Behlül Özkan ve Tolga Gürakar’ın derlediği “Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni” 2020 yılının sonunda raflarda yerini aldı. Tekin Yayınevi etiketiyle çıkan kitapta 10 sosyal bilimci ordu, sermaye ve ABD üçgeninde siyasal İslamcılığın gelişmini inceliyorlar. Dış politika analizinde egemen Soğuk Savaş anlatısına ve Türkiye’nin merkez-çevre eksenli sosyolojik tahliline eleştirel bir yaklaşım ortaya koyan bu çalışma, Türkiye’nin bugünkü siyasi rejimini anlamak için de yol gösterici nitelikte.
Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni‘nin yazarlarıyla gerçekleştirdiğimiz kısa röportajların üçüncüsünde konuğumuz kitabı derleyen akademisyenlerden Doç. Dr. Behlül Özkan. Özkan aynı zamanda kitapta yer alan “Soğuk Savaş’ta Türkiye Müesses Nizamı ile Siyasal İslam’ın Kutsal İttifakı” başlıklı makalenin yazarı.
Gergedan Dergi: Ant Dergisi’nin Milli İstihbarat raporlarından hazırladığı 19 Mart 1968 tarihli Türkiye’deki irtica hareketi dosyasında yer alan ve sizin de kitapta yer verdiğiniz bir şema; sermaye, devlet kurumları, sivil toplum ve medyada örgütlenmiş olan, yurtdışı bağlantılı bir yapıyı ortaya koyuyor.
Arkasına aldığı anti-komünist rüzgarla 1950’lerden itibaren bütün Ortadoğu’da örgütlenen ABD & Suudi Arabistan destekli İslamcılığın bir çeşit “gladyo” yapılanması olduğunu söyleyebilir miyiz?
Behlül Özkan: Bu gladyo veya kontrgerilla yapılanması değil. Milli İstihbarat raporunda bu yapının örgütlenme şeması bulunuyor. Örgüt şemasının üstünde başlık olarak “Müslüman Kardeşler” var. Dolayısıyla Milli İstihbarat Teşkilatı, Türkiye’de devlet, siyaset, eğitim kurumları, ekonomide, dini kurumlarda İslamcı örgütlenmeyi raporlamış. “Müslüman Kardeşler” adı verilen bu örgüt yapılanmasının Komünizmle Mücadele Dernekleri ile bağlantısı var ve o derneklerin de gladyo/kontrgerilla ile ilişkili olduğunu düşünebiliriz. Ancak bu İslamcı örgütlenmenin sadece bir ayağı. Bunu daha çok şöyle düşünmek gerek. 1960’larda yükselen öğrenci ve işçi hareketleri, toplumsal muhalefete karşı İslamcı örgütlenme içinde bulunanların bir kısmı komünizmle mücadelede yer almışlar, kullanılmışlar. İlginçtir o dönem İslamcılar içinde mesela Nurettin Topçu gibi isimler buna karşı çıkmış. “Sizi kullanıyorlar, alet olmayın buna” diye. Ancak tabii bunu tek taraflı kullan-at gibi bir ilişki görmemek gerek. Çok daha karmaşık bir ilişkiler ağı var karşımızda. Devletin güvenlik kurumları, sermaye ve başta ABD ve Batı Almanya olmak üzere Türkiye’nin müttefikleri Soğuk Savaş düzeninin önde gelen aktörleri. İslamcılık bu düzenin önemli bir birleşeni haline geliyor 1960’larda.
Devletin güvenlik kurumları, sermaye ve başta ABD ve Batı Almanya olmak üzere Türkiye’nin müttefikleri Soğuk Savaş düzeninin önde gelen aktörleri. İslamcılık bu düzenin önemli bir birleşeni haline geliyor 1960’larda.
Burada bence çarpıcı olan MİT içinde bir kesimin bunu fark etmesi ve uzun bir izleme sonucunda bunu rapora dökmesi. Rapor önce Başbakan Demirel’e sunuluyor. Raporda bu yapılanmanın Başbakan adayı olarak Necmettin Erbakan gösteriliyor. Raporun 1967’de hazırlandığını düşünürsek, bu saptamanın müthiş isabetli olduğunu görüyoruz. Nasıl bir izleme, dinleme, tahkikat yapıldıysa artık, bu örgütlenmenin tüm ayakları ve bağlantıları ortaya çıkarılmış. Demirel raporu okuyor. O dönem kendisi Başbakan ve Erbakan’ın kendi yerine geçirileceğini görüyor. Biliyorsunuz Erbakan o dönem Odalar Birliği’nin başkanı. Demirel Erbakan’ı olaylı bir süreçten sonra Odalar Birliği başkanlık koltuğundan indiriyor. Ancak yapılanmaya dokunmuyor. Çünkü sağ siyaset içinde yer alan bu yapı, 1968’de Adalet Partisini destekliyor.
Bu yapılanma içinde Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Korkut Özal, İsmail Kahraman, Salih Özcan, Hasan Aksay, Mehmet Şevket Eygi gibi Türkiye’nin son yarım yüzyılına damga vurmuş onlarca isim var.
İslamcı yapılanmayla ABD ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkiye de raporda değiniliyor. Tabi bu ilişkiyi İslamcılık ABD’nin piyonuydu gibi basite indirgememek gerek. İslamcılık Soğuk Savaş düzeni olmasaydı da Türkiye’de etkili bir siyasi aktör olacaktı. Ancak 2002’de tek parti olarak iktidara gelmesinde ve sonrasındaki 20 yıllık tek parti iktidarında bu mirasın etkili olduğunu düşünüyorum. Sürekli biz “milli ve yerliyiz, bizim dışımızdaki siyasi aktörler bu topluma yabancı” ısrarının arkasında da bence bu mirasın yarattığı farkındalık var. 1960’lardan itibaren ABD ve Suudi Arabistan gibi dış aktörlerle kurulan ilişkiler, girilen ittifakların üstünü örtme, gizleme çabası içindeler.
Sürekli biz “milli ve yerliyiz, bizim dışımızdaki siyasi aktörler bu topluma yabancı” ısrarının arkasında da bence bu mirasın yarattığı farkındalık var.
Belki sorunuza dönersek 15 Temmuz darbe girişimini, Fethullahçıların devletin tüm kurumlarına sızdığını düşünürsek, Fethullahçı örgütlenmeyle gladyo/kontrgerilla arasında bir ilişki olduğunu görürüz. Fethullah Gülen ve Nurcuların önde gelen isimleri 1960’lardan itibaren komünizmle mücadelenin içindeler. Bu süreç içinde bir yandan müesses nizama entegre olurken, diğer yandan da ABD ve Suudi Arabistan ile bağlantıları var. Ancak gladyo tipi Soğuk Savaş örgütlenmesi 1991 sonrasında tüm NATO ülkelerinde tasfiye ediliyor. Bizde ise hem PKK’nın silahlı eylemlerinin zirveye çıktığı 1990’larda, hem de Orta Asya’ya yönelik siyasette bu yapının Fethullahçılık kolu gücünü artırdı. 2002 sonrasında kendisine muhalif tüm oluşumlara ilgili ilgisiz Ergenekon damgasını vurmaları bu yüzdendi. Aslında bizzat kendileri Türkiye’nin bu karanlık döneminin karanlık aktörleriydi. 2004’te devletin güvenlik ve istihbarat bu kurumları bu yapının tehlikesine işaret ettiler. Ancak siyasi iktidar 2012-2013’e kadar bırakın bu yapıyla mücadele etmek, önlerini daha da açtı, ne istedilerse verdi.
Gergedan Dergi: Sermayenin laiklik karşıtı siyasal İslamcı hareketlerle ilişkisi nasıl şekillendi? Türkiye’de bugün dahi büyük sermayeye, TÜSİAD gibi işveren örgütlerine ve özellikle bu sınıfın önde gelen ailelerine atfedilen “laiklik yanlısı” imajını nasıl değerlendirirsiniz?
Behlül Özkan: Hem sermaye hem de orduyu tek bir kimlikle tanımlamak mümkün değil. Her iki kurum içinde de laiklik hassasiyetleri önde olan aktörler vardı. Ancak 1960’larda sorun yükselen öğrenci ve işçi hareketlerinin, sendikaların, toplumsal muhalefetin nasıl bastırılacağıydı. Bu noktada laikliğin yerini İslamizasyonun aldığını görüyoruz. Sermaye içinde zaten İslamcı yapılarla yakın bağları olanlar vardı. Sadece bunlar değil, büyük sermayenin önde gelen aktörleri de İslamizasyona destek veriyor. Ordunun içinde İslamizasyonun önünü açan karar verici konumda olan genaraller var. Önünü açtıkları, destekledikleri bu yapılanmanın kendi kontrollerinde kalacağını düşünüyorlar. Müessen nizamın merkezden desteklediği bir yapılanmadan bahsediyoruz.