanmasından sonra bir muhabirin “İran-Çin anlaşmasından endişeli misiniz?” sorusuna Amerika Başkanı Joe Biden’ın “1 yıldır bundan endişe duyuyordum” cevabı bu bağlamda durumu açıkça ortaya koyuyor.
Çin, P5+1 ülkelerinden biri olarak İran’la nükleer mutabakatın taraflarından biridir ve başından beri bu mutabakatın devam etmesini istiyor çünkü Amerika ambargoları nedeniyle İran’la resmî yollardan bir ticari ilişkiye giremiyor ve bunu özellikle Yeni İpek Yolu projesi kapsamında menfaatine aykırı olarak görüyor. Bu nedenle Çin, İran’la imzaladığı 25 yıllık stratejik işbirliği anlaşmasının Amerika üzerinde nükleer mutabakata bir an önce geri dönme ve ambargoları kaldırma baskısı yaratmasını umuyor. İran pazarına, enerji kaynaklarına ve denizlerine ulaşmak isteyen Çin, ticari olarak İran’dan en büyük verimi almayı istiyor ve bunun karşısındaki en büyük engelin Amerika ambargoları olduğu açık.
Duruma İran açısından bakıldığında ise siyasi ve ekonomik buhranlar, covid-19 salgını ve Amerika’nın yıkıcı ambargolarıyla birlikte ülke bir darboğaza sürüklenmiş durumda ve İran’ın alternatif kaynaklar ile farklı çıkış yolları bulmaya ihtiyacı var. Çin ile varılan mutabakatı yapan İran tarafındaki ekip düşünüldüğünde, İran’ın farklı devlet kanatlarının 2021 Haziran ayında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde birbirleriyle giriştiği güç savaşının daha da tırmandığı gözleniyor. Böylesi bir anlaşmanın İran’ın Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülmesi beklenir ancak bu anlaşma başında eski Meclis Başkanı Ali Laricani’nin bulunduğu bir ekip tarafından olgunlaştırıldı ve yürütüldü. Yani Cumhurbaşkanı Ruhani’nin yönetimi ve Dışişleri Bakanı Cevat Zarif by-pass edilmiş oldu ve Zarif durumun böyle olmadığına dair açıklamalar yapmaya çalışsa da bu gerçek değişmiyor. Böylelikle Çin’le anlaşmayı İran Rehberi Ayetullah Hameneyi gölge kabinesiyle birlikte bizzat kendisi yönetti.
Çin’le anlaşmayı İran Rehberi Ayetullah Hameneyi gölge kabinesiyle birlikte bizzat kendisi yönetti.
Özetlemek gerekirse; İran ve Çin 400 milyar dolar değerinde 25 yıllık bir stratejik işbirliği mutabakatı imzalamış olsalar da, durumun mutabakattan öteye giderek reelde tarafları bağlayıcı bir anlaşmaya dönüşebilmesini etkileyen pek çok dengenin ve değişkenin varlığı söz konusu. Özellikle başta bankacılık ve enerji sistemi olmak üzere İran’a yönelik Amerika ambargoları devam ederken böylesi bir anlaşmanın uygulanabilmesi pek de mümkün gözükmüyor. Yani düğümü çözecek konu yine İran ile Amerika’nın yeniden nükleer mutabakata dönüp dönmeyeceğinin ve yürütülecek olan girift müzakerelerin sonucu olacak. Çin bu müzakerelerde hem Amerika hem de İran için bir baskı unsuru olmaya devam edecek.
Savash Porgham
1985 yılında İran’ın Urumiye şehrinde doğdu. Türk, Kürt ve Arap kökleri olan bir ailenin mensubu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktora eğitimini İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında tamamlamıştır.
“Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Keskin Kılıcı: Haber” kitabının yazarlarından. “Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Uzmanlık Alanları” kitabının bölüm yazarı. 2012 yılı Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Araştırma/İnceleme Haberciliği ödülü sahibi. Ulusal ve Uluslararası basın mecralarında yayınlanmış haber, röportaj, makale ve çeviri çalışmaları bulunuyor.