Written by 17:02 Röportaj

Burak Cop ile CHP’nin İdeolojisi Üzerine

Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni Röportajları II

Behlül Özkan ve Tolga Gürakar’ın derlediği “Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni” 2020 yılının sonunda raflarda yerini aldı. Tekin Yayınevi etiketiyle çıkan kitapta 10 sosyal bilimci ordu, sermaye ve ABD üçgeninde siyasal İslamcılığın gelişmini inceliyorlar. Dış politika analizinde egemen Soğuk Savaş anlatısına ve Türkiye’nin merkez-çevre eksenli sosyolojik tahliline eleştirel bir yaklaşım ortaya koyan bu çalışma, Türkiye’nin bugünkü siyasi rejimini anlamak için de yol gösterici nitelikte.

Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni‘nin yazarlarıyla gerçekleştirdiğimiz kısa röportajların ikincisinde konuğumuz, “Tek Parti CHP’nin İdeolojisi” başlıklı makalenin yazarı Doç. Dr. Burak Cop.


Gergedan Dergi: Tek Parti döneminde Cumhuriyet Halk Partisi’ni incelediğiniz makalenizde bu döneme ilişkin okumalarda çoğunlukla ihmal edilen uluslararası siyasi iklime, parti önderlerinin başvurduğu ideolojik kaynaklara ve tek partinin yapısına değiniyorsunuz. Bu noktada “Tek Parti CHP’nin içerisinde aslında birden çok parti bulunduğu” tespitiniz dikkat çekici. Bu özelliğin CHP’nin karakterine sindiğini ve bu kimliğini bugüne kadar taşıdığını söyleyebilir miyiz?

Burak Cop: Her ne kadar çok partili dönemde de CHP, içinden farklı partiler çıkarmış olsa da bu tespitim Tek Parti dönemine ilişkindir. Siyasal hayatta çoğulculuğun olmadığı bir dönemde, yegâne siyasi partinin, koşullar elverse farklı partiler kuracak hiziplerin toplanma alanı olmasında şaşılacak bir şey yok. Günümüz CHP’si için “içerisinde birden çok parti bulunmaktadır” tespiti yapmak olanaksız. Farklı siyasi eğilimler vardır elbet, CHP’nin özellikle orta ve alt düzey kadrolarında herkes her soruya aynı yanıtı vermemektedir, Parti Meclisi’nde ve TBMM Grubu’nda zaman zaman genel merkezin politikalarına muhalif görüşler ifade edilebilmektedir, ancak bunun ötesinde bir ayrışma söz konusu değil. Tek partili dönemin CHP’si ile çok partili dönemin CHP’si arasında bir ayrım yaparak, CHP’nin gerçek anlamda bir partiye dönüştüğü evre olarak 2. Dünya Savaşı sonrasını işaret ediyorum. Dolayısıyla Türkiye’de cumhuriyetle derdi olan sağın (merkez sağı büyük oranda bunun dışında bırakıyorum) CHP düşmanlığı tarihsel açıdan bir haksızlık içeriyor. 1946 öncesi “herkes” oradaydı. AKP dönemi İslamcılığının yücelttiği Adnan Menderes 14 yıl boyunca CHP milletvekiliydi. AKP’nin kendini haksız biçimde devamı saydığı DP’nin lideri Celal Bayar Atatürk’ün son başbakanıydı. Her ne kadar görevinden dolayı parti üyesi olması söz konusu olmasa da Mareşal Fevzi Çakmak -ki milliyetçi-muhafazakâr siyasetin sahiplendiği bir tarihsel kişiliktir- bir bakıma MHP’nin atası sayılabilecek Millet Partisi’nin fahri başkanıdır, Atatürk’ün ve İnönü’nün cumhurbaşkanlıkları altında çok uzun yıllar genelkurmay başkanı olarak görev yaptı. Bu saydığım isimlerin yanında önem arz edecek biri değil ama siyasal İslamcılar için sembolik anlamına istinaden ekleyeyim; Necip Fazıl Kısakürek de 1943 seçimlerinde CHP’den Maraş Milletvekili adayı olmak istedi. Değil bugünün CHP’sini, 30 yıl önceki SHP’yi de 50 yıl önceki CHP’yi de Tek Parti CHP’si ile eşitlemek mümkün değildir. Fakat AKP iktidarının bilhassa ilk on yılında AKP’ye “tarihsel” bir meşruiyet üretmek amacıyla Tek Parti dönemi çok itilip kakıldı.

“Siyasal hayatta çoğulculuğun olmadığı bir dönemde, yegâne siyasi partinin, koşullar elverse farklı partiler kuracak hiziplerin toplanma alanı olmasında şaşılacak bir şey yok.”

Gergedan Dergi: İlginç bir şekilde geçtiğimiz günlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da Kısakürek’in CHP’li olduğu yıllara değindiği bir konuşmasında sağ-sol kavramlarına karşı olduğunu bir kez daha ifade etti. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burak Cop: Dönemin ihtiyaçları ve öncelikleri doğrultusunda yapılmış bir açıklama olduğunu düşünüyorum. Kemal Kılıçdaroğlu 2017 sonundaki bir konuşmasında müteakip seçimde saflaşmanın sağ-sol ekseni üzerinden değil, demokrasi yanlıları ve karşıtları üzerinden olacağını söylemişti. 2020 başında bir grup gazeteciyle buluşmasında da “Bugün Türkiye’de bizce sağ-sol siyaseti yok. Demokrasiden yana olanlar–demokrasiye karşı olanlar, otoriterlikten yana olanlar var. Temel ayrım bu” diye konuşmuştu. Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki saflaşma kuvvetler ayrılığının olup olmadığı, fren ve denge mekanizmalarının olup olmadığı siyasal rejim tercihleri üzerinden şekilleniyor. CHP’nin Millet İttifakı’nda bugüne dek beraber olduğu İYİP ve SP de, bundan sonra beraber olması muhtemel DEVA ve Gelecek Partisi de sağ partiler. CHP’nin sol kimliğinin vurgulanması, özellikle de AKP-MHP ikilisinin 1970’lerdeki Milliyetçi Cephe koalisyonunun daha geniş bir versiyonunu kurmak için karşı ittifaktan unsurları bünyesine katmaya, bunu yapamıyorsa da en azından o ittifakı dağıtmaya çalıştığı bir konjonktürde, CHP’nin amaçlarına hizmet etmeyecektir. Türkiye’de siyasetin ağırlık merkezi 12 Eylül’den beri peyderpey sağa kayıyor. AKP’li yıllarda bu devam etti. 2016’daki darbe girişimi ve 2017 referandumundan sonra siyasal rejimin otoriterleşmesi ve siyasal yaşamın sağcılaşması el ele, daha da ileri gitti. 1960’larda CHP’nin sola yönelmesinde sosyalist solun siyasette, işçi hareketinde ve gençler arasında güçlenmeye başlamasının da rolü vardı. Şu anda solun memlekette son 60 yıldaki en zayıf halinde olması sorununu tek başına Kılıçdaroğlu çözemez.

“Şu anda solun memlekette son 60 yıldaki en zayıf halinde olması sorununu tek başına Kılıçdaroğlu çözemez.”

(Visited 625 times, 1 visits today)
Close