Behlül Özkan ve Tolga Gürakar’ın derlediği “Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni” 2020 yılının sonunda raflarda yerini aldı. Tekin Yayınevi etiketiyle çıkan kitapta 10 sosyal bilimci ordu, sermaye ve ABD üçgeninde siyasal İslamcılığın gelişmini inceliyorlar. Dış politika analizinde egemen Soğuk Savaş anlatısına ve Türkiye’nin merkez-çevre eksenli sosyolojik tahliline eleştirel bir yaklaşım ortaya koyan bu çalışma, Türkiye’nin bugünkü siyasi rejimini anlamak için de yol gösterici nitelikte.
Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni‘nin yazarlarıyla gerçekleştirdiğimiz kısa röportajların yedincisinde konuğumuz Dr. İnan Rüma.
Gergedan Dergi: 1929 sonrası küresel iktisadî dönüşümü merkezileşme ve endüstrileşme anlamında fırsata çeviren Türkiye, Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında sosyal güvenlik konusunda geride kalıyor. Sizce bunun sebepleri neydi?
İnan Rüma: En kısa haliyle söyleyecek olursak siyasi iktidarın tercihi sanayileşme için gerekli gördüğü sermaye birikimi sağlamak, öngördüğü siyasal-toplumsal reformları yapmak ve devleti olabildiğince güçlü tutmak olduğundan dolayı denebilir. Sosyal güvenliğe mazhar görülebilecek üretici güçlerin azlığından da bahsedilebilir. Nihayetinde dünya düzensizliği döneminde ölüm kalım savaşından çıkmış ve yaklaşan benzer bir savaştan nasıl korunabileceği konusunda kaygılı bir devlet ve elitten bahsediyoruz. Bu olgular sosyal güvenlik talep edebilecek bir toplumsal hareketlilik ve güç eksikliği ile de eşleşiyor elbette.
Gergedan Dergi: 1923 ve özellikle 1929 sonrasında küresel iktisadi eğilime uygun olarak Türkiye’de bir sanayi burjuvazisi yaratma çabasını görüyoruz. Siz de Sovyet etkisinin hissedildiği 1934 Beş Yıllık Sanayi Planını bir devlet kapitalizmi programı olarak tanımlıyorsunuz. Aynı dönemde, siyasi söylemde de bağımsızlık vurgusu dikkat çekici düzeyde.
Ancak bütün bunlar yabancı sermaye karşıtlığı anlamına gelmiyor. 1930’larda ticari anlamda bir bağımsızlıktan söz etmek de oldukça zor. Bu çelişkili bir durum değil mi? Erken cumhuriyet bu dengeyi nasıl kurdu?
İnan Rüma: Çelişkili bir durumsa da bu küresel kapitalist ekonomi ve dünya düzeninden kaynaklanıyor. Modern devletlerin aşamadığı bir çelişki oldu bu: Bir yandan küresel ekonominin gereğine uygun olarak uluslararası ekonomik işbirliği hatta bütünleşme, öte yandan ise siyasi elitin kendi kontrolünde bir devleti bağımsız kılma çabası. 2010’larda da çeşitli kapitalizm türlerinde ülkelerin bir yandan kapitalist küresel pazara kaçınılmaz bağımlığı ile yöneticilerinin siyasi iktisadi temeli zayıf bir bağımsız dış politika söylemi sergilediği gözlemlenebiliyor.
Gergedan Dergi: Geçtiğimiz hafta Türkiye İşçi Partisi’nin 60. kuruluş yıldönümüydü. Sizce Türkiye İşçi Partisi’nin siyasi deneyimini özel kılan ve başarısızlıkla sonuçlanmasına sebep olan etkenler nelerdi?
İnan Rüma: Özel kılan ne yazık ki benzeri olmaması. Siyasi tarih içinde sol muhalefeti içerikli, örgütlü ve yaygın gerçekleştirebilen tek siyasi parti olduğu söylenebilir. Sürekliliğinin olamaması ayrı ve hazin bir öykü. Başarısızlığı ile bu konuda çalışanlar tarafından birçok unsur ileri sürüldü. Kısaca toparlamak gerekirse kapitalist elitin özellikle de Soğuk Savaş çerçevesindeki sert baskısı ile sol muhalefetin birleşememesi ve toplumsallaşamaması söylenebilir sanırım.