Written by 13:42 Eleştiri

Cumhuriyeti Yeniden Düşünmek

Nezih Kavaklı yazdı…
Dr. Barış Büyükokutan “Medeni Cumhuriyet”te siyasal katılımı ve cumhuriyet düşüncesini yeniden tartışmaya açıyor.

Dr. Barış Büyükokutan “Medeni Cumhuriyet”te siyasal katılımı ve cumhuriyet düşüncesini yeniden tartışmaya açıyor.

Aristo’nun insanı “animal sociale” olarak tanımlamasıyla başlayan siyasal öznenin serüveni siyaset felsefesinin büyük istasyonlarına uğrayarak ve bu istasyonlarda farklı tanım ve kategorilerle yoğrularak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu serüvenin en çok tartışılası başlıklarından biri de katılım ve bir katılım biçimi olarak “yatay dayanışma pratiklerinin gelişimi ve kurumsallaşması” olarak görülebilir. Büyükokutan “medeni cumhuriyet” şeklinde kavramsallaştırdığı cumhuriyetçi perspektifini yerelden başlayan siyasal, ekonomik, kültürel katılıma ve bu katılımı kurumsallaştıracak sivil toplum örgütlerine dayandırıyor.

Yazarın Türkiye’de siyasetin güncel sorunlarından yola çıkarak cumhuriyet mefhumunu sorguladığı birinci kısım cumhuriyetçilik akımı üzerine özgün bir tartışmayı içeriyor. Bir yandan siyasal düşünceler tarihinde nitelikli bir literatür taraması ortaya koyarken bir yandan da bu literatürün başlıca eserlerini karşılaştırmalı bir yöntemle eleştiriyor.

Medeni Cumhuriyet, yazarın sıklıkla vurguladığı üzere cumhuriyeti katılımla özdeşleştiriyor ve bir cumhuriyetin sağlığını da kitlenin katılım arzusuyla ölçüyor. Katılım ise ancak Eski Yunan şehir devleti polis’te, İtalyan commune’lerinde ve Anglosakson parlamenterizminde tezahür ettiğinden cumhuriyetin Batı mamulü bir siyasi sistem olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada Büyükokutan İslam ve Çin siyasi felsefesinin Platoncu hükümdar tasavvurunu aşamadığını savlayarak Batı’da Montesquieu ve Rousseau’dan etkilenen Fransız cumhuriyetçiliğinin bireyden çok cemiyeti önceleyen komüniter yapısını eleştiriyor. Cumhuriyet düşüncesi bağlamında siyasi yelpazenin sağına Alexis de Tocqueville’i, merkezine Hannah Arendt’i, soluna ise Pierre Kropotkin’i konumlandıran yazar esasen sol ve şehirli bir cumhuriyetçilik arayışında olduğunu sık sık vurguluyor. Kendisini “Arendt’e mesafeli, Tocqueville ve Kropotkin arasında özgürlük ve eşitliğe birbirini tamamlayıcı roller atfeden bir çizgide” konumlandırsa da üzerinde Tocqueville’in sivil toplumcu yaklaşımının etkisinin daha baskın olduğu görülüyor. Zira söz konusu birinci kısım, Tocqueville’e atıfla siyasi katılımcılığın sivil toplumda öğrenildiğini, sivil toplumun tartışma, ikna edip ikna olma, sorunlara pratik çözümler getirme alanı olduğunu savunuyor. Halbuki Türkiye’de sivil toplumun, böylesi iyimser bir okumayı haksız çıkaracak kadar köhneleştiğini görmek için bilfiil içerisinde yer almanın gereği yok. Yazarın pratik konulara eğilme temennisini paylaşmakla birlikte, pratik konulara eğilenlerin (sokakta, sahada çalışanların, gündelik görevlerde adil ve eşitlikçi bir iş bölümünü savunanların) her zaman teorik düzlemi belirleyenlerin tanımladığı hareket sahasındaki ikincil oyuncular olduklarını düşünüyorum. Bu “büyük teorinin” anlatıcıları, sivil toplumda çoğu kez sermaye sahibi, önemli ilişkilerin merkezindeki kişiler olurlar ve söz konusu topluluk içerisinde bir nevi mülk sahibi konumundadırlar. Diğerleri ise kolektif bir üretimin parçası oldukları için değil; dernek, vakıf, kulüp seçkinlerine ve onların hedeflerine meşruiyet sağladıkları sürece varlıklarını sürdürebilirler. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşları ideal anlatının aksine, feodal ilişkilerden, siyasi parti pratiklerinden, emek sömürüsünden bağımsız değildir. Bu bakımdan kitle/birey katılımının yozlaşmış birer ihtimali olarak görünmektedirler. Devlet kapısında sivil toplumculuk ve gülünç fon ilişkilerine girmiyorum bile.

Yazar, “gerçek cumhuriyet” olarak tanımladığı medeni cumhuriyetin yurttaşlar/kentliler/üyeler arası sosyal bir güveni gerektirdiğini, bunun da ancak sivil toplumda (derneklerde, kulüplerde, sendikalarda vb.) inşa edilebileceğini düşünüyor. Nietzsche’den alıntıladığı “ezilmişlikten doğan içerleme, haset ve hınca” yani ressentiment kavramına karşı güveni evrimci bir yöntemle tesis etmeyi öneriyor. Bireyin katılımını merkeze alan bu tutarlı tezin devrimci yöntem ve pratiklere mesafesi de su götürmez. Cumhuriyetin temelden, yerel meclislerle inşa edilmeden tepeden ilanını göz boyayıcı bir ritüel olarak mahkum ederken okura Türkiye Cumhuriyeti projesini de sorgulatıyor. Entelektüel bir arayışla hareket edip sınıfsal-toplumsal çelişkilerden mürekkep devrimci süreçleri tarihin dışına düşerek ele alma kaygımızı saklı tutarak cumhuriyet geleneğimizi bugünü ve yarını için tamamen haksız bir sorgulama olmadığını belirtelim.

Medeni Cumhuriyet burada ele aldığımız kavramsal çerçevenin ardından Türkiye solunda ve dindarlığında sosyal dayanışma-örgütlenme pratiklerini/sorunlarını, şiir ve Boğaziçi camiasını ele aldığı “Türkiye Cumhuriyetleri”, cumhuriyetin monarşik-emperyal sistemlerle karşıtlığını ve mücadelesini tarihsel örneklerle tartışan “Cumhuriyetin Yaşam Çevrimi” ve son olarak “Cumhuriyetin Azınlıkları” başlıklı kısımlarla devam ediyor. Son bölümün giriş cümlelerini oluşturan şu kısa alıntıyla incelememizi sonlandıralım:

“Cumhuriyet bir fikir, bir kurum, bir ilişkiler yumağı olduğu kadar bir de fiziksel yerdir. Agorası olmadan Atina’yı, katedral meydanı olmadan Milano’yu, Güney Kampüs olmadan Boğaziçi’ni, Nisuaz Pastanesi olmadan modernist şiiri düşünmek zordur”.

Gergedan Dergi’nin metropollerdeki umarsızlığımızı yenecek bir kent meydanına, cumhuriyeti yeniden düşleyen, kurgulayan bir sanal agoraya dönüşmesi dileğiyle…

Barış Büyükokutan, Medeni Cumhuriyet Katılımcı Hayatın Sosyolojisi, Koç Üniversitesi Yayınları, 2019, 135 s.

(Visited 352 times, 1 visits today)
Close