Marx: Meta Fetişizmi ve Şeyleşme
Meta, mübadele değerini gerçekleştirmek üzere ya da satılmak amacıyla üretilen şeylere verilen isimdir. Ürün ise kullanım değeri için üretilmiş, insan emeğinin madde ile birleşmesi sonucu ortaya çıkan şeylere verilen isimdir. Ürün, insan ihtiyacını karşılayan bir kullanım amacı içerdiği için doğaldır. Onu var eden insan elleri, zihni ve sinirleri tarafından kavranıp anlaşılabilir. Nitekim bu unsurlar sonucu meydana gelmiştir. Ürün ne zaman ki meta kisvesine bürünür, işte o andan itibaren doğal bir şey olmaktan çıkar, duyularla kavranamayan bir şey olur.[1] Bir örnek ile meseleyi daha berrak kılalım.
Kendisi ve ailesinin ihtiyacını karşılamak üzere domates yetiştiren bir çiftçi düşünelim. Domatesin kullanım değeri burada üretimin asli amacıdır. Dolayısıyla kullanım değerini gözeten üretici için domatesin rengi, sululuğu, doğallığı gibi onu lezzetli, olgun ve sağlıklı kılacak tüm unsurlar önemlidir. Bu yüzden üretim süreci boyunca üreticimiz, yetiştirdiği ürünlerin niteliğine dair kaygı güderek ürünü algılar. Bu üretim sürecinde çiftçimiz; nasıl, ne zaman ve ne kadar çalışacağına kendisi karar verir. Dolayısıyla emeği üzerinde hüküm sahibidir.
Diğer yandan bir domates üretim çiftliği düşünelim. Bu çiftlikte domatesler kullanım değerleri yerine mübadele değerleri için yani piyasada satılmak için üretilen şeylerdir. Dolayısıyla bu üretim sürecinde domates, meta biçimini alır. Artık, domatesin üretimini belirleyen asli unsur onun kullanım değerinin belirleyici unsurlarından (rengi, sululuğu, lezzeti ve doğallığı) ziyade kârlılığıdır. Üretim sürecinde kârlılığı tesis etmek için domatesin doğallığı bozulabilir, rengi suni olarak enjekte edilebilir ve damak zevkine hitap etmeyecek düzeyde yapay bir sululuğa sahip olabilir. Bunların domatesin üretiminde pek de bir önemi yoktur. Metanın kârlılığı tüm bu unsurların hepsinden önce gelir. Kısacası şeyin niteliği arka plana itilirken niceliği önem kazanır. Bu tesiste ücretli olarak çalışan ve bu ürünleri üreten işçi de ürettiği domatesi algılayamaz. İşçi için endüstriyel formdaki domates üretim sürecindeki emek gücünün bizzat sahibi olarak herhangi bir kullanım değeri içermez. Dahası; işçimizin emek gücünü nasıl, ne zaman ve ne kadar kullanacağına, onun emek gücünü ücret karşılığı satın alan işvereni karar verir. Dolayısıyla kendi emek gücü üzerinde hüküm sahibi değildir. Böyle bir üretim tarzında işçi kendi emeğinin ürünlerine yabancılaşmıştır ve dolayısıyla emek gücünün büyük katkısıyla yetiştirdiği, ortaya çıkardığı domatesi algılayamaz. O, sadece ona dikte edilen süreçleri eksiksiz bir şekilde gerçekleştirmekle yükümlüdür. Nitekim bu özgürlüğün yitiminden başka bir şey değildir. Böyle bir üretim biçiminde emek gücünün sahibi, piyasanın kontrolü altına girer; özgürlük ve yaratıcılık gibi duygularını yitirir.
Emek ürünleri metalar olarak üretilmeye başlar başlamaz onlara yapışan ve dolayısıyla meta üretiminden ayrılmaz olan şeye Marx, fetişizm adı verir.[2]
Kullanım değeri için domates üretimi yapan çiftçinin ailesi ve toplum ile kurduğu toplumsal ilişkiler, oldukları gibi ve kişilerin kendi aralarında dolaysız olarak görülür. Fakat ikinci örneğimizde emeğine yabancılaşmış olan ücretli çalışanın toplum ile kurduğu ilişki tarzı dolaylıdır; maddi ve şeyler arasındaki toplumsal ilişkiler olarak görülür.
Üretimin kâr için yapıldığı kapitalist üretim tarzında, emeğinin ürünlerine karşı yabancılaşan işçi adeta bir eşya haline gelir; şeyleşir. Emek gücünün niteliği erozyona uğrar ve iş bölümünün de etkisiyle sıradanlaşmaya başlar. Böyle bir durum, emek gücünün sahibi için de son derece yıkıcıdır. Öyle ki insanın zihinsel gelişimi, onun emek gücünü harcama biçimi ile bir paralellik taşır. Bunu biraz daha açarsak toplum içerisinde oldukça sıradan veya angarya olarak tanımlanan sürekli aynı işi gerçekleştiren kişilerin zihinsel becerilerinin de son derece yetersiz olduğu görülür. Bu noktada çoğu zaman insanın niteliksel olarak yetersiz olmasından dolayı bu işi yapmak zorunda kaldığı düşünülse de işin doğası, emek gücü sahibinin zihinsel gelişimine büyük bir engeldir. Bir iş günü içerisinde yaratıcılıktan son derece uzak olarak sürekli aynı işi tekrarlayan insanın emek gücünü kullanma biçimi, zihinsel gelişimine en ufak bir katkı sağlamadığı gibi işçiyi robotlaştırmaktadır.
Kapitalizmin hakim üretim biçiminde emek gücünü satmak zorunda olan insan kitlesinin davranış biçimlerindeki tuhaflıklar tesadüfi değildir. Toplumsal ilişkiler, metalar üzerinden dolaylı olarak cereyan eder. Böyle bir toplumda bireyler var etme, yaratıcılık gibi niteliksel becerileriyle değil; dolaylı olarak ücretleri ile satın aldığı şeyler üzerinden insani ilişkilerini temellendirirler. Kurulan insani ilişkiler parasal düzlemde olduğu için saygı, itibar, onur gibi kavramlar da edinilen mülk yani metalar üzerinden yeni formuna bürünür. Nitekim, piyasada maddi bir karşılığı olmayan uğraş tamamıyla değersiz addedilir ve saygının veya onanmanın bir nedeni olamaz.
Weber: Araçların Amaçsallaştırılması ve Erekselliğin İnsan için Olmaktan Çıkması
Diğer yandan Marx ve Weber, modern kapitalizmi “bireylerin soyutlamalar tarafından yönlendiridildiği bir evren” olarak benimsedikleri bir görüşü paylaşır. Bu evrende şeyleşmiş ve gayri şahsi bir hal almış ilişkiler, şahsi tabiiyet ilişkilerinin yerini almış, sermaye birikimi son derece irrasyonel bir şekilde kendi başına bir amaç haline gelmiştir.[3] Weber’e göre kapitalizmin ruhu, para kazanmak ve hep daha fazlasını kazanmak olarak hayattaki en yüce servet ve bir erektir. Löwy bu noktada Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’ndan şu cümleleri aktarır:
“Para öyle katıksız biçimde kendinde amaç olarak görülmüştür ki tekil bireyin ister mutluluğu ister yaratlılığıyla ölçülsün, her halükarda aşkın ve akıldışı olacaktır.”[4]
Artık, para insanın maddi yaşamını sürdürmek için gerekli olan bir araçtan öte bir amaç haline gelmiştir. İnsanın hizmetinden çıkıp insanı hükmü altına almıştır; kâr, kazanç insan için hayatın yegâne erekselliği olmuştur. Nitekim Frankfurt Okulu’nun tabiriyle araçsal aklın en üst ifadesi olarak kapitalist ekonomi, bireyleri maddi ihtiyaçları ve mutluluğu gözetildiğinde son derece irrasyonel addedilir. Weber kapitalist birikim mantığının irrasyonel karakterinin üzerinde durmak için Protestan Ahlakı’nın birçok yerinde bu konuya geri döner:
“Meseleye kişisel mutluluk açısından bakacak olursak, şeylerin insan için değil de tersinin geçerli olduğu bu yaşam biçiminin bu son derece akıl dışı unsurunu yadsımak mümkün değildir.”[5]
Weber’in erekselliğinin insan için olmaktan çıkıp işletme, para, mal gibi araçlara tabi kılınmasıyla önemli ölçüde Marx’ın meta fetişizmi ve yabancılaşma tartışmasına yaklaştığı görülür. Diğer yandan Weber, kapitalizmin yoksullaştırıcı doğasını da sertçe eleştirir. Emek gücünün Orta Çağ’da kullanımı ile karşılaştırır. Ona göre Orta Çağ zanaatkârlarının sahip olduğu çekicilik ve yaratmaktan alınan zevk, bugün kapitalizmin sonsuza dek yok ettiği şeydir. Bu cümlelerde görüldüğü üzere, üretim araçlarından yoksun olduğu için emek gücünü satmak zorunda olan insanın, emek gücünün ürünlerine yabancılaşarak özgürlüğünü ve yaratıcılığını yitirdiğini rahatlıkla çıkarabiliyoruz.
Veblen: Şeyleşen insan, iktisadi başarı ve gösterişçi tüketim
Veblen ise Marx ve Weber’in vurguladığı “kapitalist çağda insan erekselliğinin piyasa hükmüne girmesinin” bireyin benliğinde yarattığı yıkıma odaklanır. Bunu yaparken insan doğasını tarihsel bir perspektiften çözümler. Aylak Sınıfın Teorisi adlı kitabının girişinde antik toplumlardaki itibar, saygı ve şöhret gibi unsurların kökenlerini açıklar. Ve bu unsurların kapitalizm içerisinde büründüğü hali ele alır.
Veblen’e göre bugünün toplumunda insanlık iyi şöhrete ve başkalarının gözündeki itibarına oldukça önem verir. Bunu kazanmanın en kolay yolu ise iktisadi/endüstriyel başarıdır.[6] Dürüstlük ve kişisel değerlerin her zaman olduğu gibi bugün de önemi vardır fakat başkasının saygısını kazanmak ve itibar isteğini tatmin etmek bakımından modern toplumda iktisadi başarı kadar zihinlere nüfuz edemez. Bugünün toplumunda birey, saygınlık kazanmak istiyorsa iktisadi açıdan başarılı olmalıdır. Veblen’e göre sıra dışı durumlar hariç, emek gücünün doğrudan piyasada bir değeri olmayan yani endüstriyel önem arz etmeyen tarzda kullanımı pek kıymetli olmayıp bu kullanımın toplum nezdinde açıkça negatif bir intibası vardır.[7] Bu tarzda insan etkinliği öyle ki araçsal aklın dışında vuku bulan veya gayri şahsi niteliği bulunmayan etkinliklerdir. Var olma ve var etme güdüsünün tatmini burada söz konusudur. Lakin bugünün toplumunda, endüstriyel başarı tılsımının toplum nezdinde uyandırdığı saygınlık; şahsi tabiiliğe yönelik işlerin yarattığı imaj ile mukayese dahi edilemez. Diğer bir deyişle, insan emek gücünü şahsi tabiiliğine harcadığında bunun toplum nezdinde yarattığı intiba veya saygınlık oldukça düşüktür hatta bazı zamanlarda negatif düzeydedir. Dolayısıyla modern toplumda insan, emek gücünü gayri şahsi bir tabiiliğin hükmüne kılarak toplum nezdindeki saygınlığının ön koşulunu sağlamış olur.
Veblen’e göre bu sürecin ikinci bir aşaması daha vardır. Kişinin iktisadi başarı sağlaması toplum nezdinde teşhir edilmelidir. Buna da “gösterişçi tüketim” adını verir. Öyle ki Veblen’in vurguladığı üzere bugünün dünyasında harcamaların ekseriyeti, ihtiyacın ve kullanım değerinin dışında kişinin toplum nezdinde şöhret ve itibar kazanmak için ödeme gücünü teşhir etmesinin sonucudur. İnsan, kişisel olarak yakından tanımadığı ama hakkında olumlu düşüncelerinden memnuniyet duyacağı insanlar üzerinde saygınlık hissi uyandırmak için pratikte bu yola başvurur.[8]
Pratikte bu sürecin işleyişi, kendiliğinden arzu edilir ve tatminkâr bir yaşam düzeyinin adeta zorunlu koşulu olan geçim araçlarının çok ötesinde, onlardan bağımsız ve kullanım değeri ile alakası olmayan itibar sağlama vasıtalarının değer kazanması ile vuku bulur.
Şeyleşen insan, toplumsal ilişkilerini de gayri şahsi bir düzlemde piyasanın ona sunduğu ve onun da ödeme gücünün elverdiği ölçüde kurgular. İtibar, saygınlık gibi şeyler metalara tabii olur. İnsan ancak bu metaları tüketip teşhir edebiliyorsa toplum nezdinde saygınlığını sağlar.
İnsan etkinliğinin, insan şahsiyetinden koparılmasıyla insandan bağımsızlaşarak piyasanın hükmü altında bir metaya dönüşmesi; yani üretimin ve ürünün organik birliğinin bozulmasının sonucu, toplumsal bilincin parçalanması demektir. Lukacs’a göre bu parçalanma özne-nesne kopukluğunu gündeme getirir. Bu da teori ve pratik arasındaki makasın açılmasına neden olur. Böylece insan düşüncesi, değiştirme gibi devrimsel eylem niteliğinden arınarak salt bir gözlemci konumunda yerini bulur. Lukacs, saptadığı bu sorunlar yığınının çözümünü Hegel’de aramaya koyulur.
Lukacs’ı bu makalenin devamı niteliğinde olacak başka bir makalede ele almak istiyorum. Dolayısıyla bu makalede buradan öte gitmeyeceğim.
[1] Marx, K. (2019, 81). Kapital Cilt: I (Karton Kapak): Ekonomi Politiğin Eleştirisi. Yordam Kitap.
[2] A.e.g., sy.83
[3] Löwy, M. (2018, 19). Demir Kafes: Max Weber ve Weberci Marksizm. Çev. N. Çetinkaya). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[4] A.g.e., sy.43
[5] Weber, M. (2015, 44). Protestan ahlakı ve kapitalizmin ruhu; aktaran Löwy (2018).
[6] Veblen, T. B. (2019, 41). Karl Marx’ın Sosyalist İktisadı ve Sosyalizm Üzerine Metinler”. ( Devrim Kılıçer, Hüsnü Bilir, Ömer Mollaer, çev.). İstanbul: Heretik.
[7] A.g.e., 41
[8] A.g.e., 42-43