Written by 16:08 Makaleler

17-25 Aralık: Neyin Miladı?

Ekin Bayur yazdı.

AKP-Cemaat iş birliğindeki çatlakların başlangıcı olarak görülen 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonunun üstünden sekiz yıl geçti. Dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz’ün yönettiği operasyonda dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in de aralarında olduğu 89 kişi gözaltına alındı. 25 Aralık’ta Savcı Muammer Akkaş yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlattığı soruşturma kapsamında dönemin Başbakanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ı da şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmak üzere bir belge hazırladı, ancak delil yetersizliği sebebiyle reddedildi[i]. Başbakan Erdoğan tarafından darbe girişimi olarak nitelendirilen bu operasyon ise bir dağılma sürecinin başlangıcından çok sonunu işaret ediyordu.

AKP-Cemaat: Ne Zaman Başladı?

AKP-Cemaat ilişkisinin temeli 2002’de atılmış olsa da ilişkinin 2007’de asıl şeklini aldığını söyleyebiliriz. İki grubun farklı çizgilerde olması da (AKP milli görüş ve Nakşibendi çizgisine daha yakındı, ancak Fethullah Gülen ve cemaati Nurcuydu.) bu ilişkinin kurulmasında ve sürdürülmesinde birtakım zorluklar çıkardı. İki grup 2002 seçimlerinde ittifak yapmayı kabul etti, ancak 2007’ye kadar Gülen kamusal alanda Mehmet Ağar ve DYP’yi destekledi[ii]. Cumhurbaşkanlığı krizi (2007) ve AKP’nin kapatılma davası (2008), AKP’nin ve AKP’yle kısmi veya tamamen aynı çizgide olan bütün grupların, başta Gülen cemaatinin, AKP’nin yanında hizalanmasını da hızlandırdı. Özellikle AKP’yi devlet aygıtlarına ve kurumlarına erişimde bir araç olarak gören grupların AKP’ye desteğinin de bu tarihlerde kemikleşmesi başlamış oldu.

Burada Fethullah Gülen ve cemaatinin diğer cemaat ve tarikatlardan farkı aslında 2002 öncesinde de devlet kurumlarında belirli pozisyonları elde etmeye başlamış olmalarıydı. Sadece askeri kurumlarda 1983-2003 arası 400 personel Gülen cemaatinden olmaları sebebiyle atıldı (2003-2014 arası ise bu sayı sıfır)[iii], tespit edilmeyenler de düşünüldüğünde bu sayının çok daha yüksek olduğu söylenebilir. Diğer cemaatlere göre kaynak, erişim ve potansiyel olarak daha iyi bir seçenek olarak görülmesi de bu yüzden şaşırtıcı bir sonuç değil.

Dağılma Süreci

Dağılmanın başlamasını birçok kaynak Mavi Marmara olayında Fethullah Gülen’in İsrail yanlısı bir tutum izlerken AKP ve Erdoğan’ın tam tersini düşünmeleri olarak söyler. Ancak bu dönemde Erdoğan da kamusal olarak Gülen’le çatışan bir açıklama yapmadı. Bir diğer iddia ise 2011 genel seçimleri için Gülen’in gönderdiği milletvekili listesinin Erdoğan tarafından kabul edilmemiş olması ve Gülen’in istediği kadar milletvekili alamamış olması. Bu iddiaları kanıtlamak şu anda mümkün olmasa da akılda tutmakta fayda var. İlki zaten var olan ideolojik ayrışmanın belirginleşmesi, ikincisi ise kaynak ve güç odaklı bir çatışmanın başlangıcı sayılabilir.

Yıl 2012 olduğunda bu ayrışma ve çatışma hali görünür oldu. MİT krizi[iv] (Hakan Fidan ve bazı MİT görevlilerinin ifadeye çağırılması) ile başlayan kamusal çatışma bugün iktidar aygıtları tarafından “kumpasın başlangıcı” olarak adlandırılıyor. Kumpas olup olmamasının elbette bir önemi yok, zira bu Ergenekon-Balyoz davalarıyla pekiştirilen yargıda örgütlenme sürecinin sonucuydu. Bu tarih itibariyle yaşanan tüm çatışmalar da içerideki güç kavgasının ve tarafların güç gösterilerinin kamusal alana (muhtemelen sadece küçük bir çatlaktan sızanların) yansımalarıydı.

Neyin/Kimin Miladı?

17-25 Aralık ise bir milat olmaktan çok bu kavgadan kimin kazançlı çıkacağını göstermiş oldu. Bütün tape’ler, ses kayıtları, yargı organlarındaki üstünlük ve kanıtlı yolsuzluk iddialarına rağmen Gülen başarısız oldu. Başarısız olmakla da kalmayıp, AKP’nin bilgisi dahilindeki örgütlenmesinin yanı sıra kurduğu AKP’siz ağı da ifşa etmiş oldu. Kendisine bağlılık göstereceğini düşündüğü siyasi ve kurumsal yapılardan ve toplumdan beklediği karşılığı bulamadı. Yine de hala kendi ateşine kendi elleriyle odun attığını kabullendiğini sanmıyorum.

17-25 Aralık’ı bir milat saymak, bence, bu ittifakın (ittifak demek yine çok doğru değil, yer yer iç içe geçmiş kompleks bir yapıya döndüğü de bir gerçek) bir masumu ve bir suçlusu olduğunu kabul etmek oluyor. 17-25 Aralık’ta alınan pozisyonlara göre kendine masumiyet atfeden birçok figür (örneğin Prag Büyükelçisi Egemen Bağış) siyasi hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebildi. OHAL Komisyonu raporlarını[v] incelediğimizde de Bank Asya dekontları, sosyal medya paylaşımları vb.nin 2013 ve sonrası tarihli olmasına dikkat edildiğini görüyoruz. Bir cemaatin devlet kurumlarını işgalini “iktidara muhalif olmak” üzerinden yargılamak, asıl sorunumuz olan devlet içerisindeki cemaat örgütlenmelerini göz ardı etmeye sebep oldu. Bunun sonuçlarını da onlarca cemaat/tarikatın bugün tüm kurumlardaki yapılanmalarında görüyoruz.

Bu sebeple 17-25 Aralık’ı, 15 Temmuz’u ve önümüzdeki muhtemel diğer olayların bir milat değil bir semptom olduğunu, yaşananların sadece belirli bir cemaatin spesifik özelliklerinden ve amaçlarından kaynaklı değil, daha büyük yapısal bir sorun olduğunu ısrarla vurgulamamız gerek. Bunu elbette AKP ve özellikle cemaatler konusunda AKP ile aynı çizgide ilerleyen siyasi partilerden beklemenin kimseye bir faydası yok. Bugün tüm kaynaklarını kendisiyle çok zıt düşmeyen herhangi bir parti ile belirli teşvik, destek ve dokunulmazlıklar karşılığı paylaşmaya hazır birçok cemaat var ve önümüzdeki süreçte bu kaynakları kendiliğinden bırakıp köşelerine çekileceklerini düşünmek saflık değil örtülü bir ittifakın göstergesi olacak.


[i] https://www.gazeteduvar.com.tr/8-yildonumu-17-25-aralik-sorusturmasinin-kahramanlari-ne-yapiyor-galeri-1545853?p=2

[ii] Şık, Ahmet. 2016. Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda. İstanbul: Postacı Yayınevi.

[iii] Şık, Ahmet. 2016. Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda. İstanbul: Postacı Yayınevi.

[iv] 7 Şubat MİT krizi ve AKP’nin karşı atağının kısa bir özeti için: https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/savci-dosyadan-el-cektirildi-319732

[v] OHAL Komisyon Raporları için: https://ohalkomisyonu.tccb.gov.tr/


Ekin Bayur

1995’te İstanbul’da doğdu. 2019’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Sabancı Üniversitesi Çatışma Analizi ve Çözümü yüksek lisans programında öğrenimine devam etmektedir.

Çatışma, Ortadoğu, feminizm ve din üzerine çalışmakta olup Gergedan Dergi’de bu alanlarda yazılar yazmaktadır.

(Visited 878 times, 1 visits today)
Close