Written by 00:09 Röportaj

Türkiye ve Fransa: İttifak ile Rekabet Arasında

Doç. Dr. Ozan Örmeci ile Türkiye-Fransa ilişkileri üzerine söyleşi

Ekibimizden Ertuğrul Atlı ve Temmuz Yiğit Bezmez, Fransa-Türkiye ilişkilerinde güncel sorunları konuşmak üzere Kent Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ozan Örmeci’yi ağırladılar. Geçtiğimiz gün podcast olarak yayımlanan bu söyleşinin Doğu Akdeniz üzerinde yoğunlaşan bir kesitini bugün okurlarımız için yazılı halde yayımlıyoruz.


Temmuz Yiğit Bezmez: Herkese merhaba! Türkiye-Fransa siyasi ilişkileri gergin ve zorlu bir süreçten geçiyor. İki ülkenin Doğu Akdeniz, Libya, Dağlık Karabağ gibi çok sayıda konuda karşı karşıya geldiğini görüyoruz. Macron Fransa’sının 10 Aralık’taki AB zirvesi öncesinde Türkiye’ye karşı yaptırımları zorladığını görüyoruz. Sıcak bir gelişme olarak da Fransa Senatosu’nun sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’ni tanıyan bir karar aldığını gördük. Senatör Valérie Boyer: “Fransa Senatosu Dağlık Karabağ’ı tanımaktan ve Türkiye ile Azerbaycan’a karşı yaptırım istemekten onur duydu” ifadesi, başta Fransa’nın eski Washington Büyükelçisi Gérard Araud olmak üzere, Fransa içinden dahi ciddi bir tepki aldı.

Tüm bunların yanı sıra özellikle Fransa’da bir öğretmenin katledilmesinin ve akabinde yaşanan terör saldırılarından bu yana laiklik, ifade özgürlüğü ve İslam ekseninde karşılıklı söylemlerin yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz. 2017 yılında merkez siyasetin yeni bir temsilcisi olarak ortaya çıkan République en marche yani Cumhuriyet Yürüyüşü Hareketi’ne liderlik ederek cumhurbaşkanı seçilen Macron’un seçildiği günden bu yana uygulamaya koymak istediği kanunlar sebebiyle başta sarı yelekliler, emeklilik reformu protestoları ve günümüzde “sécurité globale” (küresel güvenlik) kanununa karşı gösteriler ve çok sayıda toplumsal hareketle karşılaştığını ve yükselen aşırı sağı dengelemek maksadıyla söylemlerinin giderek sağa kaydığını ve onu 2017’de zafere taşıyan merkez kimliğinden uzaklaştığını görüyoruz. Bununla birlikte merkez sol ve merkez sağ partilerin yaşadığı sıkıntılar sebebiyle iç siyasetteki tüm zorluklara rağmen 2022 Cumhurbaşkanlığı için yapılan anketlerde ise hala güçlü bir favori olduğunu gözlemliyoruz.

Dış politikada son derece proaktif bir şekilde küresel meselelerin hemen hepsinde söz sahibi olmak ve çoğu konuya liderlik etmek istediğini gözlemlemek mümkün. Macron’un yüksek derecede idealizmini, hırsını ve “yayılmacı” anlayışını Türkiye’nin çıkarlarının tam karşısına oturttuğunu gözlemliyoruz. İşin ekonomik boyutuna baktığımızda ise yaklaşık 15 milyar dolarlık bir ticaret hacmi ve bin 500’e yakın Fransız firmasının Türkiye’de faaliyet gösterdiğini görüyoruz. Türkiye’deki doğrudan Fransız yatırımlarının ise 7-8 milyar dolar seviyesinde olduğu tahmin ediliyor. Dolayısıyla aslında iki ülkenin iş dünyasının birbirine ne kadar iç içe geçmiş bağlara sahip olduğunu görüyoruz. Keza iki ülkenin Osmanlı Devleti’nden bu yana tarihsel ve kültürel yakınlığının ne kadar güçlü olduğunu belki vurgulamaya bile gerek yok.

Macron’un yüksek derecede idealizmini, hırsını ve “yayılmacı” anlayışını Türkiye’nin çıkarlarının tam karşısına oturttuğunu gözlemliyoruz.

Bir yandan Türkiye için hayati önem taşıyan Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncelleme görüşmeleri devam ederken NATO içindeki Türkiye’ye yönelik sert itirazların da yine daha çok Fransa’dan geldiğini görüyoruz. Özetle gündem oldukça yoğun. Bugün tüm bu konuları konuşmak üzere Ertuğrul Atlı ve Doç. Dr. Ozan Örmeci ile birlikteyiz.

Hocam isterseniz Doğu Akdeniz’le başlayalım. Fransa’nın sizce bölgedeki istekleri, bölgedeki nihai hedefleri ve bu hedefler doğrultusunda Türkiye’yle çakışan çıkarları hakkındaki görüşlerinizi rica ediyoruz.

Ozan Örmeci: Teşekkür ediyorum Temmuz. Bu konuda seninle bir kitap yazdık biliyorsun, Fransa hakkında Türkiye’deki az sayıda Türkçe çalışmadan biriydi[1]. Doğu Akdeniz konusunda da yakın zamanda bir kitap yayımlanacağı için bu konuyu yeni çalıştım ve biraz araştırma fırsatım oldu. Akdeniz’in genel olarak Fransa için tarihsel ve jeopolitik olarak önemli olduğunu söyleyebiliriz. Fransa’nın jeopolitik düşüncesinde ve siyasi-diplomatik tarihinde Akdeniz’in hep özel bir yeri olmuştur. Akdeniz’de ticari ve askeri olarak Fransız kontrolü tarihsel süreçten gelen bir refleks. Bunun dışında siyasi ve diplomatik olarak 1990’ların ortalarından, Jacques Chirac’ın cumhurbaşkanlığından beri Fransa aslında Akdeniz politikasını iki temelde yürütüyor. Bunlardan birincisi: “Akdeniz büyük bir aile”. Cumhurbaşkanı Macron’un belki ilk seçildiği dönemdeki çizgisine daha uygun, son derece liberal, uluslararası ilişkileri barışçıl ve işbirliği temelinde algılayan perspektif… Hatta Sarkozy’nin, kendisi sağ bir politikacı olmasına rağmen, önce bir Fransız projesi olarak başlayan sonra bir Avrupa Birliği projesine dönüşen “Akdeniz İçin Birlik Girişimi”… Diğer yaklaşım ise aşırı milliyetçi yaklaşım: “Akdeniz bizim denizimizdir.” Mussolini döneminde damgasını vuran mare nostrum politikası… Burada Fransa askeri güç olarak başat güç olmalıdır, diğer Akdeniz ülkelerine üstünlük sağlamalıdır, gibi bir yaklaşım var. Tabii ki Fransız politikası hiçbir zaman bu iki kutbun birinde olmadı, hep arada bir yerde. Zaman zaman işbirliğini öne çıkaran zaman zaman daha çatışmacı söylemler öne çıkıyor.

“Fransa’nın jeopolitik düşüncesinde Akdeniz’in hep özel bir yeri olmuştur”

Biz Türkiye’den bakınca Fransa’nın politikalarını eleştiriyoruz, mesela Fransa’nın Charles de Gaulle savaş gemisini göndermelerini algılamakta zorlanıyoruz. Türkiye’den bakınca Fransa mütecaviz taraf gibi algılanıyor. Fakat Fransız basınını değerlendirince, özellikle Cumhurbaşkanı Macron’un açıklamalarına bakınca onlarda da Türkiye’nin navtex ilanları ve savaş gemilerini göndermesi karşısında Türkiye’ye göre küçük bir ülke olan Avrupa Birliği üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güçlü ve “yayılmacı” olarak görülen bir devletten korunması gibi bir mantık olduğunu görüyoruz. Tabii ki böyle değil gerçek ama böyle algılanıyor. Aynı şekilde Yunanistan Fransa’dan büyük destek alıyor ve bunun karşılığı olarak Miçotakis hükümetiyle askeri bir anlaşma da yaptılar. 18 Rafale uçağı satıldı ki bunların 9 tanesi şu anda hali hazırda Fransız ordusundaki uçaklardandı, yani kendi uçaklarını verdiler. Burada da tabii ki Türkiye’den ciddi eleştiriler var. Daha önce Sea Guardian Operasyonu’nda da Fransız ve Türk gemileri arasında çeşitli anlaşmazlıklar oldu. Türkiye de diyor “biz NATO üyesiyiz, neden bize bu şekilde yaklaşıyorsunuz?”

Türkiye ve Yunanistan NATO üyesi. Yunanistan ve Kıbrıs da Avrupa Birliği üyesi. Avrupa Birliği Antlaşması’nın 42. Maddesinin 7. Fıkrası üye devletlere birbirlerini koruma sorumluluğu getiriyor. Avrupa Birliği Ordusu üzerine de özellikle Macron’un inisiyatifiyle girişimler artmış durumda.  Fransa’nın bu konudaki bakışı aslında Türkiye’nin daha agresif politikalar izlediği yönünde. Bu noktada bir rapora dikkat çekeceğim. Fondation pour la Recherche Stratégique kurumunun ki bu kurumun başkan yardımcısı Bruno Tertrais, En Marche hareketinin yeni kurulduğu dönemde Macron’un danışmanlığını yapıyordu. Fransız stratejistlerin bölgede birkaç tehlikeye dikkat çektiğini görüyoruz. Öncelikle terörizm, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, terör gruplarına silah gönderilmesi… Bu gibi klasik tehditlerin yanında İran’ın bölgesel amaçları, Mısır’ın bölgesel hedefleri, İsrail’in güvenliğiyle ilgili meseleler ve tabii ki ABD’nin Trump döneminde bir boşluk yarattığı vurgusu yapılarak Türkiye’nin neo-osmanlıcı ve “emperyal” hedefleri olduğuna dikkat çekiliyor. Ancak şunu da söyleyelim: Macron’un Doğu Akdeniz politikasını eleştiren birçok Fransız uzman da var. Mesela IRIS[2] adlı düşünce kuruluşunun başkan yardımcı Didier Billion, gerçekten iyi bir Türkiye uzmanı. Didier Billion da Amerikanın Sesi’ne demeç verdi ve Macron’u eleştirdi. Türkiye gibi varoluşsal çatışmaların yaşanmadığı bir ülkeye savaş gemisi göndermek… Aslında doğrudan çatışma bile yok. Fransa ve Türkiye’nin birçok çatışması var, evet Karabağ, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege meselesi, Suriye, Irak, Kürt meselesi, Afrika’da da bir rekabet var kabul edelim ama aslında bunlar doğrudan Fransa ile ilgili meseleler değil. Daha çok siyaseten ya da iç savaş ortamında desteklenen aktörler farklı. Ondan dolayı bir rekabet algısı güçlendi. Burada da tabii, iç siyasette güç kaybetmemek isteyen iki tane ihtiraslı lider var. Emmanuel Macron genç, çok başarılı başladı ama giderek zora girdi. Anketlerde hala 2022’de ikinci turda kazanacağı gözükse bile Marine Le Pen’in oylarının da %40’lara geldiği görülüyor. Macron için alarm verici bir durum. Biraz belki o yüzden de sağa daha fazla destek kaymasını istemiyor. Biraz da ondan giderek sağa kayıyor. Türkiye’de de hükümet ekonomik kriz ve MHP ortaklığı nedeniyle giderek sağa yelken açtı. Şu an biraz bu değişti gibi “reform” söylemleriyle.

“Türkiye ve Fransa arasında aslında varoluşsal bir çatışma yok.”

Bu bağlamda tabii iç siyaset de etkiliyor. Birçok konu bir araya geldi ve bir kriz yarattı. Kadir Has Üniversitesi’nin “Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları” araştırmasında[3] Türk halkınca en sevilmeyen ülkelerde İsrail birinci, Fransa ikinci çıktı. Bu tarihte ilk olabilir. Fransa hiçbir zaman çok sevilen bir ülke olmaz, bu algı araştırmaları tabii ki Fransız koleji mezunlarıyla yapılmıyor. Medya da özellikle Fransa’ya pek dostane yaklaşmıyor, özellikle cumhurbaşkanlarını sevmezlerse… Sarkozy döneminde de böyleydi ama bu kadar yüksek çıkması ilginç bir durum.

Ertuğrul Atlı: Ben de bu noktada Macron dış politikasının dönüşümüne dikkat çekmek istiyorum. Dediğiniz gibi cumhurbaşkanlığının ilk aylarında uluslararası örgütleri önceleyen, küreselleşmeci, barış, demokrasi, entegrasyon gibi kavramlara yaslanan bir söylemi vardı Macron’un. Ancak son zamanlarda bunun özellikle Doğu Akdeniz’de daha çatışmacı, müdahaleci bir renge büründüğünü, hatta Türkiye söz konusu olduğunda milliyetçi bir renge büründüğünü görüyoruz. İç politikadaki gelişmeler de gözetildiğinde Macron’un kendisini bir anlamda Batı medeniyetinin ve Avrupa’nın sözcüsü, savunucusu gibi konumlandırdığını söyleyebiliriz. Tabii bu dönüşüm sonucunda, Türkiye’yle yaşanan krizlerde işler zaman zaman kontrolden çıkmış gibi görünebiliyor. Son olarak geçtiğimiz haziran ayında sizin de söz ettiğiniz Sea Guardian Operasyonu sırasında yaşanan Courbet olayı… Courbet Fırkateyni’nin, Libya açıklarında Türk savaş gemileri eşliğinde seyreden Tanzanya bandıralı bir gemiyi, Birleşmiş Milletler’in Libya’ya yönelik silah ambargosunu deldiği iddiasıyla aramak istemesi iki ülke arasında tansiyonu bir anda yükseltmişti. Bu olay “Türk donanmasıyla Fransız donanması Doğu Akdeniz’de karşı karşıya gelir mi, de facto bir durumla karşılaşır mıyız?” sorularını gündeme getirdi. Bu iki ülkenin diplomatik geleneğine baktığımızda güçlü bir ihtimal değil ama Courbet olayı Türkiye-Fransa gerginliğinin geldiği noktayı ve Doğu Akdeniz’in hem Fransa hem Türkiye için ne kadar kritik olduğunu gösterdi.

Güney Kıbrıs diplomaside çok başarılı oldu ama Türkiye de güçlü bir devlet.

OÖ: Kıbrıs konusunda da şunu söylemek istiyorum. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın garantör devletler olarak çok daha fazla söz hakkı var. Ama Fransa’nın gemileri de orada illegal olaral bulunmuyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yani AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’yle Fransız hükümetinin anlaşması var. Bu anlaşmanın kökenleri 2000’lere kadar uzanıyor. O anlaşmayı yakın zamanda, Macron henüz işbaşı yapmadan 2017 yılında güncellediler. Fransa, Mari’deki Evangelos Florakis Deniz Üssü’nde kullanım hakkı elde etti. Yani Fransız gemileri Güney Kıbrıs’a demirleyebiliyor, orada askeri tesislerden yararlanabiliyorlar. Rusya’nın da benzer bazı imtiyazları var. Yani Fransa’nın Kıbrıs’ta olması illegal, yayılmacı bir durum değil, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’yle yapılan anlaşmalar doğrultusunda. Tabi şunu da ekleyeyim Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs’ın güney bölümünde özellikle, enerji şirketleri -Türkiye’nin de o dönemde bu konuyu çok önemsememesini fırsat bilerek- çok ciddi anlaşmalar yaptılar. Bunların arasında Fransız şirketi Total de var, İtalyan şirketi ENI var, İngiliz şirketi de var. Katar şirketi var bakın Türkiye’nin en yakın müttefiki. Amerikan şirketi var, İsrail şirketi var. Güney Kıbrıs çok başarılı oldu diplomaside ama Türkiye de güçlü bir devlet. Askeri gücü fazla ve bu meselelerde biraz kaslarını da göstererek diyor ki: oyuna bizi de dahil edin. Cumhurbaşkanı Erdoğan aslında, pek Avrupa’da duyulmasa da, Kıbrıs ve enerji konusunda “biz uzlaşmaya hazırız” diyor. Mesela Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu var Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs’ın kurduğu. Şimdi İsrail-Lübnan görüşmeleri de var bu arada münhasır ekonomik bölgeler konusunda.

Türkiye Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridi olan ülke. Türkiye eninde sonunda bunun içerisine girecek ama şu anki hükümet belki İsrail ve Yunanistan mevcut hükümetiyle yaşadığı gerginliklerden dolayı böyle oluyor. Fransa da bu denklemde diğer bloktan yana “mavi bayraklı ülkelerden yana” tavır almış gözüküyor.


[1] Ozan Örmeci & Temmuz Yiğit Bezmez, Fransa Siyaseti ve Dış Politikası, Bilgesam Yayınları, 2019.

[2] Institut de Relations Internationales et Stratégiques

[3] Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması – 2020
https://www.khas.edu.tr/sites/khas.edu.tr/files/inline-files/DPA2020_BASIN%5B1%5D_0.pdf

(Visited 335 times, 1 visits today)
Close