Written by 11:07 Makaleler

Yeni-Osmanlıcılığın Moskova’dan Dönen Emperyal Vatan Tahayyülü

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bestelenmiş meşhur şiiri “Bir gece ansızın gelebilirim” son yılların en revaçta şiirlerinden. Çok okunduğu için ya da Yaşar Özel’den Emel Sayın’a, Türk müziğinin ünlü yorumcularının sesinden çok dinlendiği için değil; dış politikamızın manidar mottosu olduğu için. “Bu kadar yürekten çağırma beni / Bir gece ansızın gelebilirim” diyen bir aşk şarkısı savaş çığlığına dönüşünce vuslat da ne acı ki şehitlik oluyor. Şimdi herkesin dilinde başka bir şiir var: Arif Nihat Asya’nın, “şehitler tepesi boş değil” dizesiyle güncel siyasi tartışmalara konu olan “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” şiiri.

Rusya ve Türkiye’nin İdlip ve Libya politikaları arasındaki çelişkinin boyutunu önceki iki yazımızda tartışmıştık. Çelişki 28 Şubat’ta 34 Türk askerinin şehit olduğu saldırıyla sıcak çatışma riskine dönüştü; ancak ardından gelen Moskova mutabakatı, tansiyonu bir süre için düşürmüş görünüyor. İdlip’te ateşkes sağlandı, ancak TSK bölgedeki mevcudiyetini sürdürüyor. Türkiye bir süredir, iktidarın ya da Cumhurbaşkanının “şahsının” (Erdoğan’ın dış politikada sık sık başvurduğu ifadeye atfen) İdlip’te Bahar Kalkanı harekâtıyla güttüğü siyasi ve stratejik hedefleri tartışıyor. Bu hedeflerin açık ve rasyonel olmadıkları Moskova mutabakatından çıkan sonuçla da tescillenmiş oldu. İktidar, ulusal çıkar odaklı bütüncül bir Doğu Akdeniz politikası üretmek yerine taktik kazanımlarla ilgileniyor. Peki bir ayda 50’den fazla askerimizin hayatına mâl olan bu taktik kazanımlar, iktidarın ideolojik evreninde neye karşılık geliyor? Şahsım dış politikası, nasıl oluyor da kamuoyu desteği olmayan, hedefleri belirsiz bir harekâtı “vatan savaşı” olarak tanımlayabiliyor? Enerji denkleminde manevra alanı yaratabilmek için çıkarılan Libya tezkeresi ile girilen askeri angajmanı Trablusgarp Savaşı’yla (1911-1912) özdeşleştiriyor. İdlip’te yeni bir insanî krizi (ya da Türkiye’ye radikal unsurların göç dalgasını) önlemek için gerçekleştirildiği söylenen Bahar Kalkanı harekâtını Çanakkale Savaşı’yla (1915) meşrulaştırıyor.

Ak Parti iktidarının 2011 yılından beri izlediği Ortadoğu politikasını bilmeyen biri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözlerini, İdlip krizinin en sıcak günlerinde sarf edilmiş iç politikaya dönük sert kararlılık mesajları olarak okuyabilir. Arap halk ayaklanmalarının başlamasından itibaren, özellikle Mısır ve Suriye’de Ak Parti tarafından izlenen politikayı incelemiş olan biri bu söylemin hegemonik bir arka plana dayandığını ve iktidarın Ortadoğu’ya yönelik siyasi tahayyülünü yansıttığını görecektir. Bu tahayyülü anlamlandırmak için ise 2011’in çok daha öncesine, Türkiye’de siyasal düşüncenin büyük kırılmalar yaşadığı 20. Yüzyılın ilk çeyreğine gitmek gerekiyor; çünkü “vatan” mefhumunun dönüşüme uğradığı bu yıllar, Erdoğan’ın sözlerine de yansıdığı üzere Cumhuriyet dönemi dış politikasında da daima bir referans noktası olmuştur.

Milli Vatanın İnşası

Akçuraoğlu Yusuf’un, siyasal düşünceler tarihinin başat eserlerinden olan “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı makalesi, Ziya Gökalp’ten Halide Edip’e Ömer Seyfettin’den Ali Kemal’e bütün Osmanlı münevverinin içerisinde bulunduğu bir yol arayışının erken ve kısa bir özetidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki ayaklanmalarla dağılmakta olduğunu gören bu münevverler çıkış umudunu da Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslamcılık gibi birbirinden kesin sınırlarla ayırmanın mümkün olmadığı ideolojilerde görüyorlardı. Savaş yıllarının değişken konjonktürüne uygun olarak da bu ideolojiler arasındaki geçişkenlik zannedilenin çok ilerisindeydi. Üstelik hiçbir ideoloji kendi içinde bir bütünlük ve tutarlılık teşkil etmediğinden, münevverler pratik koşullardan fazlasıyla etkilenmekteydiler. Önce Balkan Savaşları, ardından Birinci Dünya Savaşı günden güne eriyen imparatorluğun yeni ve topraksal bir siyasi kimliğe dönüşmesi zorunluluğunu dayatıyordu. Bu münevverlerin öncülü olan Namık Kemal’in bayraklaştırdığı “vatan” kavramı ve düşüncesi, tarih yazımına ilişkin tartışmalara paralel olarak en önemli tartışma maddesine dönüşmüştü.
Doç. Dr. Behlül Özkan; “Türkiye’de Milli Vatanın İnşası” başlığıyla Türkçe’ye çevrilen ve Kırmızı Kedi etiketiyle yayımlanan doktora tezinde söz konusu üç siyasetin de emperyal bir vizyon taşıdığını ortaya koymakta, Kemalist milliyetçiliğin, bu üç siyasete alternatif ve gerçekçi bir hareket olarak nasıl egemen hale geldiğini tartışmaktadır. Tarihin Osmanlılara modern ulus-devleti dayattığı günlerde her üç ideoloji de emperyal mirası taşımanın imkânlarını sorgulamaktadır. İslamcılık, Osmanlı başkenti ile duygusal ve siyasal bağı çoktan kopmuş olan Kuzey Afrika ve Hicaz Müslümanlarını; Türkçülük, Rusya’dan gelen düşünürler haricinde Osmanlıların çok yabancı olduğu Türkofon Asya halklarını; Osmanlıcılık ise söylenip bitmiş bir Balkan türküsü misali, siyasi birlik umudunun çoktan tükendiği gayrimüslim halkları düşlemekteydi. Geçiş ve savaş yıllarının sancıları içerisinde debelenen Osmanlı münevveri; Lozan Antlaşması’na kadar, sultanın şahsiyeti değilse de imgesi altında buluşacak farklı ünitelerden mürekkep bir vatan hayali içerisindeydi. Bu ünitelerin hangi toplumları, kentleri kapsadığı Ziya Gökalp’in, Yahya Kemal’in, Mehmed Âkif’in şiirleri hep bu ülküleri tasvir etmekteydi.

Bu ülkülerin peşinden savaşanlar da vardı elbet. Nuri Paşa’nın Kafkaslara yürüyen İslam Ordusu, özellikle Türkçüler arasında büyük heyecan yaratmış, Fuat Köprülü zaruri gördüğü Kafkasya harekâtı hakkında, bugün Suriye konusunda Türkiye sağının söylemlerini anımsatan şu cümleleri kaleme almıştır:

“Bizim Rusya’daki millettaşlarımıza alakasız kalmamız –ki imkânsızdır- yarın teşekkül edecek yeni bir Rus kuvvetinin bütün o alemi ortadan kaldırdıktan sonra, bizi de kolayca yutmasıyla sonuçlanabilir.”

Aktaran: Behlül Özkan, Türkiye’de Milli Vatanın İnşası, İstanbul: Kırmızı Kedi Kitap, 2019, s.127.

1923’e gelindiğinde ise Cumhuriyet’i kuranlar, uçurumun kenarındaki yıkık ülkeden “yeni vatan, yeni sosyete ve yeni devlet” çıkarma kararlılığındaydılar. Mustafa Kemal’in siyasal vizyonu aslında tam da bu noktada, öğrencilik yıllarından itibaren rahle-i tedrisinden geçtiği yazarların düşüncelerini ve hülyalarını bir kenara koyarak gerçekçi ve barışçı bir politika ortaya koyabilmesinde gizliydi. Üç siyaset tarzının üçünden de beslenmiş ancak hiçbirini saplantı haline getirmemiş olan Mustafa Kemal, T.B.M.M.’nde karşılaştığı sert muhalefete karşın Musul’u ve İskenderun’u dışarıda bırakan bir haritayı “yeni milli vatan” olarak ülkeye kabul ettirebilmişti. Mustafa Kemal “milli vatanın” sınırlarını, Çankaya’dan bir günde çizmemiş; Libya çöllerinde İtalyanlara karşı direnişi örgütlerken, Çanakkale’de bir kuşağın tamamını şehit verirken idrak etmiştir. Mustafa Kemal’i Enver Paşa’dan ayıran en önemli husus da işte bu vatan tahayyülü olmuştur.

Emperyal Vatan Özlemi

Bu tarihsellik içerisinde değerlendirdiğimizde; Türkiye’yi 2009’dan itibaren “nizam veren”, “köprü değil merkez ülke”, “imparatorluk mirasının taşıyıcısı”, “coğrafyanın kaderini tayin edecek ülke” olarak tanımlayanların farklı bir vatan tahayyülü taşıdıklarını kabul etmek gerekiyor. Siyasal İslamcı ideolojinin kodlarında yer alan emperyal vatanın, Türkiye’nin güç kapasiteleriyle çeliştiğini anlamak için daha kaç başarısızlık gerekiyor? İçeride savaş politikaları yürüterek muhaliflerini “vatan haini” ilan edenlerin, “bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek girdikleri coğrafyalardan hezimetle çıkmalarının yabancısı değiliz. Bu demek değildir ki; imparatorluğu çöküşten kurtarmak için samimiyetle ve büyük fedakârlıklar pahasına ülkülerini savunan düşünürlerle bugünün “televizyon ünlüleri” arasında bir paralellik var. Dün “Rusya’yla savaşalım!”, “Moskova’ya yürüyelim” deyip bugün diplomatik zafer manşetleri atanların fikrî namusunu tartışmak beyhude. Biz yüz yıldır vatanı savunmanın, yoksul çocuklarını şehitler tepesine yollamak olmadığını biliyoruz.
Ne yazık ki tarih bilmez siyaset yapıcıların Balkan Savaşlarından, Birinci Dünya Savaşı’ndan, Haşimi ayaklanmasından hiç ders almadığının en son delili de Moskova mutabakatı oldu. Yeni-Osmanlıcığın emperyal vatan tahayyülü -bu kez 54 şehitle- Moskova’dan döndü.

(Visited 333 times, 1 visits today)
Close