Written by 02:00 Makaleler

Asya Tipi Üretim Tarzı II

Doğukan Taşkıran yazdı…

Tarım ekonomisine girmiş bulunan yukarı barbar toplumlar, tarımı kendi geçimlerinin ana kaynağı olarak inşa eder etmez bir şeyi daha tarih sahnesine çıkarırlar: kent. Grekçede polis, Latincede cite, Arapçada ise medine olarak karşımıza çıkan kentler; yukarı barbarlık aşamasındaki toplumların tarım ekonomisinde yerleşiklik kazanmasıyla benimsedikleri ikametgah bölgesi olarak tarif edilebilir.[1]

Doğulu mülkiyet biçimi ya da Asyatik komün, yerleşiklik kazanan toplumların ilkidir. Bu mülkiyet tipi, aynı zamanda siyaset bilimi ve tarih literatüründeki Doğu despotizmi denen kavrama karşılık gelen tiptir. Bu aşamadaki toplumların en tipik özellikleri, hiçbir şekilde kimsenin özel bir mülke sahip olmamasıdır ve üretimin tamamen kolektif bir şekilde yapılmasıdır. Bu yapısından dolayı, toprakta çalışan kişi, toprağın mülkiyetinden ziyade komün tarafından onun ortak onayıyla kendisine aktarılmış tasarruf hakkına sahiptir.

Eski toplumlarda kişiler, kendilerini komün yaşantısının dışında düşünemiyordu. Bunda gerek din, gerek toplum yapısının örgütleniş biçimlerinin de etkisi vardı.

Eski toplumlarda kişiler, kendilerini komün yaşantısının dışında düşünemiyordu. Bunda gerek din, gerek toplum yapısının örgütleniş biçimlerinin de etkisi vardı. Bunun en açık seçik yaşandığı toplum tipi, Doğulu mülkiyet biçimi içerisinde bulunan toplumdu. Emek ürünü üretmeden önce emeğin objektif şartlarına bağlı olması gereken kişi, komünün bir üyesi olmalıydı.

Kişilerin mülkiyetsiz gibi göründüğü Doğulu mülkiyet toplumunda, bunun aksi yönde, özsel olarak bir mülkün varlığı manüfaktür ve tarım süreçlerine bakılarak anlaşılabilir ki burada manüfaktür ile tarım birbirlerini tamamlayan iki ayrı üretim alanı olarak iç içe geçmiştir. Doğulu mülkiyeti Romalı tipe geçirecek olan süreç ise, bu özsel mülkün varlığından kaynaklanmaktadır. Toplumun yapısı fark etmeksizin, üretilen ürünün vergiye ait olan kısmı ile fazladan üretilen kısmı, bir üst topluluğa ya da kişiye gider.[2] İşte Mandel’in üstüne basmış olduğu yönetici klan veyahut rahip-kral denen şey burada devreye girmektedir.

Tarihin farklı anlarında bakıldığı zaman kimi toplumların yönetici sınıflar nezdinde, kimi toplumların ise bazı kişilerin şahsında birleşerek siyasal varlıklarını sürdürdükleri görülür. İşte ilahlardan kut alarak kişilerin başına oturmuş bulunan bu toplumlarda, komünün kendi mülkî varlığı kudretli kişi veya kişilerin üstünde adeta cisimleşir. Bu komünün devlet sürecine dönmesiyle beraber kendisini giderek daha derinden hissettirmeye başlar.

Dikkat edilmesi gereken ikinci bir husus, Doğulu mülkiyetin salt kölelik üzerinden yorumlanmamasıdır. Tarihsel şema içerisinde köleci toplumlar bu mülkiyet tipinde de belirmiştir; ama orada kalmayarak hâlihazırdaki köle yapısı çözülüp yerini serfliğe bırakmıştır.

Osmanlılarda mîrî toprakların yanında yer alan ve kişilere ait olan “arazi-i memluke” de örnek gösterilebilir.[3] Roma’da ise bu mîrî topraklara “ager publicus” denmektedir.

Doğulu toplumun zamanla çeşitli ilişkiler sonucunda çözülmesiyle vardığı ikinci nokta, Romalı ya da Antik toplum biçimidir. Bu biçim, kişilerin kendi mülklerinin görünürde daha ön plana çıkmasını sağlarken, bununla kalmayarak, bu mülkiyet ilişkilerinin daha demokratik bir temelde seyretmesini mümkün kılar. Ama Romalı toprak mülki temelini, Doğulu toprak mülkünden kesin bir şekilde ayıran şey, burada kişilerin kendi mülklerinin varlığının artık tasarruf olmaktan çıkarak doğrudan doğruya mülk olarak yer alması, ancak bunun komünün kendi varlığıyla ‘dolayımlı’ bir biçimde ele alınmasıdır. Buna, Osmanlı toplumlarında mîrî toprakların yanında yer alan ve kişilere ait olan “arazi-i memluke” de örnek gösterilebilir.[3] Roma’da ise bu mîrî topraklara “ager publicus” denmektedir.

Bilindiği üzere, bugünkü modern hukukun temeli Roma hukukundan gelmektedir. Uluslararası hukukun bir öznesi olarak devlet, salt kendi içerisindeki ulusal hukuktan soyutlandığı zaman kendi toprakları üzerinde bilfiil egemen olan bir örgütlenme gibi gözükür. Devlet, kendi topraklarında uluslararası hukukun genel hukuk ilkeleri gereğince tam egemenlik sahibidir. Öte yandan devletin içerisine girildiğinde görülecek şey, bu devletin sınırları içerisindeki özel mülklerin ve bu özel mülklerin üstünde bulundukları toprakların, devletin kndi toprakları üzerindeki tam yetkisi yoluyla yabancılara karşı garantilenmiş olmasıdır.

Diğer bir deyişle ulusal hukukun özel mülkü, devletin topraksal alanıyla birbirine dolayımlanmış bir biçimdedir. Bu da aslında Romalı mülkiyet biçiminin etkilerinin, düşünsel olarak sürdüğünü göstermektedir. 

Asya tipi üretim tarzı, bazen Roma tipi olarak, bazen de Doğulu tip olarak da ortaya çıkabilmektedir. Burada Hikmet Kıvılcımlı’nın coğrafi üretici güçler kuramına başvurmak gerekir. O kurama göre, üretici güçler sadece insandan veya teknikten değil ama coğrafyadan da oluşur. Coğrafi üretici güçler, insanın mekân içindeki çevresini oluşturan maddi ortamın (iklim, doğa vs.) içerdiği üretici güçlerdir. [4]

Subtropikal ırmak boylarının aktığı Mezopotamya’ya gelindiğinde, burada tarım yapmak oldukça zordur. Dolayısıyla burada tarımı, kişilerin birbirlerinden bağımsız olarak sergilediği emekle değil, onlara tasarruf hakkı verilmesi yoluyla kolektif bir biçimde gerçekleştirmek gerekiyordu. Bundan dolayı Asya tipi üretim tarzı hakkındaki eserlerin büyük kısmı, bu suyollarının ve sulama sistemlerinin devlet tarafından nasıl örgütlendiğini aktarırlar.

Hikmet Kıvılcımlı, Toplum Biçimlerinin Gelişimi, s. 67

Suyollarının bu şekilde örgütlenmesi, sınıflaşmanın yanında kamu gücü olarak devletin inşa edilmesine yol açar. Komünün ortak iradesinin cisimlenişi de barbar şefin yüce şahsından devletin şahsına geçiş yapar. Böylece klasik marksist devlet teorisinde devlet, ekonomik temele fazla karışmayan bir aktör olarak kendisini gösterirken Asya tipi üretim tarzında devlet, bütün ekonomik faaliyetlerin kendisini düzenleyen bir araç haline gelir.[5]

Devleti sınıflaşmanın ürünü bir kamu gücü olarak gören Engels’e ve Osmanlı’da ATÜT üstüne yazmış bir dizi düşünüre göre, sınıfların kendisi sivil toplumun bir öğesi olmak yerine devletin bir öğesi haline gelmişlerdir. Devlet böylece hem ekonomik faaliyet olan altyapıda, hem de onun yansıması olarak üstyapıda başat aktör haline gelmiş olur.

Doğulu despotik komünde ise iktidar kişinin ilahi şahsında veya bir yönetici ailenin şahsında birleşmiştir.

Doğulu despotik komünler ile Batılı demokratik komünler arasındaki fark, merkezî gücün paylaşımında görülür. Örneğin Batılı toplumda gensler/kanlar (çekirdek olmayan kandaş aile) biçiminde örgütlenmiş insanlar, bu genslerin başkanları olan liderlerinin ortak birlikleriyle komünü yönetir. Doğulu despotik komünde ise iktidar kişinin ilahi şahsında veya bir yönetici ailenin şahsında birleşmiştir. Sonradan bunların devletleşmeleri, aynı kişilerin konumunun daha sınıfsal bir yapıya varmasına yol açacaktır.

Tekrardan coğrafi üretici güçlere dönülürse; Doğu’ya oranla Batı’da bulunan topraklarda ticaret ilişkilerinin daha gelişmiş olma nedeni, Akdeniz’in nispeten daha verimsiz ve üzerinde tarım yapılması zor bir alan olmasıydı. Üretimin zor olduğu yerde gerek ihtiyaç duyulan madenlerin dışarıdan getirilmesi, gerekse tüccarlığın daha kazançlı olması, ticaret yollarının bu rota üzerinden inşa edilmesini sağladı. Bu, Batı topraklarının Ortadoğu uygarlıklarına göre kapitalizme erken geçişi için iyi bir temel sağlamıştı. Çünkü sonradan görülecek ki Batı’da bezirgân ailelerin ortaya çıkışı, bunların aynı zamanda patrici köle sahiplerine dönüşmesi, köleliğin kendisinin de bireysel olmasına neden olacaktı. Daha önce de belirtildiği gibi, Roma’da kişiler komünden bir parça özerk olsa da üretimle meşgul olabiliyorlardı. Bu onların kendi kölelerine sahip olması için bir engel oluşturmuyordu. Ama Doğu toplumlarında bayındırlık işlemlerinin ortak-kolektif olma zorunluluğundan ötürü kölelerin kendileri de ortaktı.

Hikmet Kıvılcımlı, Toplum Biçimlerinin Gelişimi, s. 119

[1] Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Devrim Sosyalizm, Derleniş Yayınları, 3. Baskı, Ocak 2012, s. 203

[2] a.g.e., 2018, s. 51

[3] a.g.e., 2018, s. 63

[4] a.g.e. 2012, s. 24

[5] Marian Sawer, Marxism And The Question Of The Asiatic Mode Of Production, Martinus Nijhoff, 1977, s. 52


Doğukan Taşkıran

1997’de İstanbul’da doğdu. 2020’de Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi yüksek lisans programında öğrenimine devam etmektedir.

Politik ekonomi, uluslararası ilişkiler teorisi, siyaset teorisi üzerine yazmakta olup Gergedan Dergi’de aynı alanda yazı üretmektedir.

(Visited 880 times, 1 visits today)
Close